mektup
Sevgili Okur,
Hayallerimde sana bu satırları Sakız adasından yazıyor olacaktım. Güneşli ama serin bir günde, eski bir taş evin avlusundan, kahvaltı artıklarımın durduğu bir tahta masadan yazacaktım. Aklımda böyle bir resim vardı. Planım elli gün, elli gecedir sürdürdüğüm seyahatimi Sakız adasındaki bir hafta sonu ile taçlandırıp İstanbul’a dönmek; dönüşümün üzerinden on iki saat bile geçmeden bir ay sürecek çok yoğun ders programıma başlamaktı.
Zannedersem ki ilahi müdahale oldu. Yüce Tanrı bile “İnsaf bre kızım” dedi bana. Sakız’a gidemedim. Fırtına çıktı, tekne bozuldu, bekledik, öteki tekne gelmedi filan… Neticede ben geceyi 4 yaşımdan beri ilk defa ziyaret ettiğim Çeşme’de geçirdim. Sakız’a gidemediğim gibi ertesi sabah şartlar öyle bir dizildi ki İstanbul’a anneciğim evine dönmekten başka bir tercih yapamayacağımı anladım.
Şimdi sevgili okur, bu mektubu annemin salonundan yazıyorum. Evimiz mis gibi kahve kokuyor ve tatlı sesli bir hanım Rumca şarkılar söylüyor. Ne diyeyim? Direnmeyip de hayatın bana sunduğuna gözümü açtığımda aklımdaki en son resmin aslında en çok hasretini çektiğim olduğunu anladım. İnsanın evi gibisi yok!
Geçen ayın tamamını yollarda geçirdim. Öyle ki en uzun kaldığım İzmir’de bile aynı yastığa baş koyduğum gecelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Orada bile bir evden diğerine taşınmayı başardım. Tabiatım itibarı ile hareketi seviyorum. Annemle babam tanışıp evlendikleri zaman turist rehberliği yapıyorlarmış. Bir rivayete göre benim ana rahmime düşmem de zaten yollarda gerçekleşmiş, o yüzden böyle bir kapıdan girdiğim anda ne zaman çıkacağımı düşünürmüşüm.
Velhasıl elli gün, elli gece boyuna gezip tozduysam, turistlik ettiğim sanılmasın. Takip ettiğim bir yol, bir amacım vardı. Bir tutkunun peşinden gidiyordum. Şu anda üzerinde çalıştığım kitabım için araştırma yolculuğuydu bu. Kitap nihayetinde nasıl bir şey olacak bilmeye imkan yok tabii ama onu yaratmak için girdiğim yol ve tanıştığım insanlar benim hayatımda yepyeni bir devir başlattı, orası kesin.
İzmir’de resmi tarihin bize dayattığı söylemin dışına çıkma gayreti ile kurulmuş Yüzleşme Atölye’sinin büyük İzmir yangını ve öncesi/sırası/sonrasında yaşanan insanlık trajedisinin (Yunancası Büyük Facia) belki de ilk kez konuşulduğu, tartışıldığı, filmler yolu ile hatırlandığı (belki de ilk defa öğrenildiği) etkinliklerine katılma imkanı buldum. Bu etkinlikler sırasında bir dolu yeni dost edindim. Her biri diğerinden daha kıymetli… Beni bilirsin sevgili okur, pek sosyal bir tip sayılmam. Kahvelerde tek başına gezer, yalnız yemek yerim, en iyi arkadaşlarımdan birisi kendimdir, yalnız başıma sıkıldığım hiç olmamıştır. İşte o ben İzmir ortamında sosyal, konuşkan bir kelebeğe dönüştü. Her gün kahveler, yemekler, gece gezmeleri… Daha neler neler!
İzmir’in neşeli, şen, rahat ortamı beni de çarptı muhakkak ama başka bir şey daha vardı. Şu amaç meselesi. Doğru zamanda, doğru yerde olduğumu hissediyordum. Başka zamanlarda arka plandaki statik gibi cızırdayan huzursuzluk İzmir günlerimde mevcut değildi. Böylesi bir huzur ancak yoga dersi verirken, bir de bizim Bey ile kahkaha atarken gelir. Hayatın bana biçtiği amacı besleyen bir faaliyet içindeyim duygusu bu. Bütün kaynaklarım, enerjim, param, zamanım doğru yere akıyor, hissi. Hal böyle olunca bir hafiflik geliyor insana. Yogada kas gücünün yerini nefesin aldığı anlardaki hafifleme, lüzumsuz çaba sarf etmeden akıp gidebilme hali gibi…
İzmir’de geçirdiğim dokuz gün boyunca doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanlar arasında olduğumu bilmenin huzuru ile yüreğim açıldı, kendime koyduğum kurallar da o arada eridi gitti ve ne istediğime, ne yaptığıma dair kafamda karışık duran bir şeyler hizaya girdi.
Devamında Atina’ya geçtim. Bu hal orada da devam etti. Tamam Atina da İzmir kadar eski bir medeniyet ve eski İzmir (Smirni) nüfusunun yarısı oraya göçmeden önce de tam kapasite işleyen bir medeniyet ama ben ne yapsam onu İzmir’in devamı olarak görmeden edemiyorum. Belki konuştuğum istisnasız her iki insandan birinin ninesi orada doğmuş, dedesi orada ölmüş olduğu için. Büyük facia sırasında İzmir’in Rum halkı can havli ile kendini karşı kıyıya atarken ilk yerleştikleri yerler Atina’nın etekleri olmuş. Bugün de oralara giderseniz eski mülteci ailelerinin çocuklarının hala aynı mahallelerde yaşadığını görürsünüz.
Yüzleşme Atölye’sinin etkinlikleri sırasında konuşan tarihçi Vangelis Kechriotis “İzmir Yunanlıların hafızasında büyülü bir rüyadır,” dedi. Ben de Atina’nın Nea Smirni (Yeni İzmir) semtinde eskinin izlerini sürerken genç yaşlı konuştuğum her insanın dudaklarında o yitik hayalin hüzünlü tebessümü ile karşılaştım. Orada da aynı his içimdeydi. Bu dünyaya bir tek şey yapmak için gelmişsek –ki her geçen gün buna biraz daha inanıyorum- ben o şeyin yakınlarında dolanıyordum. Yine dünya kadar kıymetli insan ve uzatılan yardım ellerinden serseme dönmüş bir ben tabii ki… Mini mucize kabilinden bir dolu tesadüf de cabası!
İstanbul’a indiğimde üzerimde beyaz şile bezinden bir elbise vardı, ayağımda Datça’dan aldığım sandaletlerim. Bavulumu çekeleyerek metroya bindiğimde insanların bana neden o kadar tuhaf baktıklarını evvela anlamadım. Vücudum şehre inmişti ama aklım kim bilir neredeydi? Yavaş yavaş etrafımdaki siyah ceketlerin, şimdiden asılmış yüzlerin, eşarpların, botların ayrımına vardım.
Ben yokken İstanbul’a kış gelmiş.
“Kız, zatürree olacaksın. Bir ceket alsaydın ya sırtına,” dedi bizim mahalledeki çiçekçi Münevver. Haklı. Yağmur kırbaç gibi iniyor yüzüme, çıplak bacaklarıma. Bavul çektikçe ağırlaşıyor.
Nihayet annemin evinden içeri girdim. İçerisi sıcak, mis gibi kahve kokuyor, tatlı bir Rumca şarkı çalıyor…
Yine o his… Doğru yer, doğru zaman. Hayat hizaya girmiş. Kanepeye yatıp, kediyi kucağıma çağırdım. Ben bir süre bir yere kalkmam artık sevgili okur. Ararsan evdeyim.
Esen kal,
Defne
Hamiş: Mektubuma bir de fotoğraf ekliyorum. Atina’da önüme serilen dev eski İzmir haritasının önünde diz çökerken göreceksin beni. Yitik bir şehirde yolumu bulunca nasıl da mest olmuşum, yüzümden belli!

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/mektup/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/mektup/" data-text="Mektup" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/mektup/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>İstanbul doğumlu yazar, Hatha Yoga öğrencisi ve eğitmeni, sosyolog, Prof. Macit Gökberk’in ilk torunu ve tanıdığı veya tanımadığı pek çok kişi için ilham kaynağı olan, kendini belli bir coğrafyaya ait hissetmeyen bir dünya vatandaşı. Defne Suman&#8217;ın, insan doğasına olan ilgisi ve insanın derinliklerini keşfetme ihtiyacı, onu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü&#8217;nde yüksek lisans eğitimini tamamlamaya kadar getirdi. Bir adım ötede Amerika&#8217;nın prestijli bir üniversitesinde doktora yapmak yatarken, o yeni bir yol seçerek akademisyenliği bırakıp yola çıktı. </p> <p>2003 yılından beri dört kıtada seyahat ederek Zhander Remete’nin rehberliğinde yoga öğreniyor ve öğretiyor. Atina, İstanbul ve Oregon’da soluklanıyor. Çocukluk yıllarından beri okuma ve yazma ile haşır neşir olan Defne on üç yaşından sonra yazılarını gözlerden uzak tutmaya karar verdi. Okur ile buluşması ise maneviyatın izinde iç dünyasını keşfettiği yıllarına denk gelir. Kendi deyimiyle “üzerine sinmiş tecrübelerin merceğinden bakıp da gördüğü insana, topluma, yaşama dair” yazıyor. En büyük ilham kaynağı sahici olana karşı duyduğu merak ve başlıca tatmin alanı da hakikati ifade etmenin insanları birbirine bağlayan eşsiz tabiatı.</p> <p>İlk kitabı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/mavi-orman/" target="_blank">Mavi Orman</a> Şubat 2011’de Kuraldışı yayınevinden çıktı. Mavi Orman&#8217;ı, 2013&#8217;te ilk romanı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/saklambac/" target="_blank">Saklambaç</a> izledi ve Yunanistan’da ve Türkiye’de aynı anda çıkacak olan yeni romanı Emanet Zaman ise tarihin bambaşka bir penceresinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki İzmir’inden yine insana bakıyor, bütün sevinçleri, kederleri ve çaresizliği içinde insanı anlamaya çalışıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This