Geçmişimle bir bir yüzleşiyorum, gördüklerim canımı yakıyor. ‘Kendim olmak yolunda tüm bedellere hazırım,’ demiştim demesine de bedelin böylesine kanatıcı olacağını hiç düşünmemiştim.

Kendimden ne kadar da uzakmışım. Kim olduğumu, ne istediğimi, ne yaşadığımı hiç bilmemişim.

Hayatımın sorumluluğundan kaçmışım. Öylesine yaşamışım… Başkalarının hayat akışına bırakmışım kendimi.

Uzaklara bakarak, güzel ilişkiler kurmak peşinde koşarken en güzel değerimi nasıl da kenara itmişim… O, yüreğimin en keskin köşesinde boynu bükük bir çocuk olarak kalmış, görememişim hiç.

Bense… kendini bilmeyen, isteklerini tanımayan, dillendirmeyen ben…Kendini sevmeyi, kendine değer vermeyi bilmeyen ben…Ne çok uzakmışım kendime. Hayatıma, evime, gönül kapıma gelenler…Sorumluluğunu almadığım kendim, yaşamım, ilişkilerim…Sakladıklarım, saklandıklarım; kendimden ah asıl kendimden sakladıklarım, kendime sakladıklarım…Bilmemişim hiç, hem de hiç.

Sevgi bir bilinçmiş, sevgi içte olanmış, sevgi benin mayası-özüymüş…Ya sevgi varmış içerde ya da yokmuş. Hem var hem yok olmazmış.

Kendine sevgisi olmayan başkasını da sevemezmiş; hiç anlamamışım hem de hiç.

Acının en ortasından geçerken sevgili, anlıyorum ki ben kendimi sevmemişim, anlamamışım, kabul etmemişim.

Ah bu yürek sana da kuru bir ağacın sararmış yaprağını uzatırmış sonra da niye avuçlarında ufalanıyor verdiklerim diye hayıflanırmış.

‘Ben’ den öteye kaçış yokmuş. Yolun sonu da başı da aslında ‘ben’miş. İçten beslenmeyen dıştan dilenirmiş sevgiyi, değeri, özeni…Sonra da oturur ağlarmış kaderine, isyanla bağırırmış ‘Neden bu insanlar hayatımda, neden güvendiklerim yıkılıyor, yıkıyor?’

Yanlış seçimlerin, seçimsizliğe sürüklediği kendinin, önünde kocaman bir dağ gibi durduğu kendinin farkında olmamak hem de hiç olmamak…Kaç yılı daha böyle geçirebilir, geçiştirebilirsin ki? Bildim işte şimdi cevabı sevgili.

Yüreğinin kıyısında boş bir kayığım oysa…demiştin sevgili.

Ben kendi gönlümün kıyısında bekleyen kayığa hiç binmemişim ki, enginlere götüreceğine hiç güvenmemişim ki…Başkası neden yolculuğa çıksın, harabe gördüğüm, renklerini soldurduğum, ağacını küflendirdiğim o kayığa?

Ben seni yüreğimin kıyısında tutmuşum sevgili yar… Ben o kayığa hiç binmedim ki sevgili…

Geçmişim…Geçmiş miyim gerçekten geçmişimden her adımımı hissederek atıp, yüzüm geleceğe, bedenim-canım şimdiye dönük olarak?

Yok yok, ah gene yok, geçmiş benim önüme geçmiş.

Yüzleşilmeyen her duygu, benimin her hali gölgeler, karanlıklar olup beklemiş, sabırla beklemiş, ‘Gölgen varsa sen de varsın, ışık da var. Karanlığı tanımlayabiliyorsan bir yerler de aydınlık da var, her şey zıddıyla varolur unutma. Geç artık şurdan, geç artık geçmişinden anlayarak, kabul ederek, yüzleşerek, kendin olarak.’ demek için.

Sevsinler sevsinler beni ki kendimi ne çok sevmediğimi unutayım, boşluğumu, hiçliğimi hatırlamayayım…

Ah yüreğim! Olmazmış böyle hem de hiç olmazmış. Bunlar tıpkı yüze sürülen pudralar gibi yağmurda akıp gider, geriye yine kendi tenin kalırmış.

Kızdıklarım, öfkeyle eleştirdiklerim, yargıladıklarım hep kendimmiş aslında. Değersiz kılayım ki karşımdakini konuşmalarımla, yüzüne vurduklarımla, kendi değersizliğimi bir kademe yukarı çekebileyim, daha doğru hissedebileyim içinmiş kendimi. Dışa söylediğim her söz, kendi içimden şimdi bana söyleniyor, aynı duygularla hem de aynı cümlelerle.

Susmuyor ne yapsam susmuyor sesim… İyiki de susmuyor…

Sevmek bir bilinçmiş. Sevmek anlamakmış, anlayışmış. Yargısız dolayısıyla infazsız dinlemek, bir an o olmak, o olabileceğini de bilebilmekmiş.

İçindekini azarlayan sen, onu her hatasında cezalandıran, en öfkeli sesinle yargılayan sen, şefkatten, sarmaktan, koruyup kollamaktan, güven vermekten uzak sen…

Beninin olduğu gibi var olmasına izin vermeyen sen…İçinde böylesi duyguları barındıran nasıl gerçekten sevebilir ki? 

Sevgi, tamamen bu duygulardan özgür olmakmış anladım.

Renk renk, desen desen giysilerle örttüm bedenimi. ‘Saklayın beni saklayın beni!’ İstedim ki içimin karanlığını, kuruluğunu gizleyeyim bunlarla.

Olmadı ah olmadı sevgili…Tüm renkleri soldu eteklerimin, şallarımın. Renkleri var eden, yansıtan, görünür kılan içten gelen ışıkmış, o yoksa, dıştan vuran güneşin dik ışıkları da yakıp kavururmuş…İslenip dumanlara karışınca anladım sevgili yürek kuşum.

Ve sen…gönlünün saraylarına sığdıramadığın, hangi parlak taştan başıma taçlar yapacağını şaşırdığın beri gördün. Çıplaktım, tüm örtülerden arınmıştım.

Her kelime içine saplanan oktu, ucunun zehiri yavaş yavaş içine akan. Birinci elbise, altındaki, astarı, astarın astarı derken işte geriye bir ben kalmıştım. Sen ve ‘ben sandığından’ sıyrılmış ben…

Ne çok canın yandı sevgili yar…Susan dudaklarından, gözlerinden ne çok hüzün döküldü içime. Ne çok üstüne basmışım yol kenarında bulup bana getirdiğin, isimlerini hiç bilmediğim bitkilerin. Kimi zaman yere düşmüş bir yaprak, kimi zaman kaldırıma  koparılıp atılmış  bir çiçek. İlle de bana, bir tek bana…Bilmemişim sevgili. Gözünden düşmeyen damla özüme aktı.

Sevgi bir bilinçmiş, en has bilinç…Ben olmak, ne olduğunu bilmek, sonra bildiğini bırakıp, benden çıkıp sen olmakmış. Benle seni eşitleyip ne ben ne sen, ‘bir’ olmakmış.

Ateşten çemberin içindeyim, acının tam ortasındayım. Var olduğunu sandığım sahte kanatlarım yanıyor. Çırpındıkça daha çok yanıyor. Canım yanıyor hem de çok yanıyor. O alevden çemberin kenarında yaşamaktansa daha hastır bu diyorum.

Hep yanmaktan, yarım yarım, biraz biraz yanmaktan, yok olamayıp bir türlü var da olamamaktan, belirsizleşmekten yeğdir tam ortasında olmak .

Gerçeği tam yaşarım, kavrulur küllenirim ve küllerimden yeniden benimi yaratırım ve bilirim ki eninde sonunda bir çıkış var özgürlüğe ortasındayken acının cesur olursam.

Suretim yaralamasın seni, çatlayan kabuğun ilk hali ürkütücüdür belki ama altından çıkan kabuksuzdur artık, tazedir, içten gelen özdür.

Alçak gönüllülükmüş sevmek, her anın yeni bir an olduğunu kabul ederek, geçmişin tortusundan sıyrılıp yeni anda yepyeni bakmakmış karşındakine, şimdi şimdi anladım.

İstersen yeniden, yine yepyeni bak bana şimdiki anda ve sev beni  sevebildiğince, kendince, kendini sevdiğin kadar sevgili.

Share This