One Night Stand
(Tek Gecelik İlişki)
Sinan yatakta dönüp uykusunun arasında homurdandı. “Kolum uyuştu, en felaket şey.” Bir süredir uyku ile uyanıklık arasında salınan Burçak, onun bu sabah pek kötü göründüğünü fark edip, gözlerini kapadı. Akşamdan kalma. Sırtını döndü. Sinan uyuşan kolunu uzatıp onu kendine çekti. Yorganın altında tenleri birbirine değdi. Tadı her seferinde yeniden hatırlanan tanıdık bedenler birbirine sokuldu.
Sinan’ın hafiften yağlanmış göbeği artık Burçak’ı rahatsız etmiyordu. Kilo aldığı ilk zamanlar üzülmüştü. Filinta gibi çocuktu Sinan eskiden, evet ama çocuktu işte o zaman. Grubu vardı. Burçak’ın da müdavimi olduğu bir barda sahneye çıkarlardı cumartesi geceleri. Barın müdavimi bütün kadınlar için o sahneye çıkan her erkek gibi Sinan’ın da bir tılsımı vardı. Şarkı aralarında gitarının tellerine tutturduğu sigarasından öyle bir nefes çekerdi ki mesela, kızların çoğu -Burçak da tabii- sırf onunla aynı anda o zevki tatmak için yanlarında paket taşır olmuşlardı.
Sahneden kadınları vakum gibi kendine çeken; sevgililer arasında kavgalara, küsmelere yol açan efsanevi Sinan’dı o zamanlar. Uzun saçlı, ince yapılı, sert bakışlı. Mesafeli duruşu utangaçlığındanmış gerçi ama o vakitler ‘’cool’’ yapıyor sanırdı Burçak ve arkadaşları. Uzaktan bakıldığında sertliği ve esrarengiz havası hormonları zaten başlarına vurmuş on sekizlik taze kadınları fena kızıştırırdı. Burçak onun evine gittikleri ilk gece sertliğini bir anda iptal eden Kemal Sunalvari bir gülümsemesi olduğunu da hayretle –biraz da hayal kırıklığı ile- fark etmişti.
Sinan sahneden inince onu izleyen bakışlarından habersizmiş gibi doğruca bara yürür, arada rastgeldiği birkaç tanesini de içten ama çabucak selamlar uzaklaşırdı. Gecenin sonlarına doğru bir taze bulur, diğerlerine aldırmadan o şanslıyı koluna takar çıkar giderdi. Kalacak bir yer ayarlardı mutlaka. Hâlâ anne babası ile aynı evde yaşadığını gerekmedikçe söylemezdi.
O bar gecelerinin birinde “Şu gitarist çocuk var ya” dedi Faruk kulağına eğilerek “seni sordu bana.” Faruk, Burçak’ın hem okul hem de gece gezme arkadaşıydı. “Ne?” diye bağırdı Burçak kendini tutamayıp. Faruk bilmiş bilmiş sırıttı. Burçak birasından koca bir yudum aldı.
Ya Sinan birazdan yanlarına gelecekse? Bir yudumda bardağın kalanını mideye indirdi. Nasıl tavlayacak Burçak’ı? Tavlanmak çok istiyor ama ailenin kadınlarından hep duyduğu üzere istediğini belli etmemesi gerekiyor. Belli etmeyecek mi, yoksa istemiyor gibi mi davranacak? Bunun dozunu bilmediğini fark edip telaşlandı. Sinan’ı kaçırmamalı.
Tanımadığı bir adamla geceyi geçirmek bir yana, Burçak’ın lise sonda yaşadığı mutsuz aşk macerasını saymazsak, düzenli bir cinsel yaşam etrafında şekillenen bir ilişki yaşamışlığı da yoktu. Bunu kimselere, Faruk’a bile söyleyememişti. On sekiz yaşını doldurup, tek gecelik aşkların pek popüler olduğu bu çevreye girdiğinden beri ilk “one night stand’’ini yaşayacağı anın hayalini kurup duruyordu. Evet, Sinan’ı kaçırmamalı.
Burçak’ın acemi lise sevgilisi ile yaşadığı yarım yamalak sevişmeleri hiçbir seferinde orgazmla bitmemişti. Burçak için orgazm kendi kendine yaşadığı bir şeydi. On beş yaşında parmaklarını ilk defa içine daldırıp da gövdesinin merkezinde saklı o zevkle karşılaştığında şaşkına dönmüştü. Bu kadar kuvvetli bir zevk üretebilen kendi bedeni miydi? Demek ininde uyuyan bir kaplan gibi kendini saklamıştı o zevk. Şimdi dizginlerinden kurtulmuşcasına yeniden yeniden uyanmak, merkezden fişek gibi yükselip çevreye dağılmak, ardı ardına patlamak istiyordu. Diğer yeniyetmelerin de aynı yollardan geçtiğinden habersiz, biraz utanarak, evin boş olduğu anlarda hemen perdeleri çekip yatağa giriyor, o çığlık içinden kurtulana kadar kendini seviyordu.
O zevkin bir erkek tarafından kendisine sunulmasını istiyordu artık. Yükselirken öpülmek, okşanmak, bir bedenin sıcaklığı altında ezilmek istiyordu.
Sinan’ın evi Kadıköy tarafındaydı. Yolda müzik dinlediler. Sabaha karşı o saatte köprü bomboş, yeni açılmış TEM otoyolu sekiz şeridi ile fazla geniş göründü gözüne. Yolların ıssızlığından mı neden içi titredi.
Sevişmeye başladıklarında tutuktu. Kendini yetersiz ve bigisiz buluyor, Sinan’ın eve getirdiği diğer kadınların “teknikleri” kim bilir ne iyi diye düşünmekten öpüşlerine doğru dürüst karşılık veremiyordu. Sinan’ın bedenini tanımayan elleri, hassasiyetten yoksun dokunuşları ve öpüşlerini yadırgıyor, hani neredeyse “olsun bitsin, ben eve gidince kendi orgazmımın çaresine bakarım” diye düşünüyordu.
Sonrasında sessiz sessiz yan yana yatarken, kendini konuşmak zorunda hissetti. Biraz önce bedenlerinin en derininden birbirlerine bağlanmışlar ama bağ kuramamışlardı. Biliyor konuşmakla da bağ kurulmayacak ama sessizliği kırması lazım. Kardeşi var mı acaba? Uzun bir ilişkisi olmuş muydu? Hiç âşık oldu mu? Aklına gelen soruların hepsini aptalca buldu. Zekice bir laf araken, bakışlarını tavandan ayırıp Sinan’a döndü. Sigara içiyordu. Sol kaburgalarının hemen altında açık kahverengi bir doğum lekesi vardı. Parmağının ucunu dokundurdu.
“Acıktım ben. Tost yapalım mı?”
Sevişmeyi başkalarından öğrendiler. Sinan tek gecelik aşklarından, Burçak uzun soluklu ilişkilerinden. Yeniden bir araya geldikleri gecelerde birbirlerini değil kendilerini yatakta daha iyi tanımaya başladıkları için sevişmeleri güzelleşti. Burçak sekste teknikten çok narsistliğin işe yaradığını fark etti. Kendi zevkine odaklandığı her sefer Sinan heyecanlanıyor, kendini kaptırıyor, bedenlerinin merkezinden başlayan bağ dudaklarına, ellerine, benliklerine yayılıyordu. “Ah sen benim gizli sevgilimsin, yıllarca sana geleceğim, hep hep hep bulacağım” diye fısıldıyorlardı birbirlerinin kulağına.
Yattığı yerden hesaplayınca hayatının ikinci yarısının tamamına Sinan’ın eşlik ettiğini fark etti. Ön planda doludizgin yaşananlara katılmadan, karışmadan, düzensiz bir sıklıkta yatağına girip çıkmıştı bu adam. Kedisi gibi. İlişkileri olsun ikisi de istemişti. Başlarda konuşacak bir şey bile bulamazlardı. Ama saf bir cinsel çekim de değildi onlarınki. Tanıdık uzak bir memleketti Sinan ile geçirdiği geceler. Aşkların cinselliğe yükseldiği anlamlardan arınmış, işveli bir şehvetti. Zamanla sadece sevişmeleri değil, yatak sohbetleri, kahvaltı hazırlıkları, kanepeye yayılıp gazete okudukları vakitler, hepsi, sahici benliklerinin nadir ifadesine dönüşmüştü.
Dün gece Burçak çağırmıştı onu. Telefonuna kısa bir mesaj atması yetmişti. 4.Levent. Gece ilerleyip de mesajına cevap gelmeyince, Sinan’ın herhalde işini gücünü veya –varsa- sevgilisini ayarlayamadığını düşünüp yatmıştı. Kaç zamandır artık birbirlerinin ilişkileri ile ilgilenmiyorlardı. Evli değildi Sinan o kadarını biliyordu. Burçak ile ilişkisini sevgililerine anlatmadığını da tahmin ediyordu.
Kapı çaldığında açık pencereden yatağına süzülen hafif rüzgâr eşliğinde uyuyordu. Sinan’ın saçlarından leş gibi sigara kokusu geliyordu ve dudaklarında viski tadı. Burçak gece hayatından elini ayağını çektiğinden beri sigaraya da sarhoşluğa da tahammül edemez olmuştu. Sinan kapının eşiğinde onu öperken pişman oldu onu çağırdığına. Tertemiz yatağında Sinan. Şimdi evde sigara içmek de isteyecek bu kesin.
Burçak’ın uykusunda dağılmış saçlarını aralayıp yüzüne bakan Sinan onun pişmanlığını sezdi mi? Yok canım, sarhoş belli ki. Burçak’ın beline sardığı bir elini çekmeden, diğer eli ile kapıyı kapatıp, yüzünü öpe öpe onu yatak odasına kadar yürüttü, tek kelime etmesine izin vermeden yatağa indirdi. Burçak kıkırdamak ve inlemek arasında gidip geldiği bir anda tahammül edemediği şeyleri evine getiren bu adamın onların yanında bir şey daha getirdiğini düşündü. Kendini umursamama özgürlüğünü.
Temiz çarşaflarına doğru Sinan’ı çekip buram buram gece hayatı kokan boynuna yüzünü gömdü, teslim oldu.