İçte kalanlar…
‘Ufacık bir olay, büyütmeye değmez.’
‘Neyse, huzurumuz kaçmasın.’
‘Önemsiz, üstünde durmayayım.’
‘Geçer nasılsa, şimdi ortamı bozmayayım.’

***

Ve geçer gerçekten de zaman. İçine attıklarına yenileri eklenir. Eklenen her cümle bir öncekini daha da uzatır, nihayet ilk cümle anlamını unutur ve fakat  sonradan gelen diğer cümlelerde, kendini bambaşka gerçekleştirir.

İfade edilmeyen incinme kırgınlığa dönüşür, camdaki çatlak misali. Önce ufacık bir taş değer cama, cam çatlar, çatlak yavaş yavaş ilerlemeye başlar. Önünü keskin bir şekilde, keskin bir aletle çizmediğin sürece, camı tamamen kırana kadar devam eder bu kırılma. Ve bummm…Etrafa saçılan cam kırıkları… ki hem küçücüklerdir hem de çok tehlikelidirler.

İncindin, sustun. O bildik cümleleri sıraladın. Zamanla, olayı unuttun o insanla ilişkin sürerken. Ara sıra ufak problemler olur aranızda. Şakayla karışık bir çeşit iğnelemeler başlar belki de. ‘Şaka canım, aaa ne olacak? Amma da kırılgansın!’ sık sık dudaklarından dökülmektedir artık.

İlerler zaman…İşte son damla da gelmiştir bardağı taşıran, aranızda yaşanan ufacık bir terslikle. Olaydan kat be kat büyüktür verdiğin tepki. Ne olup bittiğini anlamadan, saldırgan, bıçkın delikanlı kelimeler, hedefe doğru hızla sıralanır. Karşındaki şaşıp kalır
‘Bu kadar tepki için ne yaptım ki?’ derken kendi kendine.

İlk kırgınlık, kızgınlık anı ile son yaşanan patlama arasında iki kişi de aralarında görünmez bir duvar varmış duygusu yaşar aslında, ‘sebebi bilinmeyen’ bir kopukluk vardır ilişkide, serin bir hava eser de kimse üstünde durmaz, hırka üstüne hırka giymeyi yeğler üşümemek için. Anlamak, yüzleşmek istemez. Bilmek sorumluluk getirir. Nedeni bulunduğunda sorunun, çözüme gitmemek ağır gelir insana.

Kızgınlığını anlatmak mı? ‘of offff çok zor’dur.

Neden zordur peki?

– Çocukken, evinizde ihtilal ilan edilmiş ve generaller ‘Kızgınlık mı?…Yassak dedik ya!’ naraları atmış olabilirler mi’

– Kızgınlığını ifade etmenin bedeli ağır bir şekilde ödetilmiş olabilir mi, tazecik bedenine ve duygularına?

– En yakınlarından red, kaybetme telkini almış olabilir misin, suyun,besinin olan sevgi, güven, onay ihtiyacındayken?

– ‘Kızmak kötü, ben kızgın bir çocuğum, ben kötüyüm’  üçlemesini yaşamış, yaşattırılmış olabilir misin?

Ve böyle bir sonuçtan yola çıkıp ’Öyleyse kızgınlığımı saklamalıyım ki kötülüğümü anlamasınlar. Ya fark ederlerse! Aldığım tepkiyle, tekrar derinimdeki, çocukluğumdaki değersiz, sevilmeyen, yetersiz kendimle karşılaşırsam…Yo yo, gizlerim ben duygularımı, yüzüme şöyle bir gülen maske taktımmı da tamamdır, eh biraz yapış yapış, ama olsun beni saklıyor ya, yeter.’  düşünceleri seni ele geçirmiş olabilir mi?

Tüm bunlar aslında egonun kendi kendini korumasıyken, ‘benin’ yaralanması mıdır, her bastırılan duyguda?

Bekleyen kırgınlık, kızgınlık hasar açıcı askerdir topraklarında; egodan gelen emri sorgulamadan uygulayan, tohumları sağlıklaştıran, çürüten, kaynakları kurutan.

Durgun kirli sudur içindeki, günden güne artan. Altı bataklıktır. Dalgalandırmamaya çalışırsın. Aman ha diptekiler yüzeye çıkmasın! Karıştırma suyu, yoksa için kaldırmaz çamuru.

Beden, ben’e ait olmayanı, kendine uymayanı farklı farklı  biçimlerde dışarı atar, sancılı bir boşaltıma hazırsan. ‘Yok yok, ben buna katlanamam’ dersen, beden onu da kabul eder. ‘Madem çıkarmak niyetinde değilsin, ben de onu kendime eklemleyerek ortadan kaldırırım’ der ve oranda buranda, hormonlu sebzelerdeki gibi, bataklık çıkıntıları oluşur. Sen de biraz bataklıksındır artık.

Kendinin bu halini gördükçe iç aynalarında, öz nefretin büyümeye başlar. Kendinden ve insanlardan kaçmaya odaklanırsın.

Ya da, ağır, boğucu, üstünde hiç de durmayan, pahalı parfümlerle insanlara daha bir sokulursun. Sevilmek için neler neler yapmazsın?…Ne ironidir ki, sevilmek için yaptığın her yapaylık, doğallığına aykırı her şey, bataklığını iyice besler.

Çevrendeki insanlar bir bir uzaklaşır senden.

Beraber olmayı seçenler de olacaktır. Kendi içindeki çamur, senin kokunu alamayacak ve rahatsız olamayacak kadardır belki. Sadece senden kabul göreceği fikriyle sana yapışır. Oh be, daha da büyürsün artık.

Ya da senden beslenen ve asla içinin temizlenmesini istemeyen sivrisinekler dolabilir etrafına.

Ha, üçüncüleri, bataklık kurutucuları soruyorsun!

Kusura bakma ama, sen istemeden ve bedelini ödemeden, onlar yanına bile yaklaşmaz.

Bak sen, şu küçücük kızgınlık nelere de gebeymiş! Breh breh breh…

Zannetme ki içinin arınmasını, sırf seni düşündüğümden istiyorum…O kadar iyi niyetli değilim canım. Biraz kaygılıyım açıkçası.

Ya o sivrisinekler beslene beslene çoğalırlarsa?
Bataklık tohumunu, yeni, taze canlara enjekte ederlerse?
Minikler, bataklık içinde doğup, orda büyümeye bırakılırlarsa?
Değmeyin artık keyiflere…

Aman ha dostlar, tek başına kurtuluş yok.

Gelin be, arınalım, ayıklanalım. İçimizde bastırdığımız kızgınlığın kaynağını bulalım; doğru insana, doğru zamanda, dosdoğru iletelim.

İletelim ki, içimiz, dışımız  bataklık değil engin okyanus olsun.

Bu arada, aklıma takıldı, kertenkeleler de kızdıkları zaman saklarlar mı acaba?

Yok canım sanmam, onlar kertenkele olmakla meşgullerdir sadece. Bu olma haliyle doluyken, bir de içlerine kızgınlığı depolayacak yerleri yoktur sanırım.

Share This