Nerede, ne zaman biter şefkat,
Ve başlar acımak?
Nerede başlar kibir,
Ve biter alçakgönüllülük?
Nerede başlar sevgi,

Ve nerede, ne zaman, nasıl çıkıp gider içimizdeki ücra köşelere;
Bir gün yeniden bulunmak-baştan yaratılmak için.

Nerede biter acıyarak-katlanarak el sürmek,
Ve elin değdiği yeri dağlayıp onulmaz yaraları açmak?
Nerede başlar sevgiyle severek dokunmak,
Dokunarak sevmek, sevdiğin yeri ışıklandırmak?

Aciz, muhtaç, zayıf  olarak algıladığında onu ve kendini başka yere yükselttiğinde, zorunlu bir kalmak-katlanmak-bakmak haline girdiğinde başlıyordu acımak, bitiyordu sevgi ve acı veriyordu dokunmak dokunulmak.

Sevgisiz dokunabilir misin ki hiç?

Serinle ılık arasında kalmış bir hava;
İnsanlar deniz kenarındaki çay bahçesinde, sıcak çaylarını kahvelerini yudumlayarak
Gümüşi grinin yavaş yavaş renksizliğe dönen gökyüzü altında,
Boğaz manzarasının tadını çıkarıyorlar.
Serinlikle birbirlerine daha da yaklaşırken, ılıklıkla
Gevşemeye başlıyor elleri.

Sevimli, tombul, kabarık tüyleriyle yün yumağını andıran, kocaman yeşil gözlerini insanlara tatlı tatlı açan siyah beyaz kedi masa aralarında dolanıyor. Çoğu kişiden aldığı okşama ve böreklerle daha da besili hale geliyor sanki.

Hemen yanı başımdaki ağacın dibinde ise kirli beyaz-tüylerinin solukluğu,cansızlığı ve kirliliği bu rengi ona veren- renkli bir kedi tüm bakışlardan sıyrılmış, yokla var arası orada öylece yatıyor. Burnunun üstünde kocaman kahverengi-siyah-gri ve ıslak bir yara var.

Ona tesadüfen gözü ilişenler, hemen yüzlerini çeviriyorlar; o yarayı ve aslında o kediyi hiç görmediklerini varsaymak isteyen bir ifade beliriyor yüzlerinde. Unutmak istiyorlar varlığını, hiç yokmuş gibi, o ağacın altında böyle bir kedi hiç olmamış gibi…

Hemen önümdeki masada oturan, geldiklerinden beri hayvan haklarından konuşan iki kadından, kötü cart bir sarıya boyanmış ve tiftik tiftik saçlı olanı kediyi fark ediyor; “Ayy! Çok yazık, dayanamiycem bakmaya!” diyerek yüzünü, bayat ya da ekşimiş bir yemeği koklamış gibi buruşturuyor. Ve sandalyesinin yönünü değiştiriyor hızla.

Nerede, neden, nasıl başlardı acımak?

Tam da bu sırada üç-dört yaşarlında bir çocuk kediyi fark edip, küçük ve yavaş adımlarla kedinin yanına gitti. Kedinin önünde çömeldi, ellerini göğsünün üstünde birleştirip hafifçe boynunu ona doğru eğdi. Kedi suskun ve önce ürkek ardından teslimiyetle ona baktı. Çocuk konuşmaya başladı:

“Burnun yara mı oldu senin? Acıyor mu burnun kedicik?”

Elini hiç ürkmeden, güvenle kedinin kafasına koydu. Yavaş, sakin ve yumuşacık bir sevecenlikle kedinin başını, bir annenin, ateşi çıkmış bebeğinin yumuşak, narin yanaklarını okşaması gibi okşamaya başladı.

Artık konuştuklarını duyamıyor ama dudaklarının sürekli hareket etmesinden bir şeyler söylediğini anlıyordum. Yüzünde bir gülümse vardı çocuğun.

Sanki gerçek üstü bir sahneydi bu büyülü an. Etraftaki her şey durmuş ve susmuştu. Tek canlı kare çocuk ve kediydi. Sanki bir fotoğraftı gördüğüm, çevrelerindeki tüm renkler, silüetler silik ve siyah beyazken bir onların renkli olduğu.

Çocuk sevecenlikle, şefkatle okşuyordu kedinin başını, şefkat vermeyi düşünmeden ve çabalamadan. Sanki çocuğun dudaklarından şifalı bir ışık akıyordu kediye doğru.Yapmak değildi onunki tam anlamıyla ‘olmaktı’. Kedi gözlerini huzurla yumuyor, açıyor, tekrar yumuyordu.

Sevginin olduğu yerdeydi şefkat.
Dokunmak şefkatin olduğu yerde.
Şefkatin olduğu yerde çoğalıyor, yayılıyor, şifalandırıyordu sevgi.
Şefkatin başladığı yerde bitiyordu acımak.
Acımanın bittiği yerde başlıyordu iyileşmek, iyileştirmek.

Hastane görüşüne geç kaldığında, asansörün kapısı açıldığı anda tam karşında, hastane giysileri içinde, saçı tıraşlanmış ve olduğundan daha da uzun ve daha da ince duran dal gibi bedeniyle seni beklerken gördüğünde sevgiliyi, içinin dolması ve sevgiyle ona sarılmak gibi.Tüm hüznünü sana bekletip kollarında sarsılarak ağladığında onunla ağlamak gibi.

Ya da yıkık dökük bir banyoda, yorgun ve hasta bedenini olanca teslimiyeti ve çıplaklığıyla sana bırakan sevgiliye baktığında bedenden daha da öte saf enerjisini görüp, sevgiyle onu yıkamak, yıkarken koynunda uyutacağın anı beklemek gibi. 

Nerede başlıyordu şefkat ve verilende oluşan sevginin şifası,
Ve nerede sonlanıyordu acımak ve acıdığını çok çok acıtmak?

Share This