Benim için kartların dağıtıldığına inanıyorum. Elimdeki kartlar belli ve hayatımda meydana gelecek şeyler bana bağlı değil. Her şey kader. Hayatıma kendi özgür irademle yön vermiyorum. Hayatımda olup biten her şey büyük bir planın bir parçası. Kaderim hiçbir şekilde değiştirilemez. Ben evrenin büyük planının küçücük bir parçasıyım. Her şey olacağına varır.

Kader denen bir şey olup olmadığını hiçbirimiz bilmiyoruz. Ama asıl mesele de bu değil zaten. Her şeyin kader olduğuna inanmaya ihtiyacınız var. Bu tepki biçiminin çeşitli nedenleri vardır: Her şeyin yoluna gireceğine dair bir güvence arıyorsunuz. Geleceğinizden emin olamıyorsunuz ama emin olmayı da ümitsizce istiyorsunuz. Eğer hayatınızda kötü şeyler olacaksa bunlara en azından hazırlıklı olmak istiyorsunuz. Geleceği bilseydiniz; vazgeçmediğiniz takdirde karşılığını alacağınızın garantisi verilseydi çaba sarf etmeye devam ederdiniz.

Kaderi her şeyin önüne koymak, harekete geçmiyor olmanıza bulduğunuz bir bahanedir. Başarısızlıklarınız yüzünden kaderi suçlamak işinize gelir. Risk almayı gereksiz bir davranış olarak görürsünüz. Eğer kaderinizde kazanmak varsa kazanır, kaybetmek varsa kaybedersiniz. Kadere inanmak hayatınıza yön verenin siz olduğu gerçeğinden ve bunun getirdiği sorumluluğun baskısından kaçabilmenizi sağlar. “Kaderim böyleymiş” diyerek başarısızlıklarınız için kendinizi suçlamazsınız.

Her gün binlerce insan fal baktırıyor. Geleceğiyle ilgili kehanetler duymak istiyor. Anlaşılan insanların gelecekleri hakkında fikir sahibi olmaya doymak bilmeyen bir iştahları var. Hayatta hepimizin yapması gereken seçimler vardır. Her yeni güne ya hayatımızı kendimizin yönlendirdiğine ya da hayatın bizi yönlendirdiğine ve şartların kurbanı olduğumuza inanarak başlarız.

Bu düşünceyi açıklamak için güzel bir hikâye var. Küçük bir kasabayı vuran fırtına bir sel felaketine neden olmuş. Evlerin sadece damları görünüyormuş. Sanki kasabayı okyanus basmış gibiymiş. Bir adam, sulardan kaçmak için kilisenin çan kulesine çıkmış. Kiliseye bir sandal yaklaşmış ve “Hadi beyefendi, binin sandala da gidelim” demiş. Ama adam, “Tanrı ölmeme izin vermez” diyerek öneriyi reddetmiş. Birkaç dakika sonra bir helikopter alçalarak adama bir merdiven uzatmış. Adam kendinden emin bir şekilde “Tanrı ölmeme izin vermez” diyerek helikoptere binmeyi de reddetmiş. Bir süre sonra kiliseye başka bir tekne daha yaklaşmış. Adam haça sıkıca tutunarak tekneye binmeyi de reddetmiş. Bu arada fırtına giderek azmış. Sular daha da yükselmiş ve sonunda adam boğulmuş. Kendisini cennette Tanrı’nın karşısında bulunca, “Nasıl olur da ölmeme izin verirsin! Ben sana inanıyordum” demiş. Tanrı cevap vermiş: “Seni kurtarmaya çalıştım çocuğum” demiş. “Sana bir kayık, bir tekne, bir de helikopter gönderdim. Ölmeyi sen tercih ettin!”

Pasif davranışlarınızı abartılı bir hale getirin. Farklı sonuçlara götüren seçimler yapmak biyolojik doğamızda vardır. Tek hücreli bir canlı bile ışık veya ısı gibi, hayatı destekleyen herhangi bir şeye içgüdüsel olarak yönelir. Biz insanlar ise ölüm kalım meselesinden başka durumlarda da içgüdülerimizden başka aklımızla hareket ederiz. Hayat, bir bakıma bizim oyun sahamızdır.

Koşamamanın ve oynayamamanın nasıl bir şey olduğunu yaşayın. Bu alıştırmaya bir gününüzü ayırın. Yatağınız veya oturma odasındaki divan gibi bir yer seçin. Burada hiçbir şey yapmadan en az beş saat yatacaksınız. Evet, yanlış okumadınız. Nefes almaktan başka hiçbir şey yapmayacaksınız. Gözlerinizi kapatın ve bu süre boyunca da öyle kalın. Kulaklarınıza birer tıkaç takın. Ellerinizi yanınıza uzatın. Eğer bir sivrisinek sokarsa kaşımayın. Ne yemek yiyebilir ne de su içebilirsiniz. Telefon çalarsa cevap vermeyin. Odaya biri girerse hiç tepki vermeyin. Beş saat boyunca hareket edemezsiniz.

Bu zor bir alıştırmadır. Gerçekten işe yarayacak bir şey aramıyorsanız, denemeyin. Belki size işkence gibi gelecek ya da tam aksine bütün sorunlardan uzaklaşmak için bir fırsat olarak göreceksiniz. Eğer bir fırsat olarak görüyorsanız, bu alıştırmaya daha çok ihtiyacınız var demektir.

Yaptığınız seçimlerin sorumluluğunu kabul edin. İçinde bulunduğunuz durum yüzünden başkalarını suçluyorsanız, kendinizi geliştirmek için gereken gücü başkalarına veriyorsunuz demektir. Diğer insanlar hata yaptılar ve siz de hata yaptınız. Ne var bunda? Bunun için üzülmeye gerek var mı? Kimse kusursuz değildir. Sadece hata yaparak öğreniriz. Şu sözü hiç duydunuz mu? “Ne varsa başıma gelen, hep benden!” Bu sözü aklınızdan çıkarmayın.

Rahat deliğinizden hemen çıkın. Hiç bilmediğiniz etkinliklere katılın ve küçük ya da büyük değişiklere yol açacak farklı tercihlerde bulunun. Satranç gibi strateji oyunları oynayın. Bu alıştırmalara “Her şey olacağına varır” tarzında düşüncelerle yaklaşmayın. Tercihlerinizin hayatınızda meydana getirdiği değişikliklerin sorumluluğunu alın.

Share This