Not: Bu yazı 24 Eylül 2014 tarihinde soL Gazetesi Kitap Eki’nde yayımlanmıştır.
“Geçmiş, insanı ezer, geçmişin yükü arttıkça hareket edemezsin.”
O, Bingo Mwalo. Kibera’nın, Nairobi’nin ve muhtemelen dünyanın en hızlı koşan taşıyıcısı. Boyu kısa, aklı uzun, 15 yaşındaki, 1.20’lik Bingo’nun yeraltı dünyasının en meşhur olduğu iki kıtadan biri olan Afrika’da (diğeri elbette ki Amerika) bir çamurdan diğer bir çamura koşuşunun hikâyesi. Deha ve hızın bileşiminden yaratılmış karakter Bingo, nam-ı diğer “cüce”, Nairobi’nin uyuşturucu pazarını ellerinde tutan mafya babalarından Jonny ve Wolf adına çalışan bir kuryedir. Sarhoş ve kumarbaz bir baba ve vahşi bir cinayete kurban giden bir anneden doğma Bingo, acımasızların dünyasında hayatta kalma mücadelesi veren ve kötüler arasında kala kala kendi de kötüleşen ve katılaşan bir adam-çocuktur. Annesi ölürken “koş” demiştir ve o andan itibaren yalnızca ve olabildiğince koşacaktır. Ta ki kendisini evlat edinen Bayan Steele ona bir kimlik verene ve düzenbazlıktan, dolandırıcılıktan daha önemli şeyler olduğunu anlayana dek.
“Birazdan geçmişimden kurtulacaktım, ama bir köle geçmişten nasıl kurtulur?”
Fizyolojik olarak büyüme geriliği olmasına rağmen zihinsel yönden ileri derecede gelişmiş olan Bingo’nun hikâyesinin seyri, bulunması gereken yerde, bulunmaması gereken bir saatte, tanığı olmaması gereken bir cinayete şahit olmasıyla değişecektir. Ancak, değişmeyecek bir şey vardır; “iş iştir, para paradır ve yaşamak sadece hayatta kalmaktır” ve Bingo’nun büyükbabasının da zamanında dediği gibi, “Herkesin kaderi çamurdur.” Romanın ilerleyen sayfalarında cücenin yolu Peder Matthew, ressam Thomas Hunsa, Amerikalı sanat taciri Bayan Steele, otel hizmetlisi Charity, avukat Thaatima ve polis şefi Gihilihili ile kesişirken, roman da, başlardaki sıradanlığından kurtularak sürükleyici ve gizem dolu bir sahtekârlık yarışı anlatısına dönüşür.
“Unutma, Bingo. Tanrı aşk, aşk da paradır. İsa’nın yeryüzüne hediye ettiği temel öğretisi budur.”
Kitabın en güçlü yanlarından bir tanesi, fakir edebiyatı olarak ilerleyebilecek bir öyküden, ustaca kurgulanmış ve keskin bir dille kaleme alınmış bir polisiye edebiyatına dönüşüyor olması. Öyle ki, okurken bir karakterin tam “ne mal olduğunu” anladığınızı düşündüğünüz noktada başka bir sır açığa çıkıyor ve bir sonraki hamleyi daha da merak eder hale geliyorsunuz. Ayrıca yazarın roman boyunca çamur ve koşma metaforlarını birbirine oldukça başarılı biçimde sarmaladığını da eklemek gerekir –ki bu da, geçmişini sırtında taşıyan bir çocuğun dünyanın en hızlı koşucusu olmasını anlaşılır kılıyor. Kitaba dair bir diğer nokta ise, uyuşturucu taşıyıcısı Bingo’nun hikâyesinin anlatıldığı ilk kısımların daha ziyade Nairobi’nin “marjinalliğini” yansıtan bir üçüncü dünya ülkesini yansıtan cinsten üsluba sahipken, işin içine Amerika ve sanat tacirliği mevzuunun girmesiyle yeraltından yer üstüne sızan popülere yakın bir anlatıma geçiyor olması.
Bingo’nun Koşusu, James A. Levine’in Türkçe’ye çevrilen (ki zaten yazarın bunun haricinde yalnızca bir romanı var) ikinci romanı. 2009 yılında yayınlanan ilk romanı Mavi Defter (The Blue Notebook)’in üzerinden geçen beş sene zeki, sinsi ve mizahi bir kurguyu besleyerek yazarın sürükleyici bir romanla okur karşısına sağlam bir duruşla çıkışını hazırlamışa benziyor. Kitabın bir bilim insanı ve tıp doktoru tarafından yazıldığını düşününce insan biraz şaşırıyor. Bu noktada akıllarda şöyle bir soru belirebilir: Polisiye edebiyatın en başarılı yapıtlarından biri olan Sherlock Holmes’te hayalî dedektifimizin en yakın arkadaşı, gözlem ve çıkarım yeteneği sayesinde en büyük yardımcısı olan karakterin bir doktor (Dr.Watson) olması yalnızca bir tesadüf müdür? Bunda, tıp biliminin insana dair neredeyse tüm gizemleri çözebilme potansiyelinin bir payı var mı bilinmez…
Bingo’nun Koşusu, çok gerekli olduğunu düşündüğüm bir özeleştiri yapma vaktinin geldiğinin sinyallerini veren bir kitap oldu. Bu bağlamda muhtemelen pek çok okur ve eleştirmen söyleyeceklerime katılacaktır. Hem okurlar hem de eleştirmenler, okuyacağı ya da hakkında bir şeyler yazacağı kitabı seçerken genellikle bilindik ya da daha “güvenilir” yayınevlerinden ya da yazarlardan çıkan kitaplara yönelme eğilimi gösterir. Bu yöntem, hem zamandan tasarruf hem de kötü bir kitaptan korunmak için takılan bir prezervatif işlevi görür. Dolayısıyla bazen kıyıda kalmış, değerine kavuşamamış, şans yüzüne gülmemiş metinler sayısı yüz binlere ulaşan kitap deryası içinde vurgun yeme tehlikesine maruz kalır. Bunda elbette yayınevinin maddi sermayesinin hacmi ve yaşadığımız dönemin ruhunu yansıtan, “ne kadar piar, o kadar çok satış” mottosunun da büyük payı var. İşte, Hit Kitap yayınları tarafından ve Öznur Özkaya’nın tertemiz çevirisiyle yayınlanan Bingo’nun Koşusu gözden kaçabilecek kitaplardan yalnızca bir tanesi. Bunu çok kişisel bir günah çıkarma ayini olarak görebilirsiniz ki öyledir gerçekten; beklentimin üzerinde çıkan bu kitabı bana tavsiye eden arkadaşım Burak Abatay’a minik bir teşekkür etmek isterim.
Sihirbaz, Prestij, En İyi Teklif, Sherlock Holmes tarzındaki filmlerin veya örneğin, White Collar gibi dizilerin takipçilerini hayal kırıklığına uğratmayacak denli ustaca örülmüş kurgusuyla, dram, aksiyon, gerilim, macera, fantastik ve polisiye türlerinin her birinden bir tutam taşıyan Bingo’nun Koşusu, okurundan çalacağı zamanı hak ediyor. Umarım samanlıkta parlayan iğnelerden biri olur bu kitap sizler için de.