Yeni bir deneyimin esnettiği bir zihin 

eski boyutlarına asla dönemez. 

-Oliver Mendel Holmes  

 Küçük bir deney yapalım. Gözlerinizi kapayın ve mutlu olduğunuz, genel olarak iyi ve hoşnut hissettiğiniz bir anı düşünün. (Hadi yapın, ben beklerim.) Büyük ihtimalle aklınıza gelen imge bir mekâna aittir -belki plaj, dağ ya da güzel bir bardır. Bağlamdan bağımsız bir mutluluk hali anımsamak zordur. Size mutluluk veren mekân egzotik ya da lüks bir yer olmak zorunda değildir. Bu deneyi yaptırdığım bir arkadaşım gözlerini kapar kapamaz gülümsemeye başlamıştı. Hayalinde canlanan yer, partneriyle sake içip birbirlerine âşık oldukları pis bir erişte dükkânıydı. Beynimiz soyut düşünceleri, hissedebileceğimiz ya da deneyimleyebileceğimiz bir realiteyle bağlantılandırmayı sever. 

Sizi mutlu eden yeri belirledikten sonra zihniniz ne zaman oraya gitseniz aynı bağlantıyı kurar. Bunu tembel olduğu için değil, bir öngörü makinesi olarak işlev gösterdiğinden (en azından kısmen), olacakları tahmin etmek için geçmiş deneyimleri kullandığından yapar. Bunu avantaja çevirebilirsiniz. Geçmişte size mutluluk vermiş bir yer zihninizin kataloglarında kesinlikle yer alıyor. Oraya tekrar gidin, hissedeceğiniz olumlu duygular gayet gerçek olacaktır. 

Paris gezilerimde pek çok mutlu deneyim yaşadığımdan sadece orada olmak bile benim moralimi yükseltir. Eşimle birlikte yakın zamanda yine Paris’e gittiğimizde iki kez eczaneye gitmemi ve doktora muayene olmamı gerektirecek kadar kötü bir alerjik reaksiyon tecrübe ettim. Fransız doktorun, bir tarafında dosyalar, diğer tarafında Yorick benzeri bir kafatası bulunan geniş, ahşap masanın arkasında oturduğu muayenehaneye varmak için eski bir klasik yapının yıpranmış merdivenlerinden çıktık. Doktor yaşlıydı. Mavi bir ceket giymiş, beyaz kaşmir bir fular takmıştı. (Neyse ki benim için yapması gereken tek şey reçeteyi imzalamaktı.) 

Alerji ilaçlarımı aldıktan sonra, nasıl bir gün geçirdiğimiz hakkında konuşurken eşime “Çok eğlenceliydi!” dedim. 

Ron şaşkınlıktan ağzı açık kalmış halde bana baktı. Günün yarısını medikal gezintilere harcamışken nasıl eğlenmiş olabilirdim? Bu beklenmedik macerayı yaşamanın gezimize heyecan kattığını söyledim. Kafatası, fular -unutulmayacak bir macera! Şimdi fark ediyorum ki Paris dışında bir yerde olsaydım böyle hissetmezdim. Ne var ki beynim Paris’i haz, neşe, mutluluk ve eğlenceyle ilişkilendirmişti. Orada yaşanan her şeyi farklı bir gözle görüyordum. Günlük deneyimlerinizden aldığınız haz seviyesi, yer aldığınız mekâna göre değişebilir. 

Ne İçtiğiniz Değil, Nerede İçtiğiniz Önemli 

Gezimizden sonra Ron mahallemizdeki içki dükkânına gidip, sahibine Paris’te harika şaraplar içtiğimizi ve bunlardan bir iki şişe de evde bulundurmak istediğini söylemiş. İkisi, sepaj ve rekolteler üzerine biraz konuştuktan sonra adı Ira olan neşeli, bilgili dükkân sahibi başını sallamış. 

Kurnaz bir gülümsemeyle “Sana bunları satabilirim” demiş. “Ama Paris’teki tadı bulmayı bekleme!” 

Ron’un adamın ne demek istediğini anlaması için birkaç saniye geçmiş, sonra gülmeye başlamış. Üzüm bağları, üzüm rekoltesi ihraç edebilir ama romantik kafeleri, büyüleyici sokakları ya da Ay ışığıyla parlayan Sen Nehri’ni ihraç edemez. Paris’teyken sadece şarapları değil, ambiyansı da içiyorduk. Kadehin içindekini beğendiğimizi sanıyorduk ama duyularımız çevremizdeki tüm deneyimleri içiyordu. İnsanları, sallanan köprüler ve hız trenlerindeki duygularını yanlış yorumlamaya iten karışıklık dünyanın en güzel ve romantik şehirlerinden birindeki büyüleyici bir kafede içilen şarabın daha lezzetli olmasını da sağlayabiliyordu. Belki şarap, o anda yaşanan mutluluğa en az etki eden unsurdu ve hak ettiğinden fazla itibar görüyordu. 

Ira’nın, şarabı (ve diğer içkileri) tüm duyularımızla içtiğimize dair sezgisel kavrayışını destekleyen pek çok deney vardır. “Çapraz duyusallık” dediği konuda binden fazla makale yazmış olan Oxford’lu psikolog Charles Spence ile harika bir sohbetimiz olmuştu. Spence, Oxford araştırma laboratuvarının başındaki kişi olarak bedenimizden gelen çoklu duyusal girdilerin gündelik algılarımızı nasıl etkilediğini inceler. Çoğu araştırmacı hayatı boyunca görme ya da duyma gibi tek bir duyuya odaklanırken Spence farklı bilgilerin nasıl örtüştüğünü merak etmiştir. Bana şöyle demişti: “Duyularımız mütemadiyen birbiriyle konuşur. Genelde bizim gözlemleyemeyeceğimiz ya da fark edemeyeceğimiz şekilde.” Gördüğünüz şeyi sadece görmez; kokladığınız şeyi sadece koklamazsınız; beyniniz bunlara anlam atfetmek için bilgiyi işlemek zorundadır. Bilgi işleme süreci karmaşıktır. Duyusal girdinin meydana geldiği yer, nasıl algılandığını tamamen değiştirebilir. Bu, Spence’in Provence rozesi adını verdiği paradoks ile kanıtlanmıştır. Bir şarap ya da yemeğin tadını evde tekrar yakalamaya çalıştığınızda onda tatildeyken bulduğunuz lezzeti bulamayabilirsiniz. “Bu kısmen atmosfer unsurlarından, havanın kokusu, etraftaki şeylere dair deneyimlerden kaynaklanır” diyor Spence. “Ayrıca tatillerde daha gevşemiş halde oluruz ve kendimizi iyi hissederken yiyecek ve içeceklerin tadı bize daha güzel gelir.” 

Mekânın duyusal deneyimlerinizi etkilemesi için çok uzağa seyahat etmenize gerek yoktur. Spence, 3 bin kişinin ışıklandırma ve ses gibi varyasyonlarla değişkenlik gösteren dört ayrı koşulda birer kadeh Rioja içtiği bir şarap tadımı yapmıştır. Çoğu kişi, şarabın odadaki ışık yeşil değil de kırmızı olduğunda “daha meyvemsi”; çalan müzik yüksek değil de kısık sesli olduğu zaman “daha tatlı” olduğunu rapor etmiştir. Şarap eksperleri teruar ve fermantasyonun inceliklerini konuşmayı severler ama kendi bedenimizin deneyimleri, lezzeti sandığımızdan çok daha fazla etkiler. 

Zihin-beden etkileşimi süreğen bir döngüdür. Beynimiz ne olacağına dair bir zihinsel model yaratır ve Spence’in dediğine göre “Bizler gerçek deneyimlerden ziyade tahminlerle dolu bir dünyada yaşarız.” Bu, şişenin içine ucuz bir şarap konduğunda bile şarap eksperlerinin, pahalı markaların etiketini gördükleri zaman yüksek puan vermesini açıklar. Cal Tech ve Stanford’da yapılan araştırmalar şarabın iyi olduğunun sadece düşünülmekle kalmayıp beyinde de farklı algılandığını göstermiştir. Yapılan MRI taramalarında, şişesi 90 dolar olan şarabı içtiğini sanan kişilerin beyninde aktive olan haz merkezi noktasının, şişesi 10 dolar olan şarabı içtiğini düşünenlerin beyninde aktive olandan farklı olduğu ortaya çıkmıştır. Beyinde medial orbitofrontal korteks denilen bir bölüm aktive olunca şarabın daha iyi olduğu zannedilmektedir. 

Genelde duyularımızın düzgün çalıştığına ve güvenilir olduğuna inanırız. Senin evinde tatlı bulduğum şeyi kendi evimde de tatlı bulmam gerekir. Buna karşın değişebilen pek çok mekânsal parametre vardır ve bu durum sadece şaraba has değildir. Charles Spence bir keresinde Londra SoHo’da viski tadımı için üç ayrı oda hazırlamış, ortamı manipüle ederek katılımcıların viskinin aromasına ve tadına verdiği puanı yüzde 10 ila 20 oranında değiştirebildiğini fark etmiştir. Odalardan birinde yeşil ışıklar, çim zemin, kroket halkaları bulunmakta, çim biçme makineleriyle kuş cıvıltılarından oluşan yaz sesleri duyulmaktadır. Bu ortamda viski tadan kişiler içkideki “çimen” tadının yüksek olduğunu söylerken, pembe ve kırmızılarla dekore edilmiş, tavandan gelen yüksek çan seslerinin olduğu odadayken viskinin tatlı notalarını fark etmiştir. 

“İnsanlar aynı kadehi tutarak odadan odaya geçerken farklı tatlar keşfettiler” diyor Spence. “İş bittikten sonra puan tablolarına bakınca bizim onları kandırmadığımızı; onların kendi kendilerini kandırdıklarını fark ettiler.” Atmosfer, renkler, sesler, hatta oturduğunuz yerin rahatlığı bile algılarınızı etkiler. 

 

 

 

Share This