Hala küçük bir çocuktum ve babamın alkışını bekliyordum , ona kemanımla bir şeyler çalarken. Parçamı bitirdim ve gururla babama baktım, babamsa:

“Hala geçen seneki aynı şarkıları çalıyorsun. Parmaklarını titreterek çalsana. Hala ilerlememişsin. O kadar da kursa gidiyorsun kızım!”

Kan tepeme çıktı sanki, dağıldım ne diyeceğimi şaşırdım. Öfkelendim, dişlerimi sıkarak ona baktım. İçimde yine bir şey çok çok kırılmıştı. O yıllar önceki dudağını büken, incinen, hayal kırıklığına uğrayan, küçülüp küçülüp görünmez olan yeteneksiz ve beceriksiz ufak kızdım. Önce çaresizlikle ağlamak istedim ama ağzımdan kızgın cümleler sıralanmaya başlamıştı bile göz yaşlarımı bastırarak:

“Zaten hep böyle yapıyorsun, yaptığım hiçbir şeyi beğenmiyorsun. Çocukken de hep eksik bir yanımı bulur, başkasını bana örnek gösterirdin. Ya bir kere de taktir et, aferin kızım de, bir kere de beni beğen baba ya!”

“Kızım beğeniyorum, ama daha iyisini yap diye söyledim.”

“İstemiyorum daha iyisini yapmayı. Ben bunu yapıyorum anlamıyor musun baba? Çocukken de okulda taktir alsam niye hepsi 10 değil derdin; çok üzülürdüm. Hatırlar mısın hep senin yanında sakarlığım tutardı. Her şeyi düşürmeye, kırmaya başlardım sen yakınımda bir yerlerdeysen. Elim ayağım dolanırdı hata yapacağım diye. Sen de ‘sakar’ diye kızardın bana. Ben daha bir işi yapmaya başlarken, bana baktığını hissederdim, hata yapacağım anı bekliyormuşsun gibi gelirdi bana ve  daha da beceriksizleşirdim bakışlarınla. Baba, içimde kendime güvensizlik ve beceriksizlik duygusuyla baş etmeye çalışırken şimdi de keman çalmamı beğenmiyorsun.”

Bu sırada kelimeleri hiç nefes almadan, bağırır gibi ve hırçınlıkla ağlama arası bir sesle arka arkaya sıraladım. Karnımın içinden bir ateş topu yükselmiş, tüm yüzüme yayılmış ve dilimden babama hedef almıştı. Kendi önümü kesemiyordum. İçimde çocukluktan kalan öyle çok birikmişlik vardı ki, şimdi kocaman bir kız olsam da… ve babam evimde 3-5 günlüğüne misafir ve yaşlı ve kırılgan ve eskiden olmadığı kadar yumuşak ve narin olsa da durduramıyordum kendimi. 

“Eee kötümü yaptım, okuldayken daha iyi ol diye eksik gördüklerimi söyledim. Fena mı oldu yani? Senin iyiliğini düşündüğüm için öyle konuşuyordum.“

“Ben de en az bana örnek gösterdiklerin kadar iyiydim baba, sadece beni-değerimi fark etmeni istiyordum. Ne kadar seni sevmiyor, önemsemiyor, dediklerinin hiç birini dinlemiyormuş gibi davransam da çocukluktan bu güne hep senin beni görmeni, başımı okşayıp beğenmeni bekledim baba. “

Öyle geriye gitmiştim ki, geçmişimdeki küçük kızın tüm kızgınlığını yaşıyordum. Babamın bütün iyi, duyarlı yanlarını silmiştim sanki ve karşımda kocaman bir ‘bay tüm kendime güvensizliklerimin sebebi’oturuyordu. Nedenim o olduğu sürece de  “hep babam yüzünden, yaşadığım çocukluk yüzünden….” diyerek hiçbir şey yapmamayı kendimde hak görmenin ve birilerini yaşadığım hayattan sorumlu tutmanın rahatlığı vardı birazda üstümde.

Sanki o değildi; ona-anneme rağmen evden ayrılan, kendi evini-yaşamını kuran kızlarının evinde tamir işleri için kendini parçalayan. Kim bilir kaç defa nalbura bir sifonu tamir etmek için, yağmurlu havada yollanan, olmayınca bir daha bir daha gidip gelen. Sanki o değildi kapımın bozulan kilitini sevgiyle yapan. Sanki o değildi eline bezi alıp, camlarımın dışını silen.

Hele son gelişlerindeki diyaloğumuzu bile unutturmuştu bu beğenilmemenin bende tetikledikleri.

 “Ben senden yıllarca nefret etmiştim baba. Senin beni sevmediğini ve benim de seni hiç sevmediğimi düşünüyordum. Bana dokunmana bile tahammül edemiyordum çocukken. Kucağına bile oturmazdım. Sen eve gelince korkuyla sinerdim. Yine neye kızıp sinirleneceğini beklerdim.Ya da anneme bişi yapacaksın korkusunu yaşardım. “ diye biraz da ürkerek konuşurken ona yan gözle bakabildim. Babam başını önüne eğip sessizce, “Ne bileyim yavrum bilebildiğim oydu, ben de dayak ve küfürle büyüdüm. Başka türlü sevmeyi bilmiyordum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım “ derken gözlerini masadan kaldıramamıştı şimdi saçları iyice aklara bürünen babam.

Baba ben seni affettim,” dediğimde biraz çekingendim, ‘sen kim oluyorsun da beni affediyorsun?’ der kaygısıyla. Ama o  başını eğmiş, yemeği bırakmış ve hiçbir şey söylemiyordu. İçim şefkatle doldu yine ki uzun zamandır onu şefkatle anıyordum. Kocaman bir çocuktu karşımdaki ve devam ettim, “Yaşadıklarımın bir anlamı vardı. Ben onları yaşadığım için şimdi benim. İçim sevgi ve şefkatle dolu sana karşı “ derken boğazım düğümlenmişti ama kesmedim konuşmamı ve “Seni seviyorum baba ve iyi ki benim babamsın.”  dediğimde gözleri dolan, kocaman bir çocuktu babam. Benden ilk defa duyuyordu bu cümleyi.

Sanki, keman çalmamı eleştirdiğinde gördüğüm adam; böyle üzgün ama sevecen bakan adam  değildi de hep çocukluk anılarımdaki memnuniyetsiz öfkeli adamdı. Hiçbir olumlu yanını düşünmemeliydim ki iyice kendimi öfkelendirebileyim ve yakıp-yıkıp-harap edebileyim. Tıpkı çocukluğumda bana yapıldığı gibi…
 
Kuraldışı eğitimlerinin birinden çıkmıştım ve bana çok iyi gelen anne baba egzersizi her şeye farklı bakmama ışık olmuştu. O gün babalar günüydü ve sabah aramamıştım onu. Akşam babamı aradım “Baba sabah seni aramadım. Aslında karma karışık duygular içindeydim iki gündür. Zihnim çok dağınıktı. Biliyorsun benim için çok önemli olan eğitimlere katılıyorum ve biraz derinlerdeydim. Ve şimdi ilk defa bu gün büyük bir içtenlikle ve isteyerek gününü kutluyorum babam. İyi ki babamsın, seni seviyorum.” dediğimde babamın sesi gitti ve konuştuğunda çok farklıydı, hiç şimdiye kadar duymadığım bir derinlik vardı sesinde. “Yavrum, iyi ki sen de benim kızımsın, ben de seni seviyorum.” diyen sesi gece uyurken kulağımda ninni gibiydi.

Ve işte sanki o değildi, bu cümleleri bu duyguda söyleyen gibi baktım ona, elinde kemanı,  babasının sözleriyle yetersizlik duygusuna saplanan ben.

Her şeyin sebebi olabilecek biri vardı. Çocukluğumun canavarı, tüm yetersizlik, beceriksizlik… korkularımın kaynağı…. Bunların, yaşadıklarımın bir anlamı vardı-olmalıydı diye çok düşündüm. Babamla yaşadıklarım bana ne demek istiyor diye sormaya çok sonraları, Kuraldışı eğitimlerinden sonra başladım.

Çocukluğumdan beri babamdan sevgi, şefkat ve onay bekledim beklemesine de ben ona hiç bu duyguları yaşattım mı?  Onu gerçekten sevdim mi ya da sevdiğimi belli ettim mi?

Tamam kabul, babam yetersizlik duygumu beslemiş, kendime olan güven ve inancımı sarsmış olabilir. Hatta bazı tavır ve bana söylediği kimi sözleriyle ona olan nefretimin kendime dönmesine-kendimden nefrete dönüşmesine ön ayak olmuş da olabilir.

Olabilir olmasına da, ben ne yapıyordum büyüdüğümde? Büyümüş müydüm? Kendimi büyütmek için babamdan-ondan bundan gelmeyen besini kendime katmak için emek vermiş miydim?

İyi tamam, babam ve birileri suçlu olsun parçalı bulutlu hayatımdan, ki Kuraldışındaki eğitimlere katılana kadar da öyleydi benim için, olsun da bunun bana ne faydası vardı?

Ben istediklerimi başkasından beklemek yerine, kendim neden kendime vermemiştim?

Kendim neden kendi saçlarımı okşamamış, kendimi alkışlamamış, taktir etmemiş, güç ve güven vermemiştim?

Evet dışarısı, annem babam bana ihtiyacım olan onayı vermedi, üzüldüm, kırıldım, kendimi kaybettim belki. Şimdi de vermeyecekler beklediğim halde. Bu onayı bana verecek tek bir kişi var o da benim. Kendim verebilirim kendime, ihtiyacım, istediğim her ne ise.

Kendimin annesi-babası olabilirim. Suçlamalardan özgürleşip hayatımın sorumluluğunu tam olarak alabilirim. İçimdeki güçten beslenip kendimin sırtını güvenle sıvazlayabilirim.

‘Aferin sana kızım, aferin işte böyle, sen istediğin her şeyi başarabilirsin…….’ diyebilirim. Birinden onay alamadım, ya da başaramadım diye çökmek yerine, daha da ışıkla ayağa kalkabilirim.
Kimsenin ve hiç bir şeyin, hiçbir şeyine bağımlı olmadan kendime gönülden bağlı olabilirim.

Ben, kendimi her halimle onaylayıp kabul edebilirim.
Kendimi olduğum gibi, kimsenin beni sevmesini beklemeden sevebilirim.

Evet ben, ben bunların hepsini yapabilirim,

Güzel çocuk sen yürüyebilir, koşabilir ve ihtiyacın olduğunda durabilirsin.

Benim bana vermediğimi kimse de vermezmiş vermedi de.

Yaralı bir çocukluk olarak hatırladığım anılarım çoğu zaman beni ağlattı ve şimdi o yaşanmışlıklardır ki bana bunları hatırlattı, yeniden öğretti, deneyimletti ve içimi zenginleştirdi…O babamdır ki bana bir şeyler anlattı benimle ilgili hem de çok önemli şeyler. Yürekten şükran duyabilirim ancak ona-yaşananlara-kendime ve olmakta olana.

Seçmiştim ve yaşadım.

Şimdi de başka bir şey seçiyorum, yep yeni bir şey , pırıl pırıl su gibi duru, açık, derin, hayat dolu, sevgi dolu, saf  evet saf bir şey….

Ben babamın veya başka birinin alkışını beklemeden, kendimi ayakta, coşku ve sevgiyle alkışlıyorum.

Babamdan duymak istediğim bir cümle vardı, şimdi kendim bu cümleyi kendime hediye ediyorum:

Seninle onur duyuyorum, seninle OLmaktan onur duyuyorum güzelim.

Ne olur sev beni baba,
Ben çocuğum baba, ufak bir kız çocuğu.
Belki her konuda mükemmel değilim,
Belki biraz da beceriksiz ve sakarım.
Ama ne olur gör beni baba,
Bak ne güzel hopluyorum,
Bak baba iki ayağımı omuzlarıma da alabiliyorum,
Arka arkaya çok güzel takla da atabiliyorum,
Hem okulda öğretmenim pamuk prenses yaptı beni baba.
Belki asi ve hırçınım baba,
Ama saçımı okşadığında, sevgiyle bana baktığında
Bak gene senin ufacık kızınım,
Bebekken kucağına alıp öpüp kokladığın tatlı kızınım.
Güven bana, başarabileceğime inan baba,
Bak yaşayabiliyorum tek başıma da.
Ben kendimi sevmeye başladım,
Ne olur sen de sev beni baba,
Boşlukta kaldı bir an,
O an için, ufak bir çocuğu sever gibi sev beni baba.

Share This