Okyanus kadar engin potansiyelinin zerresini dünyaya damlatamamış bir annenin, 100 metre engelli yarışta koşarken obua çalan çocuğunun, yarışın son metrelerinde 2. olacağını fark edip yarıştan çekilmesine neden olan duygular toplamının süslü adıdır mükemmeliyetçilik. Yıllar boyu kendi gösteremediği varlığın, yarattığı canlıda daha iyisiyle vukuu bulma beklentisinin bir türlü karşılanamamasına, karşılandığı durumların da Evren’in geri kalanından daha üst mertebede olması durumuna denir.

Anne için çocuğunun yaptığı şey mükemmeldir, yapamadığıysa mükemmeliyetçiliği yüzündendir. Hep daha iyisinin var olduğunu bilen anne, çocuğunu dünyanın en tatlı ve en zehirli pastasıyla besler durur. Çocuk, annesinin peri kızı edasıyla verdiği pasta dilimlerini, önceleri kötü bir cadının elinden yer gibi yüzünü buruşturarak mecburen yese de zamanla hem pastanın tadına alışır hem de kötü cadı ona peri kızı gibi görünmeye başlar. Pastayı yedikçe etiketi de her tarafına yapışır.

Hatta yaşı ilerledikçe pasta da etiketi de bağımlılık yapar çocukta. Hem tadı güzeldir hem de etiketi çok süslü. Bu pasta hayatını da hayli kolaylaştırır, egosunu besler ama aslında şişmanlatır. Ne de olsa yaptığı mükemmeldir, yapmadığıysa mükemmeliyetçiliği yüzündendir.

Tadı güzeldir de bir o kadar da zararlıdır ama bir türlü fark edemez. Hayatın tadını hiç alamaz mesela, her zaman biraz daha fazla/az, tuzlu/ekşi/tatlı/acı olabilir hayatı. Biraz daha az durmuş olabilir fırında ya da üstü hafif çıtır olsa daha mı iyi olurdu ne? Armudun sapı, üzümün çöpü vardır -ki sonunda aç kalır. Karpuz çekirdeksiz, peynir deliksiz, balık kılçıksız olsa daha mı güzel olur ne? Aslında biraz olsa da fena olmaz. Bilemez işte. Kararsızdır da mükemmeliyetçilik etiketliler çünkü bilir ki hep daha iyisi vardır. Ya o an bildiği en iyisi değilse… Eyvah, eyvah!!

Her şeyin eksiğini fazlasından önce görür -kendinde gördüğü gibi-; fazlası da kenarlardan taşmıştır, kusuru oradadır; yine mükemmel değildir, mutlu olamaz.

Aşık bile olamaz aslında, her güzelin bir kusuru vardır çünkü. Kusurlu olanla işi olmaz hele ki en baştan biliyorsa. Beyaz atlı prensini, altın saçlı prensesini bekler durur. Gelse de görür bir noksanını aşkı geçer hemen. Doya doya sevemez, sevişemez… Her sevişmenin daha iyisi vardır mutlaka onun için, hatta o esnada düşünür bazen. Hay Allah’tır sonrası, yine bir şey anlamamıştır o sevişmeden de…

Anda kalmak da bu etiketle süslenenlerin işi değildir pek. An mükemmel değildir ki kalsın. Geçmişte “olmasa”ları, gelecekte “şöyle olsun”ları vardır. Aklı genellikle onlardadır.

Yaşı ilerledikçe hayalleri için yapacağı bir şey varsa da yapmaz, yapamaz çünkü. Ya mükemmel olmazsa korkusu sarmıştır artık dört bir yanını. Yapmasa daha iyidir o zaman. En mükemmelini tasarlıyordur hep, etrafındakiler öyle bilir. O yapar bozar, mükemmelliği öyle öğrenmiştir. Yanlış öğrenecek değil ya bir şeyi öğrendiyse en mükemmeliyle öğrenmiştir.

Allah’tan kibirli değildir. Mükemmelliğine zarar gelsin istemez, kibir kötü kelimedir, mükemmelliğini bilir, edebiyle oturur.

Hayal dünyasında yaşadığını, merdivenin onuncu basamağına atlayacağım derken her yerini yara bere içinde bıraktığında biraz biraz öğrenir ya da yıllar geçip hâlâ ilk basamakta olduğunu fark ettiğinde -ki canı daha fazla yanar.

Sonra ne mi olur? Ya uyanır, söker üstündeki süslü etiketi ve dalar hayatın içine ya da tıpkı potansiyelinin bir damlasını dünyaya katmamış annesi gibi altın varaklı etiketlerle süslü ama mutsuz, doyumsuz, özdeğeri yerlerde sürünen çocuklar yetiştirir.

Nereden mi biliyorum?…

 

Share This