Kaç hayat var, diyebiliriz, acaba şu alemde?
Asgarisi, insan sayısı kadardır herhalde? Ya da kısaca; onca göz neyi algılıyorsa o kadar!
Ben mesela; sevgi, sıcaklık, huzur gibi efil efil şeyler görüyorum son zamanlarda, algıma bu kadarına izin verdiğimde, kasabamda… Ve yardımlaşma, ve umut, ve minik, küçücük sevinçler…
Barışığım çünkü hayatla, insanlarla, kendimle… Ama bu tabii ki zeminde, dipte, bireyselliğim de böyle… Yoksa kavgam büyük!
Ah zihnim, peşimi bir bıraksa… O kadar da kaçıyorum halbuki, (kaçtım ve kaçacağım da…) Nereye kadar peki? İşte bunu bilmiyorum!
Esasında biliyorum (ki); hiç ka-ça-ma-ya-ca-ğım!
Kimliğime verdiğim onca emek ve yüklendiğim onca bilgi; film, sergi, kitap, söyleşi, panel ve oyun ve dans ve müzik… Boşa mı gitselerdi? Gitmiyorlar (da) zaten!
Sabahın es sâlâsında, bütün onları unutayım, unutayım da kendime istediğim türden hayatları hediye edeyim, diye çıkıyorum mesela sokaklara…
Çıkıp da o yüzden tanışıyorum huzurla yüzen balıklarla…
Ve bütün o öğrendiklerim benden gitsin istiyorum, bizden gayrı ne varsa doğada, birbiriyle sabahları nasıl selamlaştıklarına bakarken?
Ama sonra? Ya sonra?
Memleketlerin, camiaların ve küçük, minicik, sıradan hayatların savaşları giriyor bütün gün gözüme gözüme; gazeteler, televizyonlar, radyolar, internet sitelerinden… Ve de insan ağızlarından:
“Orayı zapt et! Şunu öldür! Burayı yok et!”
“O malı al!”
“Bu beden ölçülerinde, şu deri gerginliğinde ol!”
“Ona şöyle karış, buna böyle laf/iftira/.ok at!”
“Huzuru, iç esenliği, barışı, iyimser olmayı def et!”
“Kıskançlığa, talan ve telefe, kötümserliğe kapıları aç; hem de sonuna kadar…”
“Madem susmuyorlar, madem unutamıyorum, ne yapmalı o zaman peki?” diyorum…
Yeni sorular geliyor ama cevaben?
Yaptığımız onca eziyete rağmen; bize her gün yeniden ve yeniden güneşini gönderen… Giderek cılızlaşsa da baharlar, gene de gelmelerine, üstelik inatla izin veren… Rahmetini ve nimetlerini bizlerden esirgememeye (gücü yettiğince) gayret eden şu güzelim hayata her gün, her dakika reverans çeksem, şapka çıkarsam, bir gün ona saygıda kusur etmemeyi öğrenir miyim acaba!
Peki nereden geçer bunun yolu?
Her fırsatta bir çiçek, bir fide ekmekten mi? “En az tüketen” olmaya mı çalışmaktan mı yoksa? Belki de; nefes-ses-söz denen serveti sadece iyiliklerden yana kullanmaktan, kullanıp da, duyguları ve enerjiyi sevgiye evirmekten geçiyordur?
Pıtrak gibi üreyen sorulardan şu sonuncusu, kafamı en çok kurcalayan oldu; keşke birlikte yanıt arayabilsek:
Her gün yatarken, “Bugün hayat için ne yaptım?” desek…
Hatta daha ileri gidip, kendimize ve birbirimize bu konuda durmadan bilgi versek, acaba ne kadar sevinirdi bu hayat?