Bakanlık birkaç ayda bir açıklıyor, bense neredeyse her hafta anlatıyorum ama hâlâ anlamakta zorluk çekiyorum bu önüne geçilmez halleri. İşin garip yanı da şu ki aslında herkes her şeyi gayet iyi biliyor.

Gıdada sahtecilik haberleri, tağşiş yapan firmalar; paracıklar, paracıklar… Olay geliyor hep aynı yerde düğümleniyor: Fiyat rekabetine ve 1 koyup 100 alma arzusuna dayanamayıp olmayacak hilelerle satılacak gıda maddesinin çoğaltılması -ki bu en iyi ihtimal- ya da gıda maddesine benzeyen garip bir şey “yaratılması.” Arıya bile güvenmeyip balı kendimiz yapıyoruz mevzusu yani. Hatırlarsanız böyle bir karikatür vardı.

Sattığı ürüne hile karıştıran esnafın zindanda cezalandırıldığı dönemler maalesef geride kaldı. Artık tespit edilse bile üç kuruş idari para cezası, “Bak bir daha yapma, kızarım ha” şeklinde parmak sallama ile yol alıyoruz. Defalarca yapsanız ne oluyor? Hiç. Kapatılabilmeniz ihtimaller dahilinde; evet, ama aynı şeyi bir başka isim altında yapmanızın önünde engel yok. Açılan, kapatılan, şerbetlenmiş ve katmerlenmiş şekilde ticaret hayatını sürdüren işletmelerin sayısı elinizi sallasanız çarpacak oranda. Gıdada hile yapanlar iki kuruş ceza aldılar diye tövbekar olmuyorlar anlayacağınız. “Yeni bir aşk, yeni bir iş” diye tecrübelerini de taşıyorlar yeni markalarına…
Bu katakulliler için “gıdaya hükmetmek” diye bir deyiş var ama bu biraz abartılı bir tabir. İyi bir şeymiş gibi algılanabilir hatta… Ben kendi tabirimi kullanayım o yüzden: Gıda mıda yok ortada. Ete benzer “bir şey”, süte benzer “bir şey”, reçele benzeyen “bir şey”, ekmek sanılan “bir şey” var.

Haberler üç ayda bir gazetelerde çıkıyor. Firma adları sürekli değişse de tağşiş yapılan ürünler belli, hiç değişmiyor. İçerikler belli, bunlar da gıda teknolojisindeki gelişmelere bağlı hafif oynasa da yine genelde aynı.
Normalde peynir yapmak için yağı alınmamış süt ve maya kullanırsınız. Mayasız peynir yapacaksanız da süt ve limon suyu. Bu kadar. Ancak piyasada bu yöntem gayet demodedir. İmalat içinde peynir formüle edilir. İçerik: Bolca nişasta (ki bu da mısır nişastası), bolca çiçek yağı (aslı olsa yine canım yanmaz da kullanılan hep ithal çiçek yağıdır. Halihazırda ham ayçiçek yağının de 3’te 2’si yine ithal. Tağşişte bunu bile kullanmayıp %40 daha ucuz olan kanola yağı, soya ve pamuk yağı karıştırıp kullanılır. Pahalı bir yağ olan zeytinyağında karıştırılma işlerine aşinaydık da, zaten kendisi ucuz olan ayçiçeğe kadar hile girdiyse ötesini siz düşünün. Parantezi çok uzattım. Kapatayım.)

Süt ve süt ürünlerinde temel kural: Süt tozu + jelatin + bitkisel yağ. Bu değişmez.

Et ve et türevlerinde ise olay şu: Büyükbaşın nasıl beslendiğini bir yana bırakalım. Bir hayvan mezbahada kesildiğinde karkası çıkar. Yani şu kasap vitrinlerinde gördüğünüz kaburga, bacak vesaire… Bir de bunun haricinde kalanlar vardır. Detay vermek ne kadar doğru, bilmiyorum ama yazacağım: derisi, sinirleri, sindirim organları, kulakları, memesi, burnu, damarları vesaire… Bunlar asla ziyan edilmez. Et türevleri içine karıştırılmak üzere piyasaya girerler: hazır kıyma, döner, tükürük köfte şu bu… Bir ürüne bolca baharat katılma ihtimali varsa o ürün bu işler için daha idealdir. Tuhaf derecede ucuz fiyatlara satılan o çok lezzetli köftelerin, sürümden kazanç bıraktığına inanmak hakikaten saflık olur. Acı yanı marka olmuş yemekçiler, bunu kendilerinden hiç böyle şeyler beklenmediği için çok daha kolay saklayabiliyorlar.

Etin geri kalanını geçelim, bunu zaten karıştırıyorlar. Tavuk ve tavuk sakatatı, tek tırnaklı hayvanların eti, bilumum hayvan, haşerat (bu kısmı bu kadarcık bilgi ile geçeyim; bilin ki şahit oldum) ekleniyor. 1 kilo et, oluyor sana 5 kilo. Gelsin paracıklar…

1 kilo sütten 3 kilo yoğurt çıkarabilen teknolojiye sahibiz. 30 Kuruş’a kek, 50 Kuruş’a ekmek üretebiliyoruz. Kampanya yaparak tavuğun kilosunu 1 TL’ye, balığı 5 TL’ye satabiliyoruz. 2,50 TL’ye ekmek arası döner çıkarıp yanında bedava ayran verebiliyoruz. 1 TL’ye “doğal limonatayı” bütün market raflarına sürebiliyor, aynı market raflarını kilosu sudan ucuz peynirlerle ve 1 TL’lik paket yağlarla doldurabiliyoruz. 100 TL’ye adrese teslim 10 kilo bal alabilirsiniz bugün. Yanında Hürrem yüzüğü de geliyor…

Bütün bu mucizevi fiyatların müsebbibi “paracıklar paracıklar, katlansın paracıklar” kafası… Öyle ürünler var ki süt kullanmadan kaşar peyniri yapılabiliyor. Nar ekşisi diye satılan şeylerin etiketinde bir ben eksiğim ama nar yok. Sirke var marketlerde, girişe yığıyorlar. Etikete bakıyorsunuz, her şey var. Olmayan tek şey meyvenin kendisi.
Bu yazıyı Şirince’nin meydanından yazıyorum. Bu şahane güzellikteki köyün görsel olarak tadına doyum olmuyor. Ancak bakıyorsunuz ki dondurmacı bilmem ne ustanın tezgahında şu olmazsa olmaz global şirketin hazır ürünü, el işi dantel diye satılan şeyler PRC etiketli Çin malları, yöre bebekleri, buzdolabı mıknatısları komple köysel ithalat…
Meydanın girişindeki köylü teyze gözlemeyi AVM’lerin yemek katında kullanılan un ile açıyor. Yanındaki tezgahta yöresel kaşık, yöresel sabun, yöresel karadut şerbeti var ama sadece adları var, kendileri yok. Baktıkça üzülüyorum. Hatta yanıyorum. Ege maceramın başladığı bu köy benim için çok kıymetli. Bu anı, bu güzellik, bu yaratım böyle hayasız tüketilmemeli.

Önlem? “Şu yasak bu yasak” diye mi çözülecek bir şeyler? Belki. Ancak şu herkesin başında bir memur, memurun arkasında iki memur yöntemi sarmıyor ruhumu. Ben anlattım, talep ettim. Sizler de doğruyu bilir, doğruyu ararsanız, doğrusu isterseniz çözülür ancak bu iş; ben buna inanıyorum.

Pınar Kaftancıoğlu

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/paraciklar-paraciklar/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/paraciklar-paraciklar/" data-text="Paracıklar Paracıklar" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/paraciklar-paraciklar/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1997 yılında, çok sevdiği Ege’ye yerleşiyor Pınar Kaftancıoğlu. Önce Kuşadası’nda geçen birkaç yıl, ardından Aydın-Nazilli’de bir doğal kaynak suyu fabrikasını işletme, kızının doğumu, işlerin stresinden bunalıp fabrikayı devretme derken otuzlu yaşlarının sonunda emekliliğini ilan ediyor!</p> <p>Nazilli’de anadan kalma bakımsız araziyle birkaç zeytinliğini ıslah edip şu an yaşadığı çiftlik evini inşa ettirmeye karar veriyor. Komşuların yardımıyla yaylalardaki irili ufaklı araziye çekidüzen veriyor. Tarlalar sürülüyor, köydeki ineklerin dışkılarıyla gübreleme yapılıyor, dağ köylerinden hediye gelen fidanlarla tohumlar ekilip dikiliyor.</p> <p>Ve tarlalarda ilk ürünler çıkmaya başlıyor.</p> <p>“Kızım, İpek artık Milupa’nın ‘organik’ etiketli kavanozlarına mahkûm değildi. Kahvaltı masamızda hepsine isim koyduğum ineklerin sütleri ve o sütlerden yaptırdığım peynirler vardı. Ekmeği marketten almıyor, kendi fırınımda yapıyordum. Yumurtalar bahçenin sağından solundan, çoğu zaman da tavuklarımın folluğa çevirdiği ayakkabılıktan toplanıyordu. Zeytinden ve zeytinyağından bol şeyimiz yoktu. Bahçenin orasında burasında kendiliğinden yetişen otların her birinin bir adı olduğunu ve neredeyse hepsinden enfes yemekler yapıldığını öğreniyordum. Yılladır marketten aldığım kırmızı şeylerin, gerçek bir domates ile alakası olmadığını anladım. Havuçlar, marullar, fasulyeler, börülceler&#8230;”</p> <p>İpek Hanım Çiftliği böyle kuruluyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This