Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde, cennet kadar güzel bir beldede cennet gibi bir koy varmış. Bu koyun ötesi açık denizmiş. Denizle koyu birbirinden kocaman bir şamandıra ayırırmış. Cennet koy, daima sakin daima güvenliymiş. Açık denizde kopan fırtınalardan, koca dalgalardan hiç ama hiç etkilenmezmiş. Her zaman koyu yeşil bir rengi ve ılık bir suyu varmış. Denizin rengi ise bazen mavi, bazen açık yeşil hatta bazen de çamur sarısı imiş. Ara sıra çarşaf gibi dümdüz olur, ara sıra da dev dalgalarla çırpınıp dururmuş.

İşte bu cennet koyda, bütün gün sığ sularda yüzen, küçük güzel balıklarla oynayan, ara sıra açık şamandıraya tutunarak denizi seyreden bir adam yaşarmış. Adam, açık denizi seyrederken, bazen bedenini şamandıradan hafifçe uzaklaştırıp elinin birini “gel de al beni” der gibi uzatırmış. Ama hemen geriye çekilip yeniden sımsıkı sarılırmış şamandırasına. Çünkü çok korkarmış denizin derinliğinden, ansızın kabaran dalgalarından…

Hele geceleri iyice ürkermiş; bakmaya bile cesaret edemezmiş. Güneşli günlerde denizin sakinliğine ve güzel rengine kanıp da içinde enginlere doğru açılmaya dair bir istek kıpırdandığı olurmuş ama o bu isteğin ayırdına varır varmaz olanca gücüyle şamandırasına sarılırmış.

Cennet koyun her zaman aynı olan sularından ve monotonluğundan bıksa da, ara sıra ayağına taşlar, deniz kestaneleri batsa da yaşamını bu tanıdık sularda geçirmeyi tercih edermiş adam.

Bir gün, nasıl olmuşsa olmuş ve deniz koyun içinde yaşayan adamın farkına varmış. Onu kendine katmak istemiş… Bu isteği zamanla tutkuya dönüşmüş denizin.

Adam, denizle koyu birbirinden ayıran o sınıra gidip de şamandıraya sarılarak ufka doğru bakarken, deniz, adamı usul usul okşar ve kulağına hiç duyulmamış sevda ezgileri fısıldarmış.

Sonunda olanlar olmuş ve denizin sevdası adamın da içine düşmüş. Ondan sonra da cennet koy yetmemeye başlamış adama. Her an denizi düşünür olmuş. Bir eliyle şamandırasına tutunurken diğer eliyle denizi okşar, hatta bazı zamanlar da iyiden iyiye yüreklenip bedenini denize verir olmuş. Ama ne olursa olsun bir eliyle de şamandırayı tutar sıkı sıkı ve hiç bırakmazmış.

Bu arada denizin sevdası da gün geçtikçe büyür olmuş. Adamın boğulmaktan korktuğunu bildiği için de onu ürkütmemek için fırtınalar koptuğu zamanlarda bile sakin durmaya çalışır olmuş.

Ama yine de içi içine sığmadığı anlarda ya da şiddetli fırtınalarla başedemediğinde kendini tutamaz çılgın dalgalarla çırpınırmış.

Onun böyle çırpındığı anlarda adam iyice ürküp iki eliyle birden sımsıkı sarılırmış şamandırasına ki deniz koparıp içine almasın onu. Yutup yok etmesin kuytularında…

Şamandıra ise o her zamanki heybetli haliyle hep orada durur ve adamın kendisine daha da sıkı sarılmasını istermiş.

Yine bir gün, bütün bedenini kendisine veren ama bir eliyle de sıkı sıkı şamandıraya tutunan adamı usul usul okşarken, canına tak demiş denizin ve çırpınan yüreğine karşı koyamayarak: ” Bırak artık şu şamandırayı. Katıl bana.”, deyivermiş.

Bunu duyan adam paniklemiş: “Olmaz! Bu kadarıyla yetinmelisin. Ben bu koyda doğup büyüdüm. Bu cennet koy ve şamandıra şimdiye kadar sendeki bütün fırtınaları benden uzak tutup boğulmamı önlediler. Ama sen öyle misin ya, tam artık sana güvenebileceğimi hissedip kendimi senin okşamalarına bıraktığım anda aniden rengin değişmeye, dalgaların üstüme üstüme gelmeye başlıyor. Şamandıraya tutunmasam eğer sürüklenip gideceğim.” demiş ve ardından,“Rahat bırak beni. Niye yetinmiyorsun bu kadarıyla?” diye haykırmış.

Bunları duyan sevdalı denizin yüreği paramparça olmuş. Küçük çırpıntıları büyüyerek dev dalgalar halini almaya, rengi bulanmaya başlamış. Denizin bu hâlinden iyice ürküp, ürküp de boğulacağını sanan adam can havliyle; “Bak gördün mü, boğacaksın beni.” diye bağırmış ve iyice yapışmış şamandıraya.

Bunu gören deniz, kederlere sürüklenmiş. Kendisini öyle çaresiz, öyle öfkeli hissetmiş ki adamın bu korkusu karşısında, azgın dalgalarla çırpınmaya başlamış. Onun bu öfkesinin er ya da geç dineceğini bilen adam ise sımsıkı sarılıp şamandırasına beklemeye başlamış. Bu fırtınanın bir an evvel dinmesini ve denizin kendisini yine eskisi gibi okşamasını dilemiş.

Gerçekten de, sevgilisini çok korkuttuğunu farkeden deniz, pişman olmuş yaptığından ve adamı hepten kaybetmemek için yavaş yavaş durulmaya başlamış. Ama bir yandan da kara kara düşünür olmuş…

Deniz, bu umarsız düşünceler içindeyken renginin o güzelim tonlarını yitirmeye ve bulanıklaşmaya başlamış. Adamın kendisinden ne istediğini biliyormuş aslında. Ama bu istek karşısında öyle çaresizmiş ki…

Fırtınalar dindikten sonra, adamla deniz kaldıkları yerden devam etmişler sevdalarına. Deniz, üzerinde kopan fırtınaları elinden geldiğince ufak çırpıntılarla atlatmaya çalışır olmuş. Onun bu özverisini farkeden adam ise böyle çırpıntılı günlerde dev dalgalar geldiğinde nasılsa şamandırasına sığınabileceğinin verdiği güven duygusundan da güç alarak kaçmaz olmuş.

Böylece deniz sevgilisinin isteğine biraz olsun uyum sağlamış. Ama bunun bedelini o güzelim renklerinin parlaklığını yitirerek ödemiş.

Artık, en mutlu göründüğü anlarda bile gözyaşlarını içine akıtır olmuş deniz. Onun bu hâlini anlayan adam da çok üzülüyor ve çaresizliğinden ötürü kendisini suçluyormuş.

Denizin içler acısı haline yüreği dayanmayan adam, sevdalısını teselli etmek için; “En az senin kadar istiyorum senin olmayı. Ama boğulmaktan çok korktuğumu biliyorsun. Onun için canım sevgilim, biraz daha sabret. Senin dalgalarına dayanabilecek kadar sağlam bir sal yapayım. İşte o zaman şamandıraya gereksinmem olmadan cennet koydan çıkıp sana gelebilirim.” demiş günlerden bir gün.

Bunu duyan denizciğin içi umutla dolmuş. Rengi canlanmaya başlamış…

O günden sonra adam, denizle her buluştuğunda şamandırayı sadece bir eliyle o da hafifçe tutar ve kendisini denizin yumuşak okşayışına teslim eder olmuş. Bir yandan da sevgili denizine kavuşmasını sağlayacak olan geminin hayalini kurar olmuş.

Bütün bunları kayıtsızca izler görünen şamandıranın ilk defa canı sıkılmış…

Adamı yitirmemek için bir önlem almak gerektiğini düşünmüş ve adama; “Sakın beni bırakma. Cennet koyun dışında yaşayacağını sanıp da beni bırakıp denize açılırsan boğulursun. Onun şu andaki durgunluğuna ve güzel rengine sakın aldanma.O, her an değişebilir ve deli dalgalarıyla seni boğar. Oysa bak, cennet koy asırlardır aynı güzellikte, aynı durgunlukta. Var olduğun ilk günden beri ne rahat, ne güzel yaşıyorsun burada. Bütün bu güzellikler sonsuzca. Ben de hep burada senin yanında olup denizin hırçın dalgalarından koruyacağım seni. Gel vazgeç bu sevdadan. Kaptırma kendine denize.”, demiş.

Bunları duyan ve bütün sevdasına rağmen korkularla, kuşkularla dolu olan adamın içi ürpermiş ve; “Galiba şamandıra haklı. Ben ne yapıyorum böyle. Aklım başımdan gitti galiba. Deniz hiçbir zaman bana cennet koyun verdiği huzuru ve güveni veremez ki…En durgun olduğu günde bile biraz sonra renginin değişmeyeceğinden, deli çırpınmalara başlamayacağından emin olamıyorum.” demiş ve yeniden sıkı sıkı sarılmış şamandıraya.

Denizin adamı alıp götüreceğinden ürken şamandıra onun kendisine dönmesiyle yetinmemiş. Denize dönmüş ve; “Görüyorsun ki o bensiz yapamaz. O, bu cennet koyda doğdu. Bütün bu güzelliklere ve benim koruyuculuğuma alıştı. Bundan sonra da ömrünün sonuna kadar burada huzur içinde yaşayacak. Senin onu kandırmana ve çekip almana asla izin vermeyeceğim.”, demiş.

Deniz şamandıranın dediklerini buz keserek dinlemiş. O güzelim mavisi yerini bulanık bir sarıya bırakır olmuş… Şamandıraya sıkı sıkı sarılmış olan sevgilisine dönmüş ve zor duyulur bir sesle; adeta fısıltıyla ve titreyerek, “Sen ne diyorsun?”, diye sormuş. Adam, alabildiğine çaresiz, “Şamandıra haklı. Ne sana, ne kendime hatta ne de yapmayı düşlediğim gemiye güveniyorum.” demiş ve “Vazgeç benden ne olur.” diye yalvarmış ağlayarak.

Deniz adamı gittikçe artan çırpınmalarla dinlemiş. Sevdiğinin sözleri bittiğinde ise büyük, çok büyük bir fırtına kopmuş ve o güne kadar yeryüzünde görülmemiş büyüklükte dev dalgalar gidip gelmeye başlamışlar.

Adam ile şamandıra birbirlerine sımsıkı sarılmış, dehşetle denizin deli çırpınmalarını izliyorlarmış. Adam ağlıyormuş…

Deniz, o en azgın, en deli çırpınmaların arasında bile sevdiğinin ağladığının farkına varmış ve aniden duruluvermiş.

İşte tam o anda, sonsuz bir sessizlik kaplamış evreni…

Güneş bulutların ardına gizlenmiş…

O görkemli sessizlikte yalnızca denizden gelen ağıt duyulur olmuş.

Sana en duru günümde
Sana en güzel rengimde
Sevdalandım
Olanca güzelliğimi sana adadım
Seni aşkımın ışığıyla kutsadım
Sense
Hep ürktün
Hep kaçtın
Güven istedin
Gemi istedin
Anlamadın asla
Gerek yoktu
Güvene
Gerek yoktu
Gemiye
Yüzmeyi öğrenmek istedin
Oysa ki deniz olacaktın sen
Denizin yüzmeyi öğrenmesine gerek yoktu
Elveda canım sevgilim
Elveda
Gidiyorum
Seni
Cennet koyuna
Ve şamandıraya bırakıyorum

Ağıdın sonu geldiğinde denizin son damlaları da sarı bir bulut olup gökyüzüne doğru yükselmekteymiş. Sonunda o cennet koy, küçük bir gölcük olarak bir başına kalıvermiş. Denizin çekip gittiğini gören şamandıra rahat bir nefes almış. Olanlara inanamayan ve iyice dehşete düşen adama cennet koyu göstermiş şamandıra ve “Bitti, her şey bitti. Artık kurtuldun. Hadi git de eskisi gibi küçük balıklarınla oyna.” demiş.

O günden sonra adam, yaşantısını deniz ruhuna girmeden önceki günlerde olduğu gibi sürdürmüş. Ama artık gözlerini şamandıradan öteye çevirmez olmuş.

Gel zaman git zaman, adam neredeyse denize olan sevdasını unutmaya başlamışken, cennet koyun renginde bir değişiklik olduğunu ve küçük balıkların birer birer ölmeye başladığını farketmiş. Ama, pek de önemsememiş bu durumu. Oysaki zaman geçtikçe cennet koyun o güzelim suyu gittikçe ağırlaşmaya ve içinde yaşayan tüm canlıları yok etmeye başlar olmuş.

Gecelerden bir gece, adam uykusunun tam ortasındayken olanlar olmuş ve artık bataklığa dönüşen cennet koy adamı dibe çekmeye başlamış. Paniğe kapılan adam şamandıraya çevirmiş yüzünü ve “Kurtar beni.” diye feryat etmiş. Oysa şamandıra da alabildiğine çaresizmiş. Gözyaşları içinde, “Ben seni sonsuza kadar koruyabilmek için zincirlemiştim kendimi buraya. Şimdi o zincirleri koparamıyorum ki seni alıp kaçırayım bu pis bataklıktan.” demiş. Ardından da “Hem görmüyor musun, ben de senin gibi dibe batıyorum.” diye feryat etmiş.

Onlar böyle umarsızca feryad figan ederken deniz de bulutların içinden onları seyreder ve ağlarmış.
Adamla şamandıra batağın dibine gitmek üzereyken, gökyüzündeki bulutlar karışmaya başlamış ve ardından büyük bir tufan kopmuş. Sevdiğinin boğulmasına kendi yokluğunun sebep olduğunu bilen deniz yağmur olup, fırtına olup geri dönüyormuş…

Sevdiğine ulaşan deniz önce şamandıranın zincirlerini koparmış…

Özgürlüğünü yeniden kazanan şamandıra, yeni koylara doğru sürüklenirken deniz yavaş yavaş durulmuş ve en can alıcı renkleriyle sevgilisinin önüne uzanıp onu kendine katmış…

Share This