Dün akşam saat 18:00-19:00 arası ne yapıyordunuz?

Yemek yiyordunuz, işten çıkmış arkadaşlarınızla buluşmaya gidiyordunuz, televizyon seyrediyordunuz ya da …

Dün akşam saat 18:00-19:00 arası, bir şirketin çalışanları arasından seçilen bin kişi işten çıkarıldığını öğrendi.

Normal şartlarda şirketin onlarla, onların da şirketle yaşadığı bir problem yoktu. Çalışmalarını düzgün yapıyor ve uyumlu çalışıyorlardı. Geleceğe güvenle bakıyorlardı. Yaşamları bir düzene oturmuştu. Kredi kartlarına taksitleri, kredi alarak girdikleri borçları vardı.

Saat 18:00’de yöneticileri ile görüşmek üzere çağrıldıklarında gerçek önce midelerine oturdu. Bir kaç haftadır şirkette dolaşan işten çıkarma söylentileri, toplantı odasında ete kemiğe bürünmüş karşılarında oturuyordu. Söylenti söylem halinde kulaklarına ulaşıyordu. İşitiyorlardı ama duymak zor geliyordu. “Kriz”, “Organizasyon”, “Değişiklik” gibi kelimeler  beyinlerinde bir yerlerde salınıyor fakat “Neden ben?” sorusundan daha baskın hale gelemiyorlardı.

Neden ben?…

Haberi rahatlıkla alıp, yaşamlarındaki B planına geçiş yapmak için bunu fırsat bilenlerin dışında kalanlar için bu soru, “Ben kimim?” ayarında değerli ve dönüştürücü bir sorudur.

Yaşamımın tam bu noktasında, neden ben?…

İş kaybı önemli bir kayıptır ve her önemli kayıpta olduğu gibi iş kaybını da beş evrelik yas süreci takip eder; inkar, kızgınlık, korkularla suçlamalarla keşkelerle yaşanan pazarlık, depresyon ve kabullenme.

İşten çıkarmalar genellikle Cuma günleri yapılır. Eş, dostun desteğiyle hafta sonu tam olarak ne olduğu anlaşılamadan geçer. Asıl şok dalgası Pazartesi sabahı vurur…

Pazartesi sabah evde yalnız uyanıldığında, ilk önce yıllardır süregiden rutini bozulan vücut isyan eder. Koşuşturmak ve evden dışarı fırlamak ister. Koşuşturup, fırlayıp gidilecek yer artık işten çıkarılanın yaşamında mevcut değildir. Ama biliyordur ki iş arkadaşları oradadır, şu anda sabah kahveleri içiliyor ve bir iş günü başlıyordur…

Dipten güçlü bir inkar dalgası gelir; “Hayır, olamaz, bir yanlışlık olmalı, ben işten çıkarılmış olamam!”… Bunu artçılar takip eder…

İnkarın kar etmediği kısa sürede anlaşılır. Ofisten “Neden bugün gelmiyorsun?” telefonu gelmedikçe olay iyice gerçeklik kazanır. Gerçek, sarsıcı gücüyle dank ettiğinde, başta şokla sorulan “Neden ben?” sorusu kızgınlıkla sorulan “Neden ben?”e dönüşür. “Neden benim başıma geldi?”, “Haksızlık bu!”… Neye, kime göre haksızlık olduğu ise tam bir karmaşadır, zihni ve muhakemeyi iyice kilitler.

Kızgınlık ateşi sönmeye başlarken yerini korkular ve suçlamalar almaya başlar….

İçinde bulunduğumuz dönem gibi krizlere denk gelen zamanlarda, iş bulamama, maddi sıkıntı yaşama korkuları tavan yapar. Ödenecek borçlar, ekstreler, faturalar kabuslara dönüşür. Yaşamın bundan sonrasına yönelik başarısızlık korkusu ise benliği sarsar. Başka insanları suçlamak daha rahatlatıcıyken, suçlamalarımız kendimize döndüğünde “keşke”lerimiz kor gibi dağlar yüreklerimizi… “Keşke bir sene önce diğer şirketten gelen teklifi kabul etseydim.”, “Keşke daha fazla mesai yapsaydım.”, “Keşke o tatile gitmek yerine projeyi bitirseydim.”…

Keşke”lerden kaçmak isteyen “ego”muz bizi kabuğumuzun içine çeker. Depresif ruh halimizle bazen günlerce yataktan çıkmayız. Kendimize acırız, halimize kahroluruz, çoklukla uyuruz, belki de ilaçlarla uyuşur, gerçeği yok sayarız.

Depresyonumuzu, duygularımızın hakkını vererek, “ben”imizin acısına içimizden dışarı yol açarak ve “ego”muzun “kaç saklan hayattan” oyununa gelmeden yaşadığımızda; bir sabah yataktan kalkar, güneşe bakar ve “Merhaba dünya!” diyebiliriz. İçimizde hala acı ve aynı zamanda umut vardır.

İçimizdeki dingin acı ve yüzümüzü geleceğe çeviren umudumuzla “Neden ben?” sorusunu tekrar sorarız. Ama bu sefer ki sorumuz “Bu olaydan çıkarmam gereken ders nedir?”, “Bu olayın bana hediyesi nedir?” anlamındadır.

İşten çıkarılmak bir yaşam olayıdır. Olay kabullenilmiştir. 

Kabullenmek, özgürleşmektir…

Kendimize sorduğumuz bu soru değişimimizin ve dönüşümümüzün başlangıcıdır…

Share This