Günümüzde ve dünümüzde ilişkiler… Aşkın, o sıklıkla, “insanı yok eden doğası…” Onlara taktım da bu aralar, Pygmalion’a tosladım… Bildik ama ilginç bir hikaye bu..

Hikaye 1:

Bir zamanlar Pygmalion adında mesleğine aşık bir heykeltıraş yaşarmış Kıbrıs adasında. Mesleğine ne kadar aşıksa insanları bir o kadar sevmez, onlardan uzakta tek başına, aralarına karışmadan, onlarla hiç konuşmadan yaşarmış. Hayattaki tek zevki, kendi yaptığı, o konuşamayan, cansız heykellerle ilgilenmekmiş. Sabahtan akşama kadar onlarla vakit geçirir, yeni heykeller yapar, dertlerini tasalarını onlara anlatırmış.

Bir gün heykeltıraşımız, fildişinden bir kadın heykeli yapar; heykel o kadar güzel, o kadar etkileyicidir ki, tutar o heykele aşık olur, onu bütün kalbiyle sever. Ancak heykel, cansız olduğu için bu garip heykeltıraşın sevgisine karşılık veremez.

Bir gün gene bu güzel heykeli sevip okşarken, Aphrodite bu zavallı adama acır ve cansız fildişinden yapılmış heykele can verir. Pygmalion heykelin canlanıp kendisine karşılık verdiğini görünce hayrete düşer; bir mucize olmuş, aşık olduğu heykel canlanmıştır.

O günden sonra Pygmalion sevdiği kadınla çok mutlu bir hayat sürer; üstelik artık insanlardan da kaçmıyor onların arasına katılıyordur…  

      
Hikaye 2 ve diğerleri:

Kral olduğu söylenir efsanelerin bazılarında Pygmalion’un, bazılarındaysa aşık olduğu heykelin adını Galetea koyduğu ve diğer heykelleri bırakıp sürekli onunla ilgilendiği… Bazıları da şunu söyler onun aşkıyla ilgili:

“Kyproslu bir heykeltıraş olan Pygmalion, kadınlardan nefret ederdi. Ömrü boyunca evlenmeyeceğine ant içmişti. Sanatı yetiyordu ona. Günlerden birinde, bir kadın heykeli yapmaya karar verdi. Artık bilinçaltının itmesiyle mi verdi bu kararı, yoksa insanlara kusursuz bir kadının nasıl olması gerektiğini göstermek mi istedi, bilinmez. Uğraştı, didindi, o güne kadar yapılmış en güzel kadın heykelini yonttu.
Yaptığıyla yetinmedi, defalarca düzeltti, usta parmaklarıyla yeniden biçimlendirdi heykelini. Sonunda da, o fildişi parçasına aşık oldu.

Bir süre, heykeline çeşit çeşit elbiseler giydirdi, küçük kuşlar, pırıl pırıl çiçekler armağan etti, gece olunca yatağına yatırdı, öpüp kokladı. Düşlerinde, onun canlandığını görüyordu. Ama sonunda, cansız bir şeyi sevdiğini, o acı gerçeği anlayıverdi.

Aşk tanrıçası Venüs, tüm bunları görüyor, bu yeni aşk çeşidiyle yakından ilgileniyordu. Mutsuz delikanlıya yardım etmeye karar verdi. Venüs Bayramı gelmişti. Halk, aşk tanrıçası için kurbanlar kesiyor, her yerde şenlikler yapıyordu. Pygmalion,Venüs’ün tapınağına gitti ve ona yalvardı. Karşısına, yaptığı heykele benzeyen bir kız çıkarmasını diledi. Sonra evine dönüp, fildişi sevgilisinin karşısına geçti. Uzun uzun baktı heykele, eğilip cansız dudaklarından öptü.

Öptüğü dudaklar her zamanki gibi soğuk değil ılıktı. Bir daha öptü; ılık dudaklar giderek ısındı, yumuşadı ve büyük bir  sevinçle ona sarıldı. Venüs, bu büyük aşkı karşılıksız bırakmamış heykeli canlandırmıştı…”

Bu hikayeden, “Heykel, daha doğrusu heykel-insan pek bi soğuktur, böylesi bir kadın istenilmez,” gibi bir mesel… Ya da Pygmalion Etkisi adlı psikolojik bir çıkarsama yapmıştır insanoğlu.

Pygmalion etkisi: Kişinin, bir süre sonra başkalarının (özellikle şu veya bu yanıyla kendinden üstün gördüğü insanların) ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemesi. Öğretmenin bir öğrencinin başarılı veya başarısız olacağı yolundaki beklentisinin, söz konusu öğrenciyi başarılı veya başarısız kılması buna güzel bir örnektir (Kendini gerçekleştiren kehanet).

Share This