Biz partnerimizi olduğu gibi kabul etsek de o kendini kabul etmeyebilir. Aslına bakarsanız çoğu insan statükoya bağlı yaşamaktan memnun değildir; aksine, kendi yararına olacak şekilde büyüyüp gelişmek ister. Sevdiklerimiz de bunun istisnası değildir ve bunu bizim tam desteğimizle birlikte kendi istedikleri şekilde yapmayı hak ederler. Bu da bizim kenara çekilmemizle başlar. Bunu yapamıyorsak aynaya bir bakmamız gerekebilir. 2018’den bir araştırma, kim olduğumuzdan emin olmadığımızda ve bu konuda kafamız karışık olduğunda partnerimizin gelişimini desteklemekte başarısız olduğumuzu bulmuştur. Kendimizi iyi tanımazsak partnerimizin değişme arzusu bize tehditkâr gelir, çünkü bizim de değişmemiz gerektiğini düşünürüz. Öte yandan partnerimiz eyleme geçmek istediğinde ona karşı sevecen ve destekleyici olursak bu sadece onun gelişimine yardım etmez; ilişkimize de katkı sağlar. Tam bir kazan-kazan senaryosudur.
Partnerimizin yolundan çekilmekten daha iyisini de yapabiliriz. İlk adım, ki bu önemli bir adımdır, partnerimizin geliştirmek istediği şeyin tamamen kendi seçimi olduğunu ve bunun bizim tercihlerimizle hiçbir ilgisinin olmadığını anlamaktır. Neyin değişeceği, bunun ne zaman olacağı ve nasıl gerçekleştirileceği tamamen onun vereceği kararlardır. Biz sadece onun yanında yer alıp destek olan ve elimizden geldiğince yardım etmeye çalışan yoldaşlar olabiliriz. Yani bizim, partnerimizin “heykeltıraşı” olmamız gerekir. Bu kulağa fazla hükmedici geliyorsa Michelangelo’nun heykeltıraşlığa bakış açısını dikkate aldığınızda aslında daha pasif ve destekleyici bir şeyden bahsettiğimi anlarsınız. Heykeltıraşlar eserlerini, inşa etmek suretiyle yaratmaz; daha ziyade taşın içinde gizlenmiş, halihazırda var olan sanatı ortaya çıkarırlar. Davut heykeli üzerinde çalışırken Michelangelo bunu şöyle açıklamıştır: “Mermerin içindeki meleği gördüm ve onu özgür bırakıncaya dek mermeri oydum.” Bizim de partnerimiz için oynamamız gereken rol budur. Araştırmacıların Michelangelo fenomeni adını verdiği bir yöntemi kullanmamız gerekir. Bu süreç partnerimizin ideal benliğini anlayarak başlar. Bu onun olmak istediği kişidir ve bunun muhtemelen günlük hayhuyun oluşturduğu koca bir “mermer”in içinde gizlenmekte olduğunu aklımızda bulundurmamız gerekir. ‹şi, çocukları, faturaları, ailesi, günlük mücadeleleri ve koşturmaları olmasa partnerimiz kim olmayı isterdi? Unutmayın, burada onun olmasını istediğimiz şeyin promosyonunu yapmıyor; can yoldaşımızın gerçekte istediği şeyi müdafaa ediyoruz.
Kendi üzerimize düşeni başarıyla yerine getirdiğimizde, partnerimizin aleyhtarı değil müttefiki oluruz. Partnerimiz yaşamına biraz macera katmak istiyorsa, onun katılabileceği bir kürek sörfü grubuna işaret edebilir ya da yakındaki doğa yürüyüş rotalarını bulmasına yardım edebiliriz. Daha dışadönük olmak istiyorsa sosyal etkinliklerde ona eşlik edebiliriz. Daha düzenli olmak istiyorsa bir yerleri derleyip topladığı zaman bunu takdir edebiliriz. Bu, Michelangelo’yu oynamak, partnerimizin içindeki meleği çıkarmasına yardımcı olmaktır. Onun ideal benliğini onayladığımızda partnerimiz hayattan daha büyük doyum alır ve psikolojik olarak çok daha iyi durumda olur. Bu doyum, bağlılık ve güven artışından ilişkimiz de faydalanır. Tüm bunlar ilişkimiz olgunlaştıkça daha önemli hale gelir. 2018 yılından bir araştırma yaşımız ilerledikçe benlik algımızın daha da belirginleştiğini ve partnerimizin ideal benliğimizi onaylamasının gittikçe daha önemli hale geldiğini göstermiştir.