Pencereden dışarıya baktığında gülümsemeye çalışarak, “en azından gökyüzü güzel” dedi. Uzun sürmedi bu hali… Gökyüzü, ona inat edercesine birden karardı, kara bulutlar ortaya çıktı. Bu durumdan hiç hoşlanmadı. Gülümsemeye çalışan suratı birden değişti. Zaten huzursuzdu… Nedenini bilmiyordu ve dışarıdaki hava sanki bunu yüzüne çarpar gibiydi.
 
O gün bayramdı. Kurban Bayramı…

Duymuyorlar, görmüyorlar” diye geziniyordu kendi içinde. Kafasının karışıklığı o an birçok şeyi düşünmesini engelliyordu.

Gözlerinden yaşlar akarken, burnuna garip bir koku geldi. Gittikçe etrafa yayılan kokunun ağırlaştığını fark etti.

Çok ağır bir kokuydu. Sanki bir kurban kesilmiş, günlerce beklemiş, çürümüş gibi… Başı zonkluyordu.

“Kurbanlar, parçalara ayrılan kurbanlar…” dedi. “Parçalara ayrılmak mı?” ….Tekrar “Kurban,” derken kızgınlığı iyice artmıştı.

“Her yanım parça parça, lime lime. Ne kadar çoklar, ne kadar kalabalıklar… Neden durmuyorlar…”

Koro halinde sesler duymaya başladı, ses gittikçe yükseliyordu. ” ‘Biz bir şey yapmadık, biz bir şey yapmadık.’ Nasıl da bıçağı ellerine aldıklarını unutuyorlar hem de o bıçağın vereceği acıyı hiç düşünmeden… Evet, belki de gerçekten hiç bir şey yapmamışsınızdır. Hiçbir çaba, emek harcamamışsınızdır. Anlamıyorlar, anlamıyorlar işte,” derken sesi çatallandı.

”Biliyorum, onlar, sever gibi davrananlardı. Ya hayatınızda olurlar ya da birden hayatınıza girerler. Sahte gülüşleri ve yalan sözleri başlangıçta anlamazsınız. Oysa küçük yüreğiniz sevildiğini sanır. Sadece sevildiğini…

O sevgi kırıntısının bir bedeli olabileceği hiç aklınıza gelmez. Sevdiklerini söylerken de şartları vardır.

Sonra…

Zamanlarını, sende kusur bulmakla geçirirler, sen ise doğal olanı düzeltmeye çalışarak…

Hep haklı çıkmak isterler, senin tek isteğinse mutlu olmak…

Seni susturmak isterler, sen ise konuşmak, anlamak, bilmek…
Senin hesap kitabın yoktur. Onlarda ise sayfalarca…

Anlamazsın neyin yetmediğini… Olmadı sil baştan, olmadı bir daha…

Bir an gelir suçlayıcı sözlerle birlikte, sorumluluk da alamadıklarını görürsün. Geride sadece sessizlik kalır. Sadece sessizlik.” diye düşündü.

“Hatta kaçışlar ve sessizlik, “ derken boğazında soğuk bir dalgalanmayla ürperdi;

“O keskin bıçak bu, biliyorum. Boğazıma sürtüyorlar, zaman yaklaşıyor…
Gözlerine bakmak istiyorum ama karanlık, gözlerim bağlanmış. Gözlerime bakmamak için bağlamışlar. Biliyorlar, göz göze gelirsek gözyaşlarımı, acımı, çığlıklarımı anlamak zorunda kalacaklar…

Karanlıktayım, korkuyorum, sesleniyorum ama duymuyorlar.
Ve işte o bıçak anı. Boğazıma bir darbe, O darbe, susmam için!..
“Durun! Sizler beni sevdiğinizi söylemiştiniz, ne olur yapmayın…”

Kaçmak istiyorum, kaçamıyorum, ayaklarımı da bağlamışlar. Çırpınıyorum ve çırpınmanın işe yaramayacağını biliyorum.

Ölüm anı korkarak, çırpınarak, acı çekerek geliyor. O eller, bıçağı ve boğazımı tutan eller… Sonra artık onları da hissetmiyorum.

Kanlar fışkırıyor boğazımdan. Onlar, o kanı görmek istemezken ben üstlerine fışkırtıyorum kanlarımı. Son kez haykırıyorum, “O kanlar, bana bıraktığınız acım, gözyaşlarım. Nefesim, canım…”

İrkiliyorlar. Bir tek, o kanın üzerlerine bulaşması onları korkutuyor.
Umarsızca derim yüzülüyor, bütün bedenim yırtılırcasına… Sonra parça, parça ve parçalara ayırıyorlar…

Her şey bitiyor.

Öldürmek… Onların yaptığı tek şey, öldürmek…

Bazıları böyle yaşıyordu demek ki korkakça… Kurban seçerek… Yaptıklarını unutarak.”

İçinde gezinirken, bulduğu şey karşısında ürkmüştü.

Birden üşüdü… 

“Kurban” olduğunu fark ederek, kokuyu ta derinlerde hissederek…
Katillerle yaşadığını hatırladı ve üşüdü…
Öldürüldüğünü hatırladı ve üşüdü…
Ve haykırdı;
“Nefret ediyorum sizden, nefret ediyorum. Beni kandırdınız. Nefret, nefret, nefret ediyorum… Sizlere inandığım için, sizlere güvendiğim için, sizleri sevdiğim için…”

Ayağa kalktı. Hırkasını giyerken, o bıçak darbelerinin izlerini taşıyacağını biliyordu…

Share This