Yaşam, gerçeğin okulu ve bizler de kendi gerçeğimizin öğrencisiymişiz yıllardır. Yaşadığımız her olay, yaşamın en küçük anını paylaştığımız, hatta göz göze geldiğimiz kişiler bile öğretmenlerimizmiş. Sevgiyle bakan gözler, sevgiyi beslediğimizde gözlerimizden yayılan ışığı, nefretle bakan gözler, nefreti beslediğimizde gözlerimizden okunan koyu karanlığı göstermeye çalışırmış…
 
Hatalar yokmuş. Yalnızca dersler varmış. İçimizde ki ışığın, gerçeğin ortaya çıkabilmesi için yaratılan karanlıklarmış hepsi. Hata, başarısızlık ve yenilgi zannettiğimiz her şey, ışığın ve gerçeğin hizmetçileriymiş. Büyüme ve gelişme sürecimizin ilahi ve kusursuz planlarıymış.
 
Yaşam okulunda anlamadığımız, öğrenemediğimiz dersler için utana sıkıla parmak kaldırıp sormaya da gerek yokmuş. Davranışlarımızın olumlu yönde değişip değişmediğinden anlaşılıyormuş o dersi alıp alamadığımız. Davranışlarımız olumlu yönde değişene kadar, en basit anlatımdan başlayıp, öğrenemedikçe daha da zorlaştırarak, bıkmadan usanmadan tekrar ediyorlarmış dersimizi bize yaşamın öğretmenleri. Bu dersi almadan başka bir derse geçmek de imkansızmış. Takılıp kalıyormuşuz bozuk bir plak gibi, dönüp duruyormuşuz kısır döngülerin içinde.

Ne istediğimizi bilmezsek, kendimizi yeterince tanımazsak üstbenliğimizin seçimlerini yaşıyormuşuz. Biz yanlış seçim yaptığımızı düşünsek de, üstbenliğimiz yanlış seçim yapmıyormuş. İhtiyacımız olan insanları ve deneyimleri, kusursuz doğrulukla bize çekiyormuş. İçimizdeki yanlışı dışarı çıkarıp bize gösteriyormuş. Kendimize dönüp, kendi içimizdeki yanlışları bulup, kendimizi doğrularımızla yanlışlarımızla tanıdığımızda, içimizdeki yanlış kodlamaların yerine doğrularını koymaya başladığımızda, doğru çekimleri ve bilinçli seçimleri yaşamımıza katıyormuşuz.
 
Bütün cevaplar içimizdeymiş. Yaşam boyu üstbenliğimiz, içsel rehberimiz olarak hep bizimleymiş. Radyodaki seslerden, gazetedeki yazılardan, ilgimizin ve odağımızın en yoğun olduğu yerden hep bize ulaşmak için ve mesajlarını gözümüze, kulağımıza, yaşamımıza sokmak için elinden geleni yapıyormuş. Bıkmadan usanmadan ilahi bir sevgiyle bizi seviyor ve görünmez elleriyle bizi daima koruyormuş.
 
Kesin doğru ya da kesin yanlış diye bir şey yokmuş. Herkesin kendi gerçeği varmış ve herkes kendi gerçeğinin gösterdiği yoldan tek ve hakikat olana yürüyormuş. Başkasının gerçeğini yargılamak, kendi içimizdeki kalıpları, kendi gerçeğimizi korumaya almakmış.
 
Bildiklerimiz, dışımızda duyduklarımızdan, okuduklarımızdan ve bize öğretilenlerden çok daha fazlaymış. Tek yapmamız gereken şey, bilgiyi dışarıda değil içimizde aramak ve içimizde bulduğumuza güvenmekmiş. İçimizde bulduğumuzda, dışımızda deneyimletip onaylatıyormuş yaşam bu bilginin doğruluğunu.
 
Sevdiklerimiz de sevmediklerimiz de, bizim içimizdeki benleri bize yansıtan, ayna olmayı üstlenen öğretmenlerimizmiş. Tam anlamıyla kendimizi sevmek, bizden yansıyan bütün benleri, özellikle sevmediğimiz benlerimizi, sevgiyle kucaklayabilmekmiş.
 
Dışsal sorunlar, içsel durumumuzun kesin ve birebir yansımasıymış. İçsel engelleri ortadan kaldırabilirsek ancak dışsal sorunlar bitiyormuş.
 
Acılar, yaşamın ve Tanrı’nın diliymiş. Dost acı söylermiş, Tanrı acı ile söylermiş ve acı ile dikkatimizi çekip, gerçeğe ulaşmamızı sağlarmış.
 
An’dan ve Olan’dan daha mükemmel bir ders ortamı ve zamanı yokmuş. Sadece an’da olmanın farkındalığı yetiyormuş verilen dersi almak için.
 
Mükemmellik diye bir şey yokmuş. Mükemmel olan yaşamın akışıymış ve mükemmellik bu akışa teslim olmakmış.

Yaşamda hakkımız olan bolluğa ve berekete ulaşmak için, sadece vermeyi bilmek yetmiyormuş. Almayı bilmek de vermeyi bilmek kadar önemliymiş. Nefes alıp vermek gibi, hem alarak hem de vererek bu dengeyi sağlamak gerekiyormuş. 
 
Yaşama ve kendimize yapacağımız en büyük hizmet OLmakmış. Dengeli, pozitif, bütünsel ve yaşamın akışına teslimiyet halinde olmak.

Tanrı’nın unuttuğu, görmezden geldiği birer kurban değilmişiz, yaşamın ve kendisinin sorumluluğunu üstlenmesi, başkalarının gerçeğinden özgürleşmesi ve kendi gerçeğine ulaşması gereken, ilahi birer öğrenciymişiz.
 
Yaşam okulunun belli bir aşamasından sonra, bütün yaratıcılığımızı ortaya koyacağımız malzemeler sunuluyormuş bize. Boş bir tuval, boyalar ve fırçalar. Yaşam denen tablomuzu, istediğimiz renkler ve şekillerle kendimiz yaratabilmemiz için. Yaşama ve malzemelere sıkı sıkı sarılmadığımızda, fırçayı elimize alıp renkleri ve şekilleri tuvale taşımadığımızda, birileri bunu bizim yerimize yapmak için harekete geçiyormuş hemen.

Yaşadıkça ders almak ve öğrenmek çok heyecen verici geliyor bana. Sonsuza kadar sürecek olan bir öğrencilik halini düşündüğümde aldığım hazzı hiç bir şeyden alamam sanırım. Okumayı ve öğrenciliği benim kadar seven biri için, yaşamın bir okul ve benim de bu okulda kendi gerçeğimin daimi ve sonsuz bir öğrencisi olduğumun farkındalığı bunu anlatmaya yeter mi bilmiyorum.

Alıp da yazmayı unuttuklarımı ya da henüz alamadığım dersleri yorumlarla tamamlarsanız sevinirim. Daha öğrenilecek çok şey var.

 Sokrates ‘ in de söylediği gibi ;

 ”Bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir.”

Share This