Öfke patlamaları yaşar mısınız siz de zaman zaman ? Hani şu, bir anda kafanızın arkasında hissettiğiniz bir karıncalanma ile kendini gösteren, önüne geçemediğiniz ve o an önünüze geleni kırıp geçirdiğiniz türden.

Benim iş yaşamım bu türden öfke patlamaları ile doluydu yakın bir geçmişe kadar.

İşler istediğim gibi gitmediğinde, insanlar istediğim gibi davranmadıklarında, hele hata yaptıklarında, problem çıktığında, stres düzeyi arttığında ve daha bir çok ipe sapa gelmez nedenle.

Bunların hepsi bana göre çok haklı nedenlerdi elbette ve ben öfkelenmekte sonuna kadar haklıydım.

Bir başka insana, sırf benim beklediğim gibi davranmadı diye bağırıp çağırmak, sert bir dille yargılayıcı ve suçlayıcı konuşmak en doğal hakkımdı.

Her şeyin en doğrusunu, en güzelini, en “olması gereken”ini  ben biliyordum ya, bu doğrulara göre insanları değerlendirip yanlış yapanları yargılamaktan hiç çekinmiyordum.

Etki alanımda bir yargıç rolü biçmiştim kendime, hem de kimse bana böyle bir rol vermemişken

Bu benim karakterim diyordum, hani şu bilmeden her şeyi rasyonalize ettiğim zamanlarda. İnsanlar beni böyle seviyorlardı. Yakın çevremde hem korkulan, hem de sevilen biri olarak tanınıyordum.

Peki, öyleyse neden yaşadığım her öfke patlamasından sonra, kendimi çok kötü hissediyordum. Enerjim düşüyordu,  canım acıyordu ve bazen fiziksel olarak da hasta oluyordum.

Şimdi şimdi görebiliyorum ki, aslında her öfke patlamasında kendime olan sevgim, saygım ve özgüvenim biraz daha azalıyordu.

Bu beni öyle bir kısırdöngüye sokmuştu ki kendime olan özgüvenim azaldıkça daha sık ve daha şiddetli öfke patlamaları yaşar olmuştum.

Sonra bir an geldi ve ben bu kısırdöngüyü kırmak istedim. Nereden başlayacağımı, nasıl değiştirip dönüştüreceğimi bilmiyordum.

Çok yüksek bir sorumluluk duygum ve görev bilincim olduğuna karar verdim önce. Herkesin her davranışından kendimi sorumlu tutuyordum. İyi şeyler yaptıklarında benim sayemde yapmış oluyorlardı, hata yapmaları ise yine benim suçumdu.

Ben daha öngörülü yaklaşsam, onların hata yapmalarını önleyebilir ya da istediğim gibi davranmalarını sağlayabilirdim.

Yani çevremdekilere her öfkelendiğimde aslında kendime kızıyor, onlara da bunu yansıtıyordum.

Çok akla yatkın geldi bu fikir bana. Hatta anneme, babama kızdım neden beni bu kadar sorumluluk sahibi yetiştirdiler diye.

Öfkemin nedenini bulmuştum işte, ama nedense bu beni hiç rahatlatmamıştı. İçimdeki minik ses, “yine rasyonalize ettin işte” diyordu. “Yine kaçıyorsun kendinden. Bu konuyu  burada kapatman öfke patlamalarını azaltmayacak biliyorsun değil  mi?”

Biliyordum ve cesaretimi toplayıp biraz daha derine doğru kazmaya başladım içimdeki karanlığı.

Öfkemin korkularımla bağlantılı olduğunu ilk o zaman gördüm.

Korkularımı örtbas etmek için yıllar içinde özenle yarattığım savunma mekanizmaları sayesinde kendimle arama duvarlar örmüştüm.

Kendi ellerimle, içimde çağıldayan yaşam suyunun hücrelerime ulaşmasını ve onları beslemesini engellemiştim. 

Hücrelerimi, beslenmek ve yaşamlarını sürdürmek için dış kaynaklara ihtiyaç duyar bir hale getirmiştim. Bu ihtiyacı karşılamak için de yaşam deneyimimin bana işaret ettiği en güvenli dış kaynağı seçivermiştim bilmeden.  Başarı…. 

Farkına bile varmadan sadece ve sadece başarıdan beslenir olmuştum.

Başarıya bağımlıydım.

Başarısız beslenemezdim, ölürdüm.

İşte tam bu nedenle başarısızlıktan ölesiye korkuyordum. Başarısızlık korkusu ölüm korkusuna denkti benim için.

Hatalardan nefret ediyordum. En önemli iş projelerinden, bir cumartesi gününü nasıl geçirdiğime kadar, erkek arkadaşımla ilişkimden, iş yerindeki müşteri denetimlerine kadar, her şeyi kendi başarı kriterlerime göre değerlendiriyor,  başarılı bulursam mutlu oluyordum. 

Ya başarısız bulursam … Aç kalıyordum…. Beslenememekten ve yok olmaktan korkuyordum…

İşte o zaman öfke yükseliyordu içimde…

Tüm bunları fark ettiğim zaman, öfkemi yok etmenin  yolunun beslenmek için başarıya ihtiyaç duymaktan -hatta bağımlı olmaktan- vazgeçmek olduğunu anladım.

Ve, başarı bağımlılığımdan kurtulmaya karar verdim. İşte o andan itibaren, içimde çağıldayan yaşam suyunun tüm hücrelerime yürümeye başladığını hissettim, hissediyorum.

Üst üste dizdiğim başarılarla değil hem kendi yaşamıma hem de çevremdekilerin yaşamına kattığım anlamla beslenmeyi seçiyorum.

Artık öfkelenmiyorum. Çünkü, başarısızlıktan korkmuyorum. Çünkü, yaşamda bir şeyin varlığına ölesiye ihtiyaç duymuyorsan onun yokluğundan da korkmuyorsun. 

Kendi besinini kendi özünden almak ve hiçbir dış kaynağa ihtiyaç duymamak insanı korkularından da özgürleştiriyor, bağımlılıklarından ve öfkesinden de…

Ve,  ben bu yazıyı kendi özümüzün özgürleştirici gücüne ithaf ediyorum…..
    

Share This