Özsevgi, özdeğer, özgüven, özfarkındalık, özsorumluluk…bu tanımların tümü özsaygıyı oluşturuyor. Dikkat edin, hepsi “öz” sözcüğüyle başlıyor. Çünkü bu kavramların hiçbirini başkası size veremez. Hepsi sizin ancak kendi içinizde bulabileceğiniz, gücünü özünüzden aldığınız kavramlar.
Özsaygının oluşması için temelinde gelişmesi gereken ilk şey özsevgidir.
Özsevgi, kendini sevmek, kendine değer vermek, kendini değerli hissetmek, kendini sevmeye ve sevilmeye layık görmek anlamına geliyor.
Sana seni ne kadar sevdiğimi söylersem söyleyeyim, bu sözlerim egonu okşasa da sana özsevgiyi kazandıramaz. Dünya seni sevse, sana hayran olsa bile bu sana özsevgiyi kazandıramaz. Bu dünyada milyonlarca hayranı olan Marilyn Monroe, Michael Jackson gibi isimler sevgisiz bir çocukluk dönemi geçirdiği için değersizlik girdabının içinde dönüp durdular kısacık yaşamlarında.
Dünya onları seviyordu ama onlar kendilerini sevmiyordu.
Sevme yetisini çocukluk döneminde sevilerek kazanırsın.
Sevilerek sevmeyi öğrenmek sadece çocukluk dönemine özgüdür.
Yetişkinlik döneminde ne kadar sevilirsen sevil sevmeyi öğrenemezsin.
Yetişkinlik döneminde sevme yetisini yeniden kazanmanın ilk basamağı kendini sevmeyi öğrenmekten geçiyor.
Whitney Houston, bir şarkısında “ Kendini sevmeyi öğrenmek, sevginin en büyüğüdür” diyor. Kendini sevmeyi bilen insanlar bu dünyada cenneti yaratan insanlar oluyor. Çünkü başkalarını sevmek, kendini sevebilmekle başlıyor. Sen içindeki sevgiyi besleyerek büyüt ki başkalarına verebilecek sevgin olsun.
Kendini sevmeyen ne çok insan, kendisiyle ilgili olumsuz duygularını başkalarına yansıtıp, insanların kendisini sevmediğine inanıyor.
Sen kendini sevmekte zorlanırken, başkaların seni sevebileceğine elbette inanamazsın.
Sevgi her canlının ihtiyaç duyduğu ama çok az kişinin ne olduğunu bildiği bir kavram.
Kendimizi Sevmemeyi Nasıl Öğrendik?
Kendimizi ana rahmine düştüğümüz andan itibaren annemizden aldığımız mesajlar vasıtasıyla tanırız. Bu mesajlar neler olur?
İstenen bir bebek miyiz? Cinsiyetimizden dolayı kabul görüyor muyuz? Sevildiğimiz bize hissettiriliyor mu?
Annenin çocuğunu sevdiğini söylemesi yetmez. Çocuğun sevildiğini hissetmesi gerekir. Anne üzgün, kızgın ya da korku dolu olduğunda bu duyguların bizim üzerimizdeki yansımaları da olumsuz oluyor.
Rahim döneminde biyolojik annemizin hissettiği duygulara uygun olarak salınan hormonlar bizim minik bedenimizde de dolaşır. Hem rahimde geçen hem iki yaşına kadar geçen sürede kendimiz ve hayat hakkında temel kararlar alırız ve bu kararları bilinçaltına kaydederiz. Sevilen ve istenen biri mi sevilmeyen ve istenmeyen biri mi olduğumuza karar veririz. Bu karar hayatımızın sonuna kadar bizi etkiler.
Eğer annemiz hamilelik boyunca kendine iyi bakarsa, bizimle konuşarak bizi sevdiğini, bizim önemli ve değerli olduğumuzu söylerse, istendiğimizi hissederiz. Doğduktan sonra, sevecen ve güvenli bir ortamda büyümüşsek, anne babamız tarafından duygularımıza saygı gösterilmiş ve ihtiyaçlarımız karşılanmışsa, bize önemli olduğumuz mesajı verilmişse, onların istediği gibi biri olmak yerine kendimiz olarak destek görmüşsek, bireyselliğimiz teşvik edilmiş ve onaylanmışsa kendimizin sevilmeye layık değerli bir insan olduğumuzu hissederiz.
Anne babanın çocuğu için yapacağı en önemli iyiliklerden biri merak ve araştırma duygusunu teşvik etmesidir.
Merak ve yaratıcılık birbirinden ayrılmayan ikiz kardeştir. Duygularımızı özgürce ifade edebilmemiz ve yeteneklerimizi kullanmamız teşvik edilerek büyüdüğümüzde, becerilerimizi geliştirme ve kendimiz için düşünebilme yetisini kazanmamız için teşvik edildiğimizde aldığımız mesaj şu olur: sadece sevilmekle kalmayız, kendimizi sevmeyi de öğreniriz.
Ama ne yazık ki çoğumuz bu tür destekleyici ortamda dünyaya gelip büyütülmedik. Hatta çoğumuz anne babamızın çocukluğunda kendi doyurulmamış (bilinçaltı, bilinç üstü)ihtiyacını ve hayallerini tatmin edeceğimiz beklentisiyle dünyaya geldik. Ergenlik ve yetişkinlik döneminde anlaşılmadığımız hissettik.
İstenmediğimize, sevilmediğimize, sevilmeye layık olmadığımıza inandık. Duygu ve ihtiyaçlarımızın önemli olmadığına inandık.
Kendimizin olduğumuz gibi kabul görmeyeceğine, başkalarının istediği gibi olduğumuz takdirde biraz olsun kabul ve onay göreceğimize inandık.
Bu da düşük özsaygı, düşük öz sevgi anlamına geliyordu.
Çoğu insan çocukluk döneminde yaşadığı terk edilmişlik, reddedilmişlik, değersizlik duygularının, güven duygusunun yeşeremediği kaos ortamının, sözel, fiziksel, duygusal ve cinsel istismarların izlerini hayatı boyunca taşıyor.
Çoğu insan kendileri sağlıksız, büyüyememiş, olgunlaşamamış, tacize uğramış, sevgi, onay ve saygıyı çocuklarına vermekten aciz anne babalar tarafından yetiştiriliyor. Çocuk annesinin gözünde neşe, coşku, sevgi pırıltılarını görmek yerine kızgınlık, öfke, ilgisizlik, umursamazlık, bıkkınlık vb. duygular görerek büyüyor.
Çocuk annesinin gözünde gördüğü her duygunun kendisiyle ilgili olduğunu sanır. Çocuk kendisini nasıl değerli ve sevilmeye layık hissedebilir ki?
“Annem gözlerinde bu tür duyguları yansıtıyorsa nedeni ben olmalıyım” diye algılar.
Ebeveynlerimiz bizim ilk aynalarımız.
Bize bizim kim ve ne olduğumuza dair bilgiler veriyorlar. Eğer kendileri hala özsaygı ve öz sevgisi düşük “incinmiş küçük çocuk” iseler, bize yansıttıkları da çarpıtılmış bir görüntü olacaktır. Bu da kendi değerimizin düşük, önemsiz hatta bazen bir hiç olduğumuza bizi inandıracaktır; özellikle ebeveynlerimiz bize “ Ne aptalsın, geri zekâlı”, “ Ne beceriksiz şeysin”, “Abinin/ ablanın tırnağı bile olamazsın” gibi aşağılayıcı sözler söylediğinde.
Ebeveynlerimiz bizim doğal duygularımızı ifade etmemizi onaylamayan, algı gücümüzü aşağılayan mesajlar da vermiş olabilir. “ Aptal olma, korkulacak bir şey yok. Bebek gibi davranıyorsun.”, “Yorgunum da ne demek? Bu yaşta yorgun olur mu insan? Hadi kımılda seni tembel”.
Bu tür mesajlar içsel deneyimlerimizin, içsel bilgeliğimizin onaylanmadığını, bizim “yanlış” olduğumuz için kabul görmediğimizin mesajını veriyor. O zaman onay almak ve “doğru”yu bulmak için kendimizin dışında bir otorite aramaya başlıyoruz. Sevilmek ve kabul görmek için başkalarını memnun etmeye çalışıyoruz. Bu çabayı gösterdikçe, gittikçe adım adım kendimizden vazgeçmeye başlıyor ve kendimizin gerçekten kim ve ne olduğunu unutuyoruz. Bu unutma beraberinde kendini sevmemeyi de getiriyor.
Kendimizi gerçekten sevmemizi engelleyen birçok neden var:
- Anne baba mesajları
- Anne baba yansıtmaları
- Anne baba istismarı (sözel, fiziksel, cinsel, duygusal istismar)
- İlk üç faktör doğrultusunda kendimizle ilgili oluşturduğumuz yargılar
- Kendi deneyimlerimizi yok saymak
- Suçluluk ve utanç duygusu
- Korkular
- Başkalarını memnun etme çabası
- Onay ve sevgi dilenciliği
- Kendimizi sevmenin bizi sömüren yakınlarımız tarafından “bencillik” olarak nitelendirilmesi
- Kendini sevmeyi öğrenmek, sevginin en büyüğüdür. Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için hepimizin kendini sevmeye ihtiyacı var.
Kendini Sevmemenin Yedi Temel Göstergesi:
- Aşağılık duygusu (Zavallılık, kendini ezdirmek, yalakalık yapmak, sürekli alttan alan olmak)
- Üstünlük duygusu (Kibir, acımasızlık, gaddarlık, saldırganlık, suçlayıcılık)
- Kronik depresyon. (Acınma/ acındırma ihtiyacı, umursamazlık, duyarsızlık)
- Kıtlık bilinci (Yoksunluk ve Yoksulluk bilinci)
- Çok şişman ya da çok zayıf olmak
- Hastalıklarla boğuşmak
- Kendini sabote etmek (söz verip tut(a) mamak, başarıya az kala bir nedenle önüne engel çıkması
Bireysel gelişim denilen kendini yeniden keşfederek sevmeyi öğrenme yolculuğu, kendini beğenmişlikten kendini beğenmeye doğru yapılan yolculuktur.
Evet, ana rahminde geçen dokuz ay artı ilk altı yılda edindiğimiz deneyimler kendimizle ilgili temel inançlarımızı oluşturuyor.
Kendimizi sevilmeye layık görmek ya da görmemek… Kendimizi sevip sevmemekle doğrudan bağlantılı.
Kendimizi sevmek değerlilik duygumuzu yükseltmekle mümkün.
Kendimizi değerli buluyor muyuz bulmuyor muyuz?
Bizim kendimizle ilgili düşündüklerimiz ile başkalarını bizimle ilgili düşündükleri arasındaki açı ne kadar büyük?
Tüm bunların ana başlığı özsaygı oluyor.
Peki, kendimizi sevmeyi öğrenebilir miyiz? EVET, ÖĞRENEBİLİRİZ.
Kolay mı? Hayır!
Öğrenmek için tüm çabamızı göstermeye değer mi? Kesinlikle EVET!
Özsaygın yoksa kendini sevemezsin, kendini değerli göremezsin. Belki zekânla, becerilerinle, yeteneklerinle yeterlilik duygularını geliştirir ve dünyayı fethedebilirsin…çok paralar kazanabilirsin….iyi konumlara gelebilirsin…. Ama asla sağlıklı ve yakın ilişkiler yaşayamazsın, aradığın mutluluğu, huzuru, doyumu bulamazsın, asla gerçek dostluklar kuramazsın.
Çünkü yeterlilik duygusu değerlilik duygusunun yerine geçemiyor.
Peki, kendimizi sevmeyi nasıl öğreniriz?
Yazı çok uzadı. Bu konuyu bir sonraki yazımda ele alacağım. Ama size hararetle okumanızı önereceğim iki kitabım var. İlk kitabı, sevgilim Saim Koç’la birlikte yazdık.
“Özsaygı- Öncelikler Listende Kaçıncı Sıradasın”
“İçimizdeki Şaman- Duyguların Simyası”
Bu kitapları daha önce okumuş olsanız bile yeniden bir başka gözle okuyun.
Bu konularla ilgili diğer kitapları da www.kuraldisi.com sitemizden araştırabilirsiniz. Kim bilir belki de hiç ihtiyacınız olmadığını düşündüğünüz bir kitapla karşılaşabilirsiniz. Hayatın akışına güvenin.
Sevgiyle hoşça olun.
Nil Gün