Bir süredir yazamıyorum. Beynim bir çocuk oyun bahçesi ile uğraşıp duruyor.
Benim oyun bahçem!…
Yürümeye başladığım andan itibaren kocaman bir oyun bahçesine konmuşum. Özel olarak yaptırılmış. Tasarımını annem yapmış. Çocuk uyuduktan sonra katlanıp kaldırılabiliyor. Çocuk oyun oynayacağı zaman odaya kurulan bu tahtadan yapılmış bahçenin içine konuyor. Bahçe, çocuğun boyutlarıyla karşılaştırılınca o kadar büyük ki, çocuk içinde kendini kısıtlanmış hissetmiyor. Kare şeklindeki bahçenin dört yanında tahta parmaklıklar var, çocuk dışarı çıkamasın diye. Yüksekliği de öyle ayarlanmış ki çocuk atlayıp çıkamıyor. Evin her yerine gidemiyor, her yeri keşfedemiyor ama alan da o kadar geniş ki engellendiğini hissetmiyor.
Bir gün çocuğun yaşından büyük bir çocuk arkadaş eve misafir olarak gelip de çocuğa kenardan kanepeye atlamayı, oradan da evin diğer odalarına koşa koşa gidebileceğini gösterene kadar oyun bahçesi annenin çok işine yarıyor.
Beynim günlerdir bu oyun bahçesi ile uğraşıyor çünkü bu bahçenin yaşamımın metaforik bir anlatımı olduğunu farketmeye başladım. Ailem hep o bahçe içinde kalmamı istedi, bense kanepeye atlayıp koşa koşa diğer odalara gitmek, evin dışına çıkmak…
Yeni çocuk sahibi olacak ebeveynlere deneyimli anne babaların çok söylediği bir söz vardır. “Bebekken hiç bir şey değil, asıl problem büyüyünce başlıyor.”.
Büyüyünce başlayan problem çocuğun kendi yaşamına adım atmak istemesi, kendi kararlarını almak istemesi, kendi doğrularını oluşturmak istemesi, kısaca kendi olmak istemesi.
İşte tam bu noktada ebeveynler rahatsızlık duymaya başlıyor. O zamana kadar giydirdiğini giyen, yedirdiğini yiyen, onun uygun gördüğü yerlere giden, kısaca kendine “bağımlı” olan çocuk kendi özgürlüğünü talep etmeye başlıyor. “Bağlı” ilişkiye geçmek istiyor.
Çocuk hazır ama ebeveyn hazır değil!…
Genellikle -tabii ki ve ne guzel ki istisnalar var- ebeveynler hiç hazır olamıyor. Ve işte bu noktadan sonra ergenlik problemleri, anne-baba-çocuk sorunları başlıyor. Bu sorunlar, istisnasız her güne taşınıyor.
Hatta çocuk fiziksel olarak evden ayrılıp gitse de manen hala annenin-babanın gönül bahçesinde, parmaklıklar ardında kalmaya devam ediyor.
Annem, kanepeyi kullanıp bahçenin dışına çıkmayı bana öğreten “diğer” çocuktan hep kızgınlıkla bahsetmiştir. Bu olaydan ne zaman bahsetse “Sen ne güzel bahçende oynuyordun, o geldi seni ayarttı, bahçeden çıkardı,” demiştir.
Ebeveynler çocuklarına özgürlüğü, birey olmayı, kendi olmayı öğreten “diğerlerini” sevmezler. Çocuklarından uzak tutmaya çalışırlar.
Bu bir arkadaş, öğretmen veya bir aile büyüğü olabilir. Kim olduğu, hangi rolle çocuğun hayatına girdiği önemli değildir. Önemli olan çocuğun “ayartılmış” olmasıdır. Mümkünse çocuk o diğerinden uzaklaştırılır.
Gözden kaçan ise kalbe yerleşenin uzaklaştırılamayacağıdır…
Kalbe yerleşen tohum muhakkak filiz verir, büyür, gelişir…
İyi niyetli (!) ebeveynlerin, çocuklarını korumak adına, bahçeleri içinde tutmak için yapabilecekleri sınırsızdır. Bilinçleri ve bilinçaltları ile, bütün yaratıcılıkları ile, çocuğu bahçe içinde tutmanın yollarını bulur ve uygularlar. Kendilerini fiziksel ya da ruhsal olarak hasta etmek pahasına bahçeyi kanlarının son damlasına kadar korurlar.
“Oyun bahçenize” bakın. “Oyun alanınızı” hissedin…
Anne-babanızın “yaşam alanınızı” yaratan söylemlerini dinleyin.
Sizin adınıza kurulan oyun bahçesinin sınırları nereye kadar? Fiziksel olarak olmasa da, onlardan uzakta yaşasanız da, oyun bahçenizin içinde olabilirsiniz hala!
Hiç bir zaman size dayatılan sınırlar olmadıysa, kendiniz olmanıza izin verildiyse, hayallerinizi gerçekleştirmenize güzel desteklerle yol açıldıysa, hiç durmayın, koşa koşa gidin ve ebeveynlerinize sıkıca sarılıp teşekkür edin.
Bunu siz kendi kendinize yaptıysanız, oyun bahçenizden dışarı atlayıp yaşamınıza koştuysanız, o zaman kendinize sıkıca sarılın ve kendinizi kutlayın.
Hala oyun bahçenizin içindeyseniz, bahçeden atlayıp diğer odalara ve evin dışına koşa koşa gitmek için ne bekliyor olduğunuzu düşünün. Ne bekliyorsunuz?…