“Bal gibi kıskanıyorsun!”
“Saçmalama, neden kıskanayım?”

Bunun sebebini sadece sen biliyorsun. “Neden kıskanıyorum?” diye soruyu değiştirirsen cevabı da bulursun, bulmaksa amacın.

Seçimin kıska(n)çlık mı özgürlük mü? Mutluluğunu verdiğin cevap belirleyecek. Kendini kıska(n)çlığa mahkum mu edeceksin, kıskaça kısılarak, kabullenip ondan özgürleşecek misin?

Seçimini şimdi yap ve yarat kendini!

Böyle başladı Mayra’nın hayata adımı. Eline bir kiraz ağacından düşen iç içe geçmiş dalları aldı; evine ulaştığında kararlıydı artık, deneyimlediği ve artık ona faydası olmayan, içinde geri dönüşümsüz çöp olan duygulardan özgürleşecekti.

Ve bunu sevgiyle yapmayı seçti. Sevgilisine bir hediyeydi bu. Kendini, emek verdiğini, armağan etmekti sevilene.

 Zımparayı aldı eline ve başladı içini kazıyıp yeniye yer açmaya, eskiyenin yerine aydınlık yeniyi koymaya. Zımparalarken kuru kiraz dallarını, parmakları acıdı, canı sıkıldı, pes etmeden devam etti. Ağaç dalına her sürtüşünde zımparayı ‘egomdan özgürleşiyorum, kıskançlığı içimden çıkarıyorum, hayranlığı ve sevgiyi, bende olanı yerine koyuyorum, kendimi başkalarıyla kıyaslamaktan vazgeçtim.’ diye tekrarlamaya ve rehberinin, öz sesini duymaya başladı. Önce algılayamadı; bu ses içerden mi geliyordu, dışarıdan mı… Düşünmeyi bırakıp akışa ve sese bıraktı kendini.

Kendine en uzak bulduğuna bak… Neden uzaktasın? O senden çok mu yukarda, çok mu aşağıda? Yukardaysa ona ulaşamayacağını mı düşünüyorsun? Onunla kendini eşitlemek için kendinle ilgilenmek, kendini yükseltmek yerine, onu bir şekilde aşağı çekmeye çalışmaktan vazgeç.

Kıskançlığını çok iyi saklayabilir ve farkına varmayı bile reddedebilirsin. Ego her zamanki gibi iş başındadır ve ne olursa olsun kendi üstün varlığını tehdit edeni, kıskandığını aşağı görmeye çalışır. Karşısındakine fiziksel yaşatamasa da kendi üstünlüğünü, kendi içinde ona ait kusurlar bularak üstün kılar kendini. Hem de öyle harika mantık yürütür, öyle sebepler bulur ki sonunda seni de inandırır üstünlüğünüze.

Başarılı ve iyi olman, başkalarının başarısızlığı ve ‘kötü’ olmasına mı bağlı? Sen durduğun yerde duracaksın, onu da aşağı çektin mi sen öndesin işte, hem de kendini geliştirmeye hiç emek vermeden.

Değersizlik, yetersizlik duygun o kadar ele geçirmiş ki seni, ancak insanları ezerek ya da yok sayarak  ondan kurtulabilirsin illüzyonunu yaşıyorsun.

Kötü yok, iyi yok, sen varsın, olan var.

Onda neyi gördün sende olmayan? Hayranlık duymak yerine neden kızgınsın ona ve onu yok etmeye çalışıyorsun?

Hayranlık duyduğunda sevgiyle bakarsın ona; kendinde de olsun istersin özendiğin.

Diğer türlüsünde ise, içten içe kendini kemirirsin. Dişlerini sıkar, dudaklarını yersin, içindeki öfkeyi susturmak için. Onda beğendiğini kendinde hayal bile edemezsin, yetersizlik duygusuyla buna layık görmezsin aslında kendini. Bu duygularla doluyken de aslında o güzellikten kendi kendini mahrum edersin.

Kıska(n)çlığını fark et, kıskanıyorsan. Neyi kıskandığını anla ve kabul et. Bu aslında bir egoyla benin karşılıklı konuşması olacak ve belki seni zorlayacak. Bu anda odağını kişiden, kıskandığın özelliğe kaydır ve seçim yap. Bunu kendin için, özgürlüğün için yap.

Herkesin elbisesi kendi bedenine göredir. Sen o bedeni öldürdün ve elbiseyi aldın almasına da bir türlü ondaki gibi durmuyor üstünde. O elbise ona göreydi. Kendi malzemelerinle kendi elbiseni dikmek yerine sen ona saldırıyorsun. Elbiseyi görkemli yapan içindekiydi, elbiseyi taşıyışıydı. Şimdi elinde solgun, çirkin paçavralar var üstünde durmayan; istediğin kadar uydurmaya çalış nafile.

Kıskandığınla savaşmak yerine gizli menfaatleri içeren, barış kisvesi altındaki yok edici anlaşmayı da imzalayabilirsin. Öyle pohpohlarsın ki onu…onu beğenenler bile “Yok canım o kadar da değil.” deme gereği duyar seni içten içe sevindirerek.

Ya da ona büyük bir yücelik etiketi yapıştırırsın, gün gelip de aslında öyle olmadığını kanıtlamak ve güzeli hiçleştirmek için. Böylece yavaş yavaş egonu, pohpohladığının üstüne basarak yukarı çıkarırsın. İçindeki timsahlar neşeyle oynamaya başlar artık.

 Gürültülü bir sesle içine ve dışına bağırırsın “Ben onu beğeniyorum, çok cici, çok harika, şöyle mükemmel böyle şahane….” Bu kadar şatafatla içindeki kıskançlık, kızgınlık depreminin hasarını önleyebilir misin?

Ego kazanır nihayetinde ve sen kaybedersin…

Rüzgar, dağlar, ovalar, zorlu coğrafyalar dolaştı. Bazen bir mağaraya çarpıp içerde hapis kaldı; bazen kasırgaya dönüşüp kendini ve başkalarını kendinden korkuttu ve yok edici oldu. Bazen de keşfedilmemiş okyanuslara dalıp yumuşadı. Esip geçti yılmadan, yorulmadan, cesurca, arkasına bakmadan. Yeşilin kokusunu, mavinin dinginliğini serinliğini, morun büyüleyiciliğini gizemini, turuncunun sıcaklığını neşesini, beyazın bütünselliğini kendine kattı. Ağaçların içinden geçerken, yapraklarının sonsuz huzurla çıkardıkları törensel, mistik sesleri içine doldurdu.

Şimdi sen bunlardan geçen bunlarla olan ”rüzgar” ın sürecini bilmeden, bilmek istemeden, emeksizce onun gibi esmek istiyorsun. İç sesin bunun bedelsiz olamayacağını söylüyor. Egon buna çok kızıyor, kıskanıyor ve olmuşluğu bozmaya çabalıyor kendini hem üstün hem de haklı görmek için.

Kıskandığın sürece Rüzgar senin içine esmeyecek, o güzel kokuları, renkleri, dinginliği, hayatı sana sunmayacak. Ve sen kıskançlık içinde harlanıp yanma pahasına, Rüzgarın olma sürecini yaşamaktan kaçtığın için Rüzgar misali evreni dolaşamayacaksın

Konuşma bittiğinde Mayra kaç kere tekrar etmişti bu cümleleri? Tekrar ettiğinin farkına bile varmadan, olan olana kadar, zaten olanı tekrar ettiğini bilene kadar…

Yorulmuştu ve başını kaldırdığında eserinden, pencereden içeri sabahın ilk ışıkları girmeye başlamıştı. Gözlerinden yaşlar akıyordu, her akan damla ruhunu yıkıyordu.

Kıskançlık duygusu deneyimlenmiş ve özgür bırakılmıştı. Şimdi Mayra’nın içi, her güzelliğe  hayranlık ve sevgiyle gülümsüyordu.

Karanlığı aydınlığa çevirmişti, içine gün doğmuştu ve artık sabahtı.

Share This