Aydan Sümercan’ın Kuraldışı’ndaki ‘’Güzeller Güzeli Marmara’’ başlılıklı yazısını okuyunca, Marmarayı bir “insana”, Marmara’daki oluşumları ise insanın ruhunun derinliklerinde yaşadıklarına benzettim. 

Marmara’nın öyküsü, insanın geçmiş yaşamında ve derinliklerinde bir şeyler birleştikçe ortaya çıkanlara ne kadar benziyor… Örneğin, Karadeniz ve Akdeniz’in birleşmesinde olagelenler… 

Bu öyküden ben, ümitsiz olmamayı, onun da değişim-dönüşüm geçirdiğini, biriken enerjileri (yüklerini) artık boşaltma (deprem) zamanının yaklaştığını fark ettim. Ve bildiğimiz gibi değişim-dönüşüm sarsıcı olur tıpkı içimizdeki depremler gibi… Kendini yenileme yöntemi!

Belki de dünya üzerindeki her şey, benzer yolla nefes alabiliyordur…

Ben Marmara’nın öyküsünde evrenin, denizin, insanın birbirlerine olan benzerliklerini gördüm dersem abartmış olmam sanıyorum.

Yaşamda en küçük şeyle en büyük şey arasındaki bu benzerliğe hayran kaldım.

Bir şeyin geçmişini öğrenince geleceğini de anlamak ve bunun sonucunun hoşumuza gitmese de sarsıcı etkileri olabileceğini bilmek gibi…

Marmara, tek İÇ DENİZmiş!.. Uluslar arası bir iç deniz!… Yani toplumlar arası… Ve iki kıtayı birbirinden ayıran çok özel bir konuma sahip!….

Bütün kıtalar birbirine yapışıkken yer hareketleriyle iki parçaya ayrılıyor… Bu iki parça arasında büyük bir deniz… Bu deniz (okyanus) doğum yapıyor… O parçalar birbirini sıkıştırıyor… Sıkıştırma devam ettikçe bazı şekiller ortaya çıkıyor! Ve sıkışmanın ortasında yükselen bir yerde Marmara dünyaya geliyor ve o, dünyaya gözlerini üç büyük çukurla açıyor!

Küçük Marmara, ne zor şartlarda doğuyor, bu sıkışmaya can mı dayanır? Hem de üç büyük derin çukurla! Sanki bir çocuğun doğumu gibi…

Tıpkı bir ailenin,  tek bir bütünün parçaları gibi… İki ayrı parça… Erkek ve kadın… Sonra dünyaya gelen bir çocuk… 

Doğum anında çocuk, hem kadının hem de erkeğin özelliklerini içinde barındırıyor ama henüz farkında değil. Üç büyük derin çukur!… Kadın ve erkeğin (anne-baba) özellikleri ve de çocuğun özellikleri… Ve bunlar çocuğun bütününü oluşturuyor.  Aynen Marmara gibi…

Bu arada büyük bir okyanustan (Hayat, yaşam pınarı) oluşan Akdeniz’in suları, doğal yollarla (ya da doğa olaylarıyla) Marmara’ya karışıyor. Ve Marmara artık büyüme çağında…

Yaşamına, doğasına onu katıyor ve küçük bir deniz olmaktan büyük bir deniz olma yolculuğu başlıyor. Tabi bu arada bu büyüme onu etkiliyor; kırılmalar (faylar) oluyor.

Ona geçmişte Mermer diyenler artık “İç Deniz Marmara” diyor… Doğuştan çukurları olan Marmara’nın yaşamına doğal oluşumlar girmeye ve bunlardan da başka oluşumlar çıkmaya başlıyor. 
Yeni oluşumlar eski haline etki ediyor ve kırılmalar yaratıyor. Bu doğal yolla gelen olaylar, içinde çöküntü oluşturduğu için olumsuz gibi görünse de onu başka kollara, yönlere doğru ilerlemeye itiyor.

Çocuk olan gencin yeni ve doğal şeyleri içine alması gibi… Çünkü bir genç de yavaş yavaş içinde birçok özelliklerini görür ve farklı alanlara yönelir. Artık çocukluktan çıkmıştır ve dünyası zenginleşiyordur.
Bu durum bazen olumsuz gibi görünse de çocuğun bazı özelliklerini değiştirir. Bunun sonucunda kırılmalar, incinmeler, çöküntüler olabilir.

Çocuk büyümeye başladıkça eski hali de değişime uğrar. Genç, hem anne-babasının hem çevresinin hem de kendisinin oluşturduğu bazı özellikleri içinde taşımaya başlar. Ama bir taraftan da bu karışım, kendine başka yollar çıkartır. Yani yeni kollara ayrılır!.. Kendi çıkış yolları, içten yol alan yeni oluşumlar!

Değişim devam ediyor hem Marmara için hem de insan için…

Akdeniz ve Karadeniz ise kendi halinde, biri açık deniz olarak diğeri de kapalı deniz olarak yaşamlarını sürdürüyor.

Gün geliyor, kapalı deniz olan Karadeniz ve açık deniz olan Akdeniz, Marmara’nın içinde buluşuyor… Akdeniz ile Karadeniz Marmara’nın içinde evleniyor. Ama biri yüzeyde diğeri zeminde!..

Yüzeyde kapalılık yani çevresel oluşum, zeminde doğallıkla gelen açıklık!

Yıllardır zemininde sıkışma, çöküntü, çukur ve derinlik barındıran o büyük iç deniz bunun altından nasıl kalkacak? 

Ve  tüm bunların hepsi içinde ayrı bir bütün oluşturuyorsa?!.. Bu yığılma gibi görünen şey onu nasıl etkileyecek?

Ya arada kalan, kendiyle bütünleşmekte zorlanan yetişkin insanın hali ne olacak?  

Evet, gün geliyor, yetişkin bir insan da biri kapalı yani toplumsal, diğeri açık yani doğal olan yaşamlar arasında sıkışıp kalmıyor mu?

Derinlerde var olma isteği, yaşama coşkusu, yüzeyde ise toplumsal kalıplar!  Bu ikisi bir baskı yaratmaz mı? O küçük çocuğun doğumundan yetişkin olma sürecine kadar yaşadıkları onu zorlamaz mı? İki arada sıkışmaz mı? İçinde çöküntüler, çukurlar oluşmaz mı?

Adı Mermer olan Marmara’nın derinliklerinde neler oluyor peki? Artık yıllardır biriktirdiği şeylerde kırılmalar başlıyor! Büyüyerek artıyor!

Peki ne olacak bu kadar şeyi içinde barındıran bir iç denizde? Ya da yetişkin bir insanda!!!

İkisi de “YETER ARTIK! Kendi sürecimi yaşamak ve var olmak istiyorum!” demezler mi?

İşte biz o anda bazı sesler duyarız. Çünkü onlar kendilerini açığa çıkarmak ve doğallıklarını yaşamak zorundalar!..

Doğa, kendini yaşamak ve kendi depremlerini yaratmak zorunda! Tekrar tekrar, tekrar tekrar!..

İnsan da böyle değil midir? Toplumsal birçok şeyi içinde barındırıp, kendini yaşayamadığında patlamaz mı? Kendi depremlerini yaratmaz mı? Patlamalar hem içimizde hem de dışımızda olmaz mı? Tekrar tekrar, tekrar tekrar!…

Neden ‘’büyük bir deprem’’ diyorlar? İşte tüm bunlardan dolayı… Çünkü insan gibi deniz, deniz gibi insan olan var oluş, kendi doğasını yaşamak istiyor!

Bu da bazı doğa olaylarının 50-60 yılda bir olma nedenini açıklamıyor mu?
 
Müthiş bir gezegende yaşıyoruz, gerçekten müthiş… Her şey kendi sürecinde ve doğallığında yaşanıyor! Sonuçları ürkütücü görünse de!

Share This