Yüzlerce yıldır pederşahi, evde babanın otoritesinin geçerli olduğu, aile yapısından gelen toplumumuz, günümüzde veletşahi bir aile yapısına dönüştü. Anne baba olarak çocuklarımızı adeta taparcasına baş tacı yaptık; önlerine bir yığın pahalı oyuncak yığdık; sofralarını zenginleştirdik; marka kıyafetler ve son model telefonlar aldık. Hafta sonu, tatil programları çocuklarımızı mutlu etme üzerine yapılır oldu. Bizler para kazanıyoruz ama yaşamlarımızla ilgili programları sadece onlar için yapar olduk.
Ekonomik olarak ailelerin olanakları iyileştiği halde mutsuzluk ve boşanmalar arttı. Çok daha mutsuz, çalışmayı sevmeyen, zora hiç gelemeyen, strese dayanamayan, hayatın gerçeklerinden bihaber, sağlam bir hedefi olmayan, haz odaklı bir nesil ortaya çıktı.
Anne babaların “iyi” niyetle gerçekleştirdikleri “Biz çektik onlar çekmesin” yaklaşımı esasında çocuklarımız için kötülük oluyor. Aileler çırpındıkça, kendi tabirleriyle “saçlarını süpürge” ettikçe, çocuklarının her istediklerine “Evet; tamam” dedikçe, artık mutlu olmayı bilemeyen, yaşam motivasyonu çabucak düşen çocuklar yetiştirdik. Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenemedikleri için hep daha fazlasını istiyorlar. “Hayır” cevabına alışık olmadıkları için, ilk duyduklarında sinir krizi geçirebiliyorlar. Birçok genç öğrencim depresyon ilacı kullanıyor.
Koçluk görüşmelerimde ve seminerlerimde en çok duyduğum cümle şu: “Bizim çocuk çok zeki ama çalışmayı sevmiyor. Bilgisayarın başından da kaldıramıyoruz; ne yapabiliriz?” Çocuklar çalışmayı sevmiyor değil, çalışmayı bilmiyor bence. Sorumluluk almayı hiç öğrenmemiş bir çocuk, dersinin sorumluluğunu alıp nasıl çalışsın?
Çocuğun sınıfında arkadaşlarıyla yaşadığı en ufak problemde soluğu okul yönetiminde alıyoruz, kavga eden çocukların birbirleriyle barışmalarına fırsat vermiyoruz; “Yeter ki çocuğum ders çalışsın” diyerek meyvesini soyup önüne bırakıyoruz; odasını, giysilerini topluyoruz. Lise çağına gelmiş gençlerimizin çoğu en basit yemeği bile pişirmeyi, kendi başına çay demleyip misafir ağırlamasını bilmiyor. Üniversite kampları için yurt dışına çıktıklarında ya da ülkemizde düzenlenen çeşitli uluslararası kamplarda en tembel bulunanların Türk öğrenciler olduğunu duyunca çok üzülmüştüm ama açıkçası hiç şaşırmamıştım. Evinde bulaşık yıkamamış, sebze ayıklamamış, herhangi bir tamirata yardım etmemiş gençlerimiz için kamplarda görev almak tabi ki zor gelir. Gençlere lise çağında oda toplatmak, şimdiye kadar yapmadılarsa zor gelir, gözünde büyür. Kıyafetlerini dolaba asmak, evde ondan daha hızlı ve düzgün yapanlar oldukça çok zor bir sorumluluk olacaktır.
Evin tek oğlu olan, “paşa” olarak yetiştirilmiş bir üniversite öğrencim “Askerde nasıl yatak toplayacağım” diye haklı olarak endişe ediyordu. “Bu hafta yatağını toplamaya ne dersin?” dediğimde gerçekten çok zorlanmış ve yapamamış. Bu gençler emeğin ve paranın kıymetini anlamadan yetişiyorlar; bir şeyi başarma, kendi başına yapabilme yeteneğini kazanamadıkları için hayatın zorluklarına da hazırlıksız yakalanıyorlar. İş hayatlarında çabuk vazgeçiyor, zoru görünce geri adım atıyorlar, ebeveynlerine bağımlı kaldıkları için yalnız başlarına kalamıyor, gereksiz korkularla yaşıyorlar.
Çocukluk döneminde yaşanmış bir takım haksızlıklar, ezilmeler, minik travmalar çocuğun önce bir sarsılıp sonra toparlanarak kendine gelmesine ve gelecekteki yaşantısına çok daha hazır olmasına yardımcı olur. Yetişme dönemimizdeki zorluklar, problemler bizi yarınlarda bekleyen zorlu hayat yolculuğuna en güzel şekilde hazırlayan dostlarımızdır.
Bir kitapta 12.08.2013 tarihli bir gazete haberine rastladım, çok hoşuma gitti, haber şöyle:
“Türkiye’nin en büyük tekstil firmalarının başında gelen Orka Holding Grubu Başkanı Süleyman Orakçıoğlu’nun oğlu Orkan Orakçıoğlu yaz aylarını çalışarak geçiriyor. Milyar dolarlık şirketinin veliahdı olan, on yedi yaşındaki Orkam Orakçıoğlu’nun Bodrum Yalıkavak’ takı yazlıklarının yakınında bulunan su sporlarında 50 TL yevmiye ile çalışması görenleri şaşkınlık içerisinde bırakıyor. Lise öğrencisi olan Orka Holding’in veliahdı Orkan Orakçıoğlu tatilini keyfederek değil de çalışarak geçirmesini ‘Hem kendi harçlığımı çıkartıyorum hem de bu işi seviyorum. Bir yerden başlamak lazımdı. İleride büyük bir işadamı olmak istiyorum’ sözleriyle açıklıyor.”
Benim annem de hem beni hem abimi, eve yardımcı geldiği halde, küçük yaşlarda cam ve halı silme dâhil birçok ev işinde erkek kız ayrımı yapmadan çalıştırmıştır. Yatılı okulda okuduğumuz ve sadece bazı hafta sonları eve gelebildiğimiz halde, evdeki sorumluluğumuzu bilmişizdir. Küçük yerde olduğumuz ve babamın hâkim gibi, dikkat çekici bir mesleği olduğu, maddi olarak ihtiyacımız da olmadığı halde, yaz tatillerinde, küçük yaşlardan itibaren hep çalıştırıldık. Ağabey kardeş birlikte gazetelerden kese kâğıdı yapıp pazarcılara sattık. Ben mağazada, kuaförde, eczanede, THY’de çalıştım; ağabeyim fotoğrafçıda, elektronikçide, bakkalda vb. çalıştı. Bazen işyeri sahibine bize verilmesi için babamın para vermiş olduğunu bile sonradan öğrendik. Küçük yaşta hayata hazırlanmak, yaz tatilinde erken kalkıp işe gitmek, sorumluluk almak, egomuzun törpülenmesi, paranın, emeğin değerini bilmemiz, küçük şeylerden mutlu olmamız, anne ve babamızın bu çok doğru davranışlarıyla sağlandı. Ağabeyim de insan ilişkileri kuvvetli, şefkat sevgi dolu, bütüne katkı sağlamayı seven, kolay mutlu olan, kendini çok yönlü geliştiren başarılı bir doktordur. Anne babamız bizi fanus içinde koruyarak büyütmek yerine, sorumluluk sahibi olarak hayata hazırladıkları için hep şükran duyarız, teşekkür ederiz.
Çocuklarınızın yetişme dönemindeki zorluklar, problemler onları yarınlarda bekleyen zorlu yolculuğa en güzel şekilde hazırlar. Zorluklar, çileler, problemler onları güzel yarınlara taşıyan vasıtalardır. Bırakın çocuklarımız da bizler gibi hatalarından öğrensinler. Hata yapmamış insan rüzgâr yememiş bir ağaç gibidir; ilk zorlanmada dalları kırılabilir, yerinden oynayabilir. Çocuklarımızın önünden engelleri kaldırarak onların öğrenmesine de engel olmaktayız. Fanus içinde büyütülen çocuklar nasıl gerçek hayatta mutlu olmasını bilecekler ki…
Banu Uzkut Onuk