Çantasından dışı yaldızlı aynasını çıkarır ve kapağını büyük bir keyifle açar.

‘Çıkk’ aynasını açarken çıkan bu sesi çok seviyordu.
Bu sesdeki melodi her ayna kapağını açtığında önce kulağına sonra ruhuna doluyordu.

‘Çıkk’…güvendesin!
‘Çıkk’…güzelsin!
‘Çıkk’…cesursun!

İtinayla yüzünün her dehlizini kontrol eder:

Pudra…evet pudra sürmeli biraz daha ki belli olmasın yüzündeki derin nehir yatakları.

Dudaklarını birbirine sürtüp kızartır.
Ya dudak kenarındaki ince toprak yollar…? Çizgilerine memnuniyetsiz dokunurken kendi kendine söylenmeye başlar:

‘Ne zaman biraz üzülsem, hüzünlü yorgun bir gece geçirsem, hemen tozunu savura savura ortaya çıkar bu çizgiler zaten. Hiç ertelemez, unutmaz, gecikmezler sağ olsunlar.’

Asık suratını aklına harika bir fikir gelmiş gibi ani bir hareketle toplar ve gülümseyerek aynadaki yansımasıyla fısıldayarak konuşur: ‘Bedenin bilgeliği işte. Hiçbirşeyi gizlemez derince bakmasını bilirsem sevgili bilmiş bedenim. Biraz pudra da oraya…Hımmm tamamım şimdi işte.’

Aynaya kendini beğenen bakışlar fırlatır. Çapkınca gülümser ve cilveli bir dudak ifadesiyle göz kırpar kendine.

Aynada beliren kendininkinden farklı gözleri fark eder arkasından onu izleyen. Münasebetsiz gözler her yerde onu rahatsız eder zaten.

‘Off gene kendi hayatlarındaki solukluğu başkalarını izleyerek unutmaya veya renklendirmeye çalışanlar…Her zaman her yerde bu röntgenci gözler. Paparazi ve dizileri izlerken kendilerini unutmak ister gibi şimdi de beni izliyorlar. Biliyorum bu onları oyalıyor, kaçmak istedikleri kendi gerçeklerinden uzaklaştırıyor ve hayatlarının durağan monotonluğuna biraz olsun hareket katıyor.

Hele şu yan masada oturan; uzun, gri pardesülü, başında bir o kadar sıkıcı kahverengi başörtülü kadın…Pis bir umumi tuvalet deliğine gözlerini diker gibi bakıyor bacaklarıma. Bakışları; bağırsaklarını bir an önce boşaltmak için can atarken, ağzını büzüştürerek: ‘Ayy çok pis ya!’ diye söylenmesi ya da kendi içinde bastırdığı, susturduğu kadınlığını; soğuk, ıslak, koyu renk taşlı helaya tüm utandığı duygularla beraber, gözleriyle dökmek ister gibi.’

Gri pardesülü kadın ise bu sırada dün geceyi tekrar yaşamaktadır.

Dün gece ayna karşısında vücudunu gizlice okşarken ve kendini dantelli kırmızı bir gecelikle hayal ederken birden bire aynada kara sakallı kara bakışlı babasının, amcasının, abisinin…toplumun gözleri belirmişti. İçini sıkıntı, gizlenme duygusu kaplamış ve apar topar üstüne geceliğini geçirmişti büyük bir utançla. ‘Ben kadın değil anneyim’ kimliğini veren, her yeri kapalı, kalın, kışlık çiçekli geceliği içinde sabaha kadar uyumadan tövbe etmişti.

Aynalı kadının tüm güzelliğini cesurca sergilediği, kısacık mor eteğinin altından cüretkarca uzanan bacaklarına dehşetle bakarken gri pardesülü kadın, dün geceki bu utanç dolu anları yaşamaktadır tekrardan.

Dudakları, hakaret dolu aşağılayıcı kelimeleri sıkıca tutmak için iyice birbirine geçmiş ve büzüşmüş halde karşısındaki ‘ahlaksız’ kadına bakar. Bakışlarıyla onu yerin dibine sokarken kendi içindeki kadını da gömmek ister.

Kadının kadını ezmesinin en güçlü yansımalarından biri…bakışlar. Tacizden kendini korumak isteyen kadının başka bir kadını taciz etmesi, rahatsız etmesi…Kendi içinde sakladığı ve hiçbir zaman yaşayamayacağı mini etekli, aynalı kadını yok etmek, şu kendine güvenli edalarını sindirmek isteği içinde kabarır.

Grili kadının: ‘Ne yani ben yıllardır boşuna mı sakladım bedenimi? Şu afiştelere bak, mahremlerini nasıl da açıyorlar erkeklerin bakışlarına. Tüüü sana…! Acaba benim bacaklarım da ince fileli çorapla böyle gözükür mü?….’ dediğini duyar gibi gülümser aynalı kadın. Bu sırada aklına bir hınzırlık gelir ve hızla grili kadına döner. Zaten kısacık olan eteğini iyice aralayan bir bacak hareketiyle oturur ve kadının gözlerinin içine derin derin bakıp bir öpücük atar.

Grili kadın neye uğradığını şaşırıp kıpkırmızı bir suratla ‘terbiyesiz-ahlaksız!’ diyerek hızla masayı terk ederken oturduğu sandalyeye gölgesini, kırmızı dantelli geceliğiyle kendini seven kadını da bırakır.

‘Keyifle kahvemi yudumlayabilirim şimdi. Bir izleyiciden kurtuldum şimdilik. Nasıl da şaşırdı ama…Aklı sıra beni rahatsız edip bakışlarıyla altıma diken koyacak. Yemezler cicim! Senin gibilere pabuç bırakır mıyım ben hiç? Bedenim gibidir içim. Cesur, sınırlarını aşana tahammülsüz, olduğu gibi ve utanma duygusundan bihaber.

Ya şu ön masada hiç soluk almadan konuşan gruba ne demeli? Sürekli garip konuşmalar yapıyorlar. Hiç biri gerçekten birbirinin gözüne bakmıyor. Masa abur cuburla dolu. Hızlı hızlı midelerini doldururken anlamsız kelimeleri ardı ardına sıralıyorlar. Kısa bir an suskunluk olsa yüzleri geriliyor. Sıkıntıyla bacaklarını ritmik bir şekilde sallamaya başlıyorlar.

Neden korkuyor bunlar kuzum? Sessizlik neden rahatsız ediyor insanları? Susunca kendi gerçek sesleri konuşur diye mi korkuyorlar?  Kendi sesleri ne diyor da bu kadar onu duymaktan çekiniyorlar ki? Kendilerinin kendileriyle bile ilişkisinde cesur, içten, doğal ve dürüst olmadığını mı duymak istemiyorlar? Kendileriyle ve birbirleriyle yüzleşmek mi kaçırıyor onları sessizlikten?

Halbuki ne güzeldir iki insanın dingin bir sessizlikte birbirine yaslanıp susması, suskunluklarında birbirlerini duyumsamaları,
gözlerinin içine bakarken sevgilerini çabasız anlatmaları,
içlerinden yükselen sesle bir olup sevgiyle, huzurla, güvenle içten içe konuşmaları.

Bazı anlar ve duygular vardır; kelimelere döküldükçe eksilir, kırpılır, değişir, anlamını yitirir…
Buna izin vermeden kendilerine ve birbirlerine saygı duyarak derin sessizliği içmek ne güzeldir oysa…’

Aynalı kadın düşüncelere dalmışken, konuşkan grubun olduğu masada bir sessizlik olur. Ve birini-bir şeyi ezmek, yok etmek ister gibi durmadan çekirdek çitleyen gözlüklü adam hemen ‘Eeee, daha nasıl gidiyor hayat?’ demez mi!

Aynalı kadının bağırası gelir bu insanlara :

Susun, susun ve gerçekten dinleyin içinizi, dışınızı, birbirinizi. Hissedin, fark edin, paylaşın…sevdiğinizi-sevginizi konuşun…ya da susun, susun ki sesini duyursun ruhunuz. Susun susun ki, ruhunuzu dinleyip besleyin kendinizi, ilişkilerinizi, evreninizi.

‘Aman neyse! Yine sinirlendim, gerildim. Yüzümde kim bilir hangi çizgiler ortaya çıktı yine?’

Aynasını çıkarır ve kapağını açar ‘çıkk’ ve pudra ve pudra…

‘Ah nereye kadar gizleyeceğim yaşanmışlıkların yara izlerini? Ne zamana kadar yüzümdeki derin dikiş izlerini bacaklarımla kamufle edeceğim? Gece yastığıma koyduğum yüzüm gerçeğim, pudrasız gerçeğim olmayacak mı?’

Yine aynasında kendini seyrederken yabancı bakışları fark eder. Etraftaki gözler yine üzerindedir. Her sabah itinayla tıraşladığı yüzünde çıkmaya başlayan kılları sabırla fondöten ve pudra ile kapatır. Aynada gördüğü kendini beğenir bir bakış atar aynasına. Yavaşça ayağa kalkar, boğazını temizler ve:

‘Vazgeçin beni izlemekten. Sizin can sıkıntınızı gideren tv dizisi miyim  allahınız aşkına? Aaaaa…! Seyretmeyin be! Aynada bir kere olsun kendi gözlerinize gerçekten bakın;  bakın ki hayatınızdaki boşluğu başkalarının hayatları üzerinden gidermekten vazgeçin. Dönüp kendi kıçınızı seyredin o kadar meraklıysanız. Öff be, ne haliniz varsa görün! ’

Sonra kendine bakan insanlara bir hareket çeker, elinde hala açık duran aynasını kapatır ‘çıkk’, çantasını alıp arkasına bile bakmadan hızla oradan uzaklaşır. Kulaklarında son kalansa, her zamanki gibi:

‘Terbiyesiz, ahlaksız dönme!’

Share This