Hepimiz nedenini bilmesek de ruhumuzun ve bilincimizin derinliklerinde yakın gelecek günlerin büyük değişime gebe olduğunu hissediyoruz.
Bilinen insanlık tarihinin başlangıcından bugüne dek süregelmiş Eski Dünya can çekişiyor. Eski Dünya ölürken, Yeni Dünya doğum sancılarını yaşıyor.
Ama çekilen sancılar yepyeni bir hayatın ortaya çıkışının müjdecisi…
Eski dünyada her şey dışa yönelikti. Gerçek özümüz olan ruhsal boyutumuzun göz ardı edildiği, unutulduğu bu dünyada esas gerçeğimizi unutmuş, kendi illüzyonlarımızla yarattığımız madde dünyasını tek gerçek olarak görmeye koşullanmıştık.
Yaratılan kültürde en önemli ve en üstün şeyin “akıl” olduğu belleklerimize kazıldı. Duygular ve sezgiler ise aşağılandı, duygularıyla iletişimlerini yitirmemiş insanlara zayıf gözüyle bakıldı.
Duygularımızı sürekli bastırmak zorunda kaldığımız için de kendimizi boşlukta, kaybolmuş ve yalnız hissediyorduk.
Mutluluk ve doyum bulabilme arayışı içinde çaresizce tek bildiğimiz gerçeğe, kendimizin dışında olan “şeyler”e yöneliyorduk.
Uygar sandığımız dünyanın tek ve vazgeçilmez tanrısı “para” olmuştu. Öyle ya, parasız mutluluk da nasıl olabilirdi? İnsan ne kadar fazla şeye sahip olursa, o kadar mutlu olurdu.
Daha çok para, daha çok iktidar, daha çok şan, şöhret.
Hırs denilen tek dişi kalmış canavar, insanların gerçekleri görmesini önlemek için onların gözünü kör etmişti.
Eski dünyanın dini imanı para idi. İnsan ilişkileri bile paranın etrafında şekilleniyordu.
“Hala öyle olmuyor mu?” diye geçiriyorsunuz belki aklınızdan. Hala öyle gibi…
Dünyanın ekolojik dengesi hızla bozuluyor. Robert Havemann, Yarın adlı kitabında, “İnsanlık dünyayı yok etme konusunda tam gaz uçuruma doğru yol alan bir arabaya benziyor. Bu tehlikeye karşı aldığı tek önlem de gözlerini bağlamak” diyor.
İnsanlar her zamankinden daha mutsuz, daha yalnız.
Uyuşturucu ve alkol tüketimi hızla tırmanıyor. Cinsel özgürlük, içinde ruhsal, duygusal iletişimi barındırmadığı için fiyasko oldu. Çünkü insanlar mutluluğu yakalamak için son umut olarak özgür cinselliği görüyorlardı.
Ama kadın-erkek hala birbirlerine bir madde, bir et parçası, kullanılacak ve atılacak bir meta olarak bakmayı sürdürdükleri için yine mutlu olamıyorlar, yine özgür olamıyorlar.
O zaman değişmesi gereken ne? Dışa yönelik değişimlerin hiçbiri fayda etmiyor, hem dünyanın hem de insanların durumu daha kötüye gidiyor. Açık olan şu ki, asırlardır sımsıkı bağlandığımız alışkanlıklar ve sürdürdüğümüz yol tıkandı.
İnsanlar bir türlü peşinde oldukları doyumu, huzuru, kalıcı hazzı bulamıyor. Belki birkaç kişi oldukça mutlu sayılabilecek bir hayat yaşıyor.
Ama büyük çoğunluk yaşamlarını hayal kırıklıkları, acılar ve tatminsizliklerle geçirip gidiyor.
Son dönemlerde mutlak olarak kabul ettiğimiz birçok değer ve değer yargıları güçlü bir depreme uğramış yüksek binalar gibi sarsılıyor ve yıkılıyor. Bu aslında olumsuz değil.
Çekilen acıların ana nedeni, duygusal olarak böylesine sarıldığımız değerlerden, alışkanlıklardan vazgeçmek zorunda olduğumuzu bilmemize rağmen, oluşan değişimlere gözümüzü açmak yerine her şeyin aynı kalması için verdiğimiz boşuna çaba.
Akıntıya uygun yüzsek, sonunda karaya ulaşacağız. Ama akıntıya karşı verdiğimiz zorlu çaba, bir işe yaramadığı gibi mücadele gücümüzü de hızla tüketiyor. İnsanlık gittikçe artan bir hızla içsel dünyasına yöneliyor. Sezgisel olarak doymuyor. Orada olduğunun farkına varıyor.
Yeni dünya, evrenin yasalarıyla ve doğayla uyum içinde yaşamak üzerine kurulacak.
Evren yasalarıyla uyum içinde yaşamak demek, gerçekten canlı olarak yaşamak, enerji, sevgi, haz ve gerçek güce sahip olarak her boyutta doyum içinde yaşamak demektir.
Önce eskinin yürümediğini görüp yeniden anaokuluna dönmek zorundayız.
Yeni dünyanın doğurduğu ilk bebekler olacağız. Bir bebeğe yaptığı hatalar için nasıl kızmıyorsak, kendimize de kızmayalım.
Pek çok hata yapacağız. Kendimizi oldukça sık korku dolu ve ne yaptığımızı bilemez halde bulacağız. Ama düşe kalka yeni dünyanın yeni yollarında yürümeyi öğreneceğiz.
Şimdi her zamankinden daha çok kararlılığa ve cesarete ihtiyacımız var. Ve de birbirimize.
Bir an için gözlerinizi kapayın ve kırgın olduğunuz kişileri düşünün… Aklınıza ilk gelen kişiyi arayın bugün.
Lütfen! Anneniz, babanız, çocuğunuz, arkadaşınız, sevgiliniz olabilir bu insan. Çoktandır bastırdığınız duyguların sözcüklerini çıkarın ağzınızdan:
“Seni seviyorum” deyin. “Seni özledim” deyin. İçinizden geleni söyleyin.
Hafiflediğinizi hissedeceksiniz. Kendinizle ya da başkalarıyla olan barışıklığın her türlüsü insanı hafifletir.
Yarının -yeni- dünyası barış üzerine kurulacak. Bu barışı tek tek kendimizle başlayarak getirelim. Ayağa kalktınız. Telefona gidiyorsunuz galiba. Hadi cesaret. Size böyle bir telefon gelse mutlu olmaz mıydınız?
Yüzünüzdeki tebessümü görmeyi çok isterdim.
Kaynak: Kuraldışı ve Ötesi / Nil Gün