Bu yazı Nil Gün’ün 2010 yılında yayımlanan Geleceği Hatırlamak adlı kitabından alıntıdır.
Ekoloji Dostu
“Bildiğim kadarıyla kenevir kâğıdı ilk kez MÖ 100. yılda Çin’de üretildi” dedim. “MS 100. yılda ise Romalılar kenevir çiftçiliğinin nasıl yapılacağına dair bir rehber kitapçık yazdılar. O zamandan beri de tüm dünyada ekilip biçiliyor ve kâğıt olarak kullanılıyor. MS 1150 yılında Müslümanlar ilk kenevir değirmenini yarattılar. Sonraki sekiz yüz yıl boyunca çoğu medeniyetlerin kullandığı kâğıt kenevirden elde edildi.”
“Buna ABD de dâhil” dedi Mergen.
“ABD’de de kenevir kâğıdı kullanıyordu öyle mi?” dedim hayretle.
“Encyclopedia Britannica yüz elli yıl boyunca kenevir kâğıdına basıldı. 1880’li yıllara kadar tüm ders kitapları kenevir kâğıdına basıldı. On yedinci ve on sekizinci yüzyılda ABD’de kenevir yetiştirmemek yasaya aykırıydı” diye tarih bilgimi tazeledi Akana.
Mergen onun bıraktığı yerden devam etti: “Virginia eyaletinde 1763-1769 yılları arasında kenevir yetiştirmeyi kabul etmeyen çiftçiler hapse atılabiliyordu. Bu yıllarda vatandaşlar vergilerini tıpkı para gibi nakit yerine geçen kenevirle ödeyebiliyordu. Amerika’nın kurucu başkanlarından George Washington ve Thomas Jefferson kenevir yetiştiriyordu. Benjamin Franklin, kenevir kâğıdı üreten bir değirmenin sahibiydi.
“Yirminci yüzyıla kadar kenevir Amerika’da en çok üretilen üründü. 1916 yılında, ABD hükümeti 1940 yılına kadar tüm kâğıdın kenevirden elde edileceğini, böylece ağaç kesimine son verileceğini öngörüyordu. Ağaç kâğıdı endüstrisinin neden kenevirin yasaklanmasını istediğini anladın mı şimdi?”
“Çok iyi anladım. Peki, petrol şirketleri neden kenevirin yasaklanmasını istedi?”
“Kenevir, ekoloji dostu bir biyoyakıttır” dedi Akana. “Petrolün ve petrokimya ürünlerinin kullanıldığı her alanda kenevir kullanılabilir. Buna araba yakıtı da dâhil. Belki bilirsin, Henry Ford’un ilk ModelT arabası kenevir yakıtı ile çalışıyordu.”
“Arabanın gövdesi bile kenevirden yapılmıştı” diye onu onayladı Mergen. “Arabanın kenevir plastik panelleri çelikten on misli daha güçlüydü. Basın mensuplarının önünde eline kocaman bir balta almış, arabanın kapısına hızla vurarak kenevirden yapılmış arabasının ne kadar güçlü olduğunu göstermişti. Baltanın vurduğu noktada en ufak bir çöküntü bile oluşmamıştı.”
Akana araya girdi: “Arabanın dayanıklılığı çelikten yapılan bir arabadan ‘on misli’ daha fazla ve ağırlığı üçte bir oranında daha hafifti. Arabanın hafif olması yakıt tüketimini azaltıyordu. Zaten yakıt olarak da kenevir yağını kullanıyordu. Araba her yönüyle çevre dostuydu. Bu araba gelir düzeyi düşük insanlar için de idealdi. Yakıtını bile arka bahçenizde üreterek benzin masrafından kurtulabilirdiniz.”
“Demek ki” dedim, “Bugün insanlar Ford’un çevre dostu arabasını kullansalar, iki arabanın çarpışması bile şimdiki yüksek sigorta primlerine ve yüksek tamir masraflarına yol açmayacaktı. Hasarlar minimum düzeyde olacaktı. Yaralanma ve can kaybı oranı çok düşük olacaktı.”
“Kenevir yakıtı sayesinde, benzinin yarattığı egzoz dumanı havayı kirletmeyecekti. Ayrıca kenevir bazlı asfaltlar yapılsa, yollar, otobanlar asırlar boyunca dayanıklı kalacaktı” diye sözümü tamamladı Akana. “Fransa’da yüzyıllarca önce kenevir ve kireçten yapılmış köprüler var. Yolların ve köprülerin sürekli tamir edilmek zorunda kalınmaması vergilerden toplanan gelirin ziyan edilmemesini de sağlayacaktı.”
“Ford neden bu rüyasının ilk örneğini gerçekleştirdiği halde arabasını yaygın olarak kullanılır hale getiremedi?” diye sordum.
“Anlaşıldı” dedi Mergen içini çekerek. “Biraz tarih bilgini pekiştirmemiz ve senin zamanında hâlâ bazılarının komplo teorisi olarak baktığı birtakım gerçekleri aydınlığa kavuşturmamız gerekecek” diye başladı anlatmaya.”
“Hearst Kâğıt Üretimi’nin ve ülke çapında gazete ve dergilerin sahibi medya imparatoru William Randolph Hearst çok geniş ormanlık bir araziye sahipti. Kenevir kâğıdı yüzünden milyarlarca dolarlık kaybı olabilirdi. Maddi kaybını bir şekilde durdurmalı ve ağaçtan imal edilen kâğıdın yine kendisinden alınmasını sağlamalıydı.
“Modern dünyanın en zengin adamı olarak bilinen Rockefeller Standard Oil petrol şirketinin sahibiydi. Petrol o zamanlar çok ucuzdu ve her yerdeydi. Kenevirden üretilen biyoyakıt petrolün rakibiydi.”
“Rockefeller ABD’de alternatif tıbbın gelişimini engellemede de büyük rol oynamıştır. Rockefeller Enstitüsü’nün yayımladığı eğitim raporlarında tıp fakültelerine bağış yapanların bitkisel tedavilere dayanan alternatif tıbbı yani doğal tıbbı ve şifalı bitki bilimini desteklememeleri gerektiği vurgulanıyordu. Gerekçesi ise alternatif tıbbı savunanların yeterli laboratuarları ve ders kitapları olmamasıydı. Gerçek neden ise kenevir gibi bitkisel yağlardan, petrol alternatifinin üretilmesi tehdidiydi.”
“1937’de Dupont şirketi petrol ve kömürden yapılan plastik üretiminin patentini almıştı. Dupont, bildiğin gibi, General Motors’un sahibiydi. Dupont’un ana hissedarı da Andrew Mellon adında biriydi. Bu Andrew Mellon, aynı zamanda Rockefeller’in petrol şirketiyle bağlantılıydı.”
“Dupont Yıllık Raporu’nda şirket hissedarlarını yeni petrokimya üzerine yatırım yapmaya teşvik etti. Naylonun patentini almışlardı. Plastik, selofan, metanol, naylon, rayon, dakron vb. artık petrolden üretilebilirdi. Ama bir sorun vardı. Doğal kenevir endüstrisi, Dupont’un yüzde seksen oranında gelirine engel olabilirdi.”
“Andrew Mellon, ABD başkanı Hoover’in hazine bakanı olmayı başardı. Evlilikle yeğeni olan Harry J. Anslinger’i de ‘Federal Narkotik ve Tehlikeli Uyuşturucular Bürosu’nun başına atadı. Artık politikada kilit noktaları da ele geçirmişlerdi.”
“Hearst, Dupont, Rockefeller ve ilaç firmaları kendi aralarında yaptıkları gizli toplantılar sonucunda kenevirin, kendi milyarlarca dolarlık imparatorluklarına tehdit olduğuna karar verdiler. Kendi imparatorluklarının hüküm sürmesi için kenevir ortadan kalkmalıydı.”
“Bu adamlar Meksikalıların kullandığı bir argo kelime olan ‘marihuana’ sözcüğünü alıp Hearst’in gazeteleri aracılığıyla ‘dünyanın en tehlikeli uyuşturucusu’ olarak Amerika’nın bilincine kazıdılar. Amaçları, marihuana ismiyle insanlara yararlı kenevir bitkisinin aslında aynı bitki olduğunu unutturmaktı” diyen Mergen biraz soluklanmak için sustu.
Bunu fırsat bilen Akana şu açıklamayı yaptı: “Dünya tarihinin gidişatını ve olayların iç yüzünü anlatırken Amerika’ya bu kadar çok vurgu yapmamızın sebebi sonunda süper güç olarak bütün dünya kültürlerinin kaderini derinden etkilemiş olmaları” dedi.
“Kesinlikle” dedi Mergen ve kaldığı yerden devam etti: “Uyuşturucuyla savaş adı altında marihuana bitkisinin ekilmesini ve kullanılmasını yasaklatmayı başardıklarında kenevir yetiştirmenin de sonu gelmiş olacaktı. Ayrıca bildiğin gibi, Hearst, magazin ve boyalı basın olarak tanımlanan gazeteleri ve dergileri dünyada ilk başlatan insandır. Böylece, marihuananın korkunçluğu ve zararları hakkında uydurulan akıl almaz hikâyeler gazete başlıklarına taşınmaya başlandı. Medyanın yalan çarkları hızla dönüyordu.”
“Marihuananın zararlarını anlatan çizgi romanlar ve bültenler okullara, kiliselere dağıtılıyordu. Çizgi romanlarda marihuananın gençlere yaptırdığı korkunç şeyler anlatılıyordu. Örneğin; marihuana bağımlısı bir genç, uyuşturucunun etkisiyle tüm ailesini baltayla katlediyordu. Bu endüstri devleri tarafından ısmarlanarak çekilen ‘Reefer Madness’ (Esrarlı Sigara Çılgınlığı1936), ‘Marihuana: Assassin of Youth’ (Marihuana: Gençliğin Katli1935) ve ‘Marihuana: The Devil’s Weed’ (Marihuana: Şeytanın Otu1936) gibi propaganda filmleri halkın gözünde bir düşman yaratmayı hedefliyordu. Bu filmlerde, marihuananın insanı cani yaptığını, içenin akıl hastanesine kapatıldığını, dünyanın en tehlikeli ve ölümcül uyuşturucusu olduğunu empoze ettiler. Çünkü marihuana kullanan gençler daha sonra eroin batağına saplanıyordu. Marihuana uyuşturucu bağımlılıklarının giriş kapısıydı. Filmler her zamanki ‘The End (Son)’ yazısıyla bitmiyordu. Bunun yerine ekranda uzun süre şu yazı beliriyordu: Çocuklarınıza anlatın!
“Amaç, halkın desteğini alarak marihuana karşıtı yasaların kongreden geçirilmesini sağlamaktı. Ama asıl dertleri kenevir ekimini önlemekti.”
“1930’lu yıllarda insanlar cahillik boyutunda saftı” diye araya girdim. “Halk kitleleri koyun gibi gücü ellerinde tutan insanların kendilerine yol göstermesini bekliyordu. Otoriteyi sorgulamıyorlardı bile. Eğer gazetede veya radyoda bir haber yer alıyorsa, bu bilgi doğru olmalıydı. Bu antipropagandadan etkilenmeleri hiç de zor olmamıştı.”
“Ve anne babalar bunu çocuklarına anlattılar” dedi Akana.
“O çocuklar da büyüyüp 68 kuşağının anne babaları oldular ama” diye ekledim. Onca propaganda, iki nesil sonra ters tepmişti. 68 kuşağı marihuanayı yaygın biçimde kullanıyordu, diye düşündüm.
Sahtekârlık
“Propaganda başarılı olmuştu. Marihuana Vergi Yasası kongreden geçti” diye devam etti Mergen. “Yasa önerisi doğrudan ‘House Ways and Means Committee’ isimli komiteye sunulmuştu. Bu komite bir yasa önerisini diğer komitelere danışmadan kongreye sunabilme yetkisine sahip olan tek komiteydi. Bu komitenin başında ise bir Dupont destekçisi olan Robert Doughton vardı. Yasanın kongreden geçeceğine dair Dupont’lara söz verdi.”
“Komite toplantısına bilgi vermek üzere bir Amerikan Tıp Derneği (AMA) temsilcisi katıldığında artık geç kalınmıştı” dedi Akana. “Bir hekim ve avukat olan Dr. James Woodward, o ana kadar AMA’nın yasanın geçmesine karşı çıkmama gerekçesini de Tıp Derneği’nin marihuana diye kast edilen şeyin kenevir olduğunu bilmemesi olarak açıkladı.”
“Marihuana propagandası gerçekten işe yaramış” dedim. “Baksanıza, doktorlar bile marihuananın kenevirden farklı bir şey olduğunu sanmışlar. Yasaya karşı çıkacak çoğu insanın zihninde böyle bir bağlantı oluşmamış demek.”
“Tamamen öyle” dedi Akana. “O dönemde çok az kişi Hearst gazetelerinin ilk sayfalarında okudukları ölümcül marihuananın kenevir olduğunu fark etmişti. Amerikan Tıp Derneği için kanabis yani kendir olarak da bilinen kenevir bir İlaçtı. Son yüzyıldır satılan birçok sağlık ürününün içinde kenevir vardı.”
Mergen araya girdi tekrar: “Dr. Woodward, Federal Narkotik ve Tehlikeli Uyuşturucular Bürosu başkanı Anslinger’in iddia ettiği şeylerin yalan olduğunu (ilgili organizasyonların raporlarıyla destekleyerek) söylüyordu. Ne hapishanelerde, ne okul çağı çocuklarında, ne akıl hastanelerinde tek bir marihuana bağımlısı vardı. Üstelik Anslinger’in yasa önerisini kongreye AMA’nın da desteklediğini söyleyerek sunmasının bir sahtekârlık olduğunu söyledi. Anslinger, ‘Sükût ikrardan gelir’ kavramını desteklemek olarak yorumlamıştı.”
“Aslinger’in, ırkçı söylemleriyle dikkat çeken bir figür olduğunu hatırladım şimdi siz söyleyince” dedim. “Şuna benzer beyanları olmamış mıydı: ‘ABD’de yüz bin marihuana içicisi var. Bunların çoğu zenci, Meksikalı, Filipinli ve eğlence dünyasından insanlar. Bu müzisyenlerin satanik müzikleri, caz ve swing marihuana kullanımından kaynaklanıyor. Bu tür müziklerin dinlenilmemesi gerekir. Beyaz kadınlar marihuana yüzünden zenci erkeklerle seks yapıyor. Bu da ırkları bozuyor.”
“Keneviri yasaklatmak için bunca çabayı gösteren Hearst, Mellon ve Rockefeller da ırkçıydı” dedi Akana.
Baskı
“Dupont ve Standard Oil şirketlerinin, yani Mellon ve Rockefeller’ın daha sonraki yıllarda Almanya’da Hitler ve Nazi yönetimine finansör olup zenginliklerine zenginlik kattıklarını hatırlatırım” dedi Mergen.
Akana hüzünle anlatıyordu: “Kenevirin yasadışı ilan edilmesinden sonra kenevir ekim tarlaları yakılmaya zorlandı. Kenevir içeren otuz sekiz ilacın satışı yasaklandı. Yerkürede insana, hayvanlara ve ekosisteme en yararlı bitkilerden biri olan kenevir çok tehlikeli uyuşturucu olarak ilan edildi.”
“Marihuana Vergi Yasası ile alınan yüksek vergi, sadece bu bitkiyi üreten çiftçilerden değil, kenevir ilacını hastalarının reçetelerine yazan hekimlerden, veterinerlerden, ticari ürün üretenlerden, alanlardan, satanlardan, ithal edenlerden de alınıyordu. Ayrıca beş yıl hapis cezası da korkutucuydu. Daha sonra hapis ve para cezası mantık dışı boyutlarda arttırıldı. Örneğin; birisine tek bir marihuana sigarası satarken yakalanan kişiye müebbet hapis cezası veriliyordu” dedi Mergen.
“Bu vergi kenevir üreten çiftçilerin iflas etmesine neden oldu” diye ekledi Akana. “Hekimler marihuana vergi pullarını satın aldıktan sonra bile kenevir temelli bir ilacı hastalarına verirlerse hastalarının isimlerini, adreslerini ve neden bu ilacı verdiklerini, tarihi ve miktarı detaylı olarak rapor etmek zorundaydılar. Aksi takdirde hekim ve hasta hapis ve para cezasına maruz kalacaktı. Doğal olarak bu baskı, hekimleri hastalarını ilaç firmalarının ürettiği kimyasal ilaçlarla tedavi etmeye zorladı. Kenevir ilaçlarıyla tedavi sona erdi. Yan etkilerinin zararı, tedavi ettiği şeyden daha fazla olan kimyasal ilaçlar yükselişe geçiyordu.”
“Kenevir ürünlerine konulan yüksek vergi, kenevir ürünleri üretmeyi sürdürülebilir olmaktan çıkardı. Böylece kullanımı gittikçe azaldı, azaldı, azaldı ve sadece bir avuç bilinçli üretici ve tüketicinin alışverişi ile sınırlandı” dedi Mergen.
“Gezegenimiz de o zamandan sizin zamanınıza kadar bunun acısını çekiyor” dedi Akana.
Kaynak: Geleceği Hatırlamak/Nil Gün/Kuraldışı Yayınları 2010