En büyük korkumuzla yüzleştiğimizde aslında korkumuzun gerçek olmadığını görürmüşüz. Öyle diyorlar; yani sanırım ben öyle diyorum; benzer şeyler söyleyenler de var. Diyelim ki evsiz kalmaktan korkuyorsunuz bu en büyük korkunuz olsun; bu duruma düşmemek için elinizden geleni yaparsınız; olmadık borçlar altına girebilir, tutamayacağınız sözler verebilir, mutsuz olacağınız hayatlar kurabilirsiniz. En çok korktuğunuz şey başınıza gelmesin de ne olursa olsun gibi bir duruma dönüşür bu zamanla. Bakmayın öyle anlattığıma hepimiz o kadar çok yaparız ki bunu adeta kanıksamışızdır.
Modern çağda kurduğumuz hayatlar hep korkularımızdan kaçmak üzerine oluşturulmuştur aslında. Parasız kalmaktan korktuğumuz için sevmediğimiz bir işte çalışırız, dışlanmaktan korktuğumuz için uyumlu hissetmediğimiz kişilerle görüşürüz, yalnızlıktan korktuğumuz için kalabalıklar içinde kayboluruz. Evet, hepimiz korkularımıza asla teslim olmamayı seçeriz. Ta ki hayat bizi en çok korktuklarımızla burun buruna getirene kadar… Peki ne olur en çok korktuğumuz şey başımıza gelirse? Muhtemelen korktuğumuz kadar korkunç bir şey olmaz. Belki zorlanırız, yıpranırız, yoruluruz biraz, ama korkarken harcadığımız enerjiden çok daha azını harcarız korktuğumuzun başımıza geldiği anlarda. Çünkü korku gerçek değildir, korku bir aldatmacadır, kendini kandırmadır. Gerçek olan eylemdir, canın harekete geçmesidir. Korku ise pasiftir, edilgendir, sömürücüdür.
Çok sevdiğim bir yoga eğitmeni en çok korktuğu şeyi göze aldığında (en büyük korkusu annesinin evinde yaşamak zorunda kalmakmış) hayatında bir dönüm noktası yaratarak yeni bir yaşantı kurmuş kendine; evini, işini, hayata bakışını tümüyle değiştirmiş. Üstelik korktuğu da başına gelmemiş; yalnızca “Eğer olur da bir gün mecbur kalırsam korktuğum şeyi yapabilirim” demiş kendine; şu ana kadar da bunu yapmak zorunda kalmamış. Demem o ki “Bakalım ne olacak” diyebilirsek rahatlayabilir, böylece mecbur kaldığımızda korktuğumuz şeyle yüzleşebilir ve bu durumdan alnımızın akıyla çıkabiliriz.
Benim en büyük korkularımdan biri sevilmemek, beğenilmemek. Son günlerde ortaya çıktı bu korkum. Hep vardı biliyordum ama görmek istemiyordum demek ki şu ana kadar açık açık dile getirememiştim. Sırf beğenilmemekten korktuğum için severek yapabileceğim pek çok şeyden cayıyorum. Ya sevilmezsem diye girmek istediğim ortamlardan kaçıyorum. Başaramamaktan ölesiye korkuyorum. Yazılarımı beğenmeyecekler diye yazmaktan kaçıyorum. Ertelediğim, yapmak istemediğim pek çok şeyin altından beğenilmezse kaygısı yüzünden yapmadığım çıkıyor. Sonra da “Bak yapmıyorsun istediklerini” diye ayrıca yıpratıyorum kendimi. Oysa teslim olsam, “Beğenilmezse beğenilmesin, varsın sevmesinler beni” diyebilsem belki de farklı kapıları aralamam mümkün.
Mümkün ya, bu illet senden güçlü olmaya çalışıyor, seni yenme derdinde hep. Sen bir adım atıyorsan, bakıyorsun o ikinciyi atmış. Ama yine de ben korkularıma teslim olmamayı seçiyorum. Ölesiye korksam da beğenilmemekten, mutlaka yapabileceklerimi yapmak için çabalıyorum; sevilmeyeceğim korkusu yüzünden sevmekten vazgeçmiyorum; içten yürekten sevdiklerime bağlanıyorum; başaramayacağım korkusu olsa da içimde, anlatmak istediklerimi anlatıyorum sizlere; bin kere caysam da klavyenin başına geçmekten, bin birincide yine oturup yazıyorum. Bu nedenle biraz gecikmeli olsa da yaşıyorum, yaşamaya çalışıyorum. Bu korkumu da yazdım ya belki de bir daha korkmam ya da en azından kibritçi kız gibi köşede sevgisizlikten ölmem belki… Siz de bu yazıyı okudunuz ya belki de korktuklarınızdan kaçmazsınız; korkunuzu görür, bilir, onu tanır ama ona rağmen elinizden geleni yaparsınız arzuladıklarınız için. Kim bilir, korkusuz yaşamak belki hepimiz için mümkündür…
Yurdanur Güleç