Benim gibi sizin de dikkatinizi çekmiş olabilir, son yıllarda otizm çok fazla telaffuz edilmeye başlandı. Çevremde dostlarımın çocuklarında da görülmeye başlayınca Yağmur Adam filmiyle sınırlı olan bilgimi Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın araştırmalarıyla zenginleştirdim.
Otistik olguların çoğu bebeklik döneminde tümüyle normalken, belirtiler 18. aydan sonra ortaya çıkmaya başlıyormuş. Herşey yolunda giderken çocuklarının yaşıtlarına göre gerilemeye başladığını fark etmek, ebeveynler için çok zor bir durum olmalı.
Belirtilerden bir tanesi, otistik çocuklara isimleriyle seslenildiğinde tepki vermemeleri. Ebeveynler önce bunun işitme bozukluğundan kaynaklandığını düşünebilir ama daha sonra, dikkat edince, çocuklarının televizyonda ilgilerini çeken reklam ya da hayvan seslerine tepki verdiğini fark ederler.
Otistik çocuklar bazı görsel uyarılara karşı da yeterince tepki vermez. Yüzlere veya birçok nesneye uzun süre bakamadıkları ve yeterli göz teması kuramadıkları halde, hareket eden ya da parlayan nesnelere uzun süre bakabilirler. Dönen pervane ya da çalışan çamaşır makinesi gibi nesneleri kitlenmiş vaziyette, uzun süre izleyebilirler.
Otistik çocukların dikkat çeken ilk özelliklerinden biri ise geç konuşmaya başlamalarıdır. Otistik çocukların %80’i erkektir; ne acı bir ironidir ki toplumumuzda da “erkek çocuk geç konuşur” inancı yaygındır ve bu durum çocukların hekime geç götürülmesine sebep olur. Az da olsa konuşan otistikler ise genellikle düzgün ve anlamlı konuşmaz; çoğunlukla “ekolali” yapar, yani duydukları kelimeyi papağan gibi tekrar ederler.
Otistik çocuklar beyinlerindeki kan akışını arttırmak için kol ve bacaklarını farklı kullanır: Örneğin parmak ucunda yürümek, semazenler gibi çark etmek, gereksiz yere el çırpmak gibi. El motor becerilerinde de yaşıtlarına göre gelişimleri biraz geride kalır. Bu yüzden kreş ve anasınıfı öğretmenlerinin gözlemlerine dikkat edilmelidir. Otistik çocuklar zamanlarının çoğunu tek başlarına geçirmeyi severler. Arkadaşları ya da ebeveynleri ile sağlıklı iletişim kuramaz, kendi dünyalarında yaşarlar.
Otistik çocukların çoğu, sürekli olarak görmeye alıştıkları şeylerin değişmesinden rahatsız olur. Etkinlikler de sırayla yapılmalıdır, sıranın değişmesi onları huzursuz eder. Bazen de bazı nesnelere takıntı şeklinde bağlanır, kaybolduğunda aşırı huysuzlaşır, sinir krizine girebilirler.
Eğer çocuğunuz bu özelliklerden birini gösteriyorsa, normal bir gelişim gösterirken zamanla yaşıtlarından geri kalmaya başlıyorsa bir uzmana danışın. Tedaviye açılan altın fırsat kapısı beş yaşına kadarki süreymiş.
Otizmin 1950’lerden beri giderek artmasını Sidney M.Baker aşağıdaki etkenlere dayandırıyor:
- Antibiyotik kullanımın artması.
- Ağır metal içeren aşıların ve çoklu virüs aşılarının kullanılmasındaki artış.
- Ekilebilir toprakların fakirleşerek sebze ve meyvelerdeki vitamin ve mineral içeriğinin düşmesi.
- Omega 3 tüketiminin azalması.
- Ağır metal, ilaç ve toksinlere fazla maruz kalınması.
Hepimiz çeşitli kaynaklar aracılığıyla birçok toksik maddeye maruz kalıyoruz ama bunları ancak metabolizmamız yeterince sağlıklıysa temizleyebiliyoruz.
Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, anne ve baba adaylarının güneşe az maruz kalmalarının ya da yetersiz D vitamini almalarının, DNA onarım mekanizmalarını ve buna bağlı olarak ağır metal ve diğer toksinlerin vücudumuzdan atılmasını sağlayan detoksifan ve antioksidan sistemleri bozduğunu, bunun da otizme yol açtığı öne sürülüyor.
Otistik çocukların önemli bir bölümünün kan ve dokularındaki cıva düzeyi yüksek çıkıyormuş. Cıva otizmin önemli bir nedeni ama tek nedeni değil. Kurşun, arsenik, alüminyum gibi ağır metallerin yanı sıra sütteki kazein, buğdaydaki glüten ve başka birçok kimyasal toksin madde otizm gibi rahatsızlıklara neden olabiliyormuş. Otistik çocuklarda buğday (glüten) ve süt (kazein) proteinleri yeteri kadar sindirilemeden kana geçiyormuş. Sindirilmemiş proteinler de bedenlerinde morfin etkisi yapıyormuş. Bunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım; morfin zehirlenmesinden ötürü küçücük çocukların tehlike ve korku duygusu da olmuyor. Tanıdığım, otistik teşhisi konulmuş çocukların hepsinin de gerçekten süte aşırı düşkünlüğü var, süt bağımlılığı yani morfin bağımlılığı geliştirmişler.
Tüm araştırmaların otizmin artık bilimsel ve etkili tedavisinin olduğunu göstermesi çok sevindirici. Uygun beslenme rejimi, bağırsak florasının düzeltilmesi, ağır metallerin temizlenmesi, sindirim enzimlerinin takviyesi ve eğitimle tedaviler olumlu sonuçlar veriyormuş. En önemli ve etkili tedavi yöntemi tabii ki sevgi. Bu “çok özel çocuklar” sevildiklerini hissettiklerinde dünyaya gelirken birlikte getirdikleri sıra dışı yeteneklerini ortaya çıkartabilir ve toplum içerisinde uyumlu bir hayat sürerek, bizlere çok şey katabilirler.