Tanrı dedi ki:

Hadi gel bugün yanyana olalım. Biraz beraber vakit geçirelim. Yüreklerimizin buluştuğu bir gün olsun bugün. Dahası, tüm yüreklerin benimki ile buluştuğu bir gün olsun. Gerçi zaten normalde de böyle. Bugünü ”bizim” toplantımız yapalım. Bunun için bir saat belirleyelim. Ajandana yaz: “Tanrı ile Buluşma”. Not al. Bugün öğleden sonra bir dakikalığına benimle bir araya gel. Ya da, eğer daha fazla vakit ayırabiliyorsan, iki dakikalığına gel. Aslında, sadece aklının ucundan geçmesi bile yeterli. Beni düşünmen o kadar hoşuma gidiyor ki…

Bunları söylerken kendi egomu tatmin etmiyorum. Hafif bir şekilde düşünülmek benim hoşuma gidiyor çünkü beni düşünmek senin gününü hafifletiyor ve aydınlatıyor. Tam olarak Noel Baba gibi değilim, ama zaten sen ne demek istediğimi anlıyorsun. Ben bir iyilikseverim. Kesinlikle benim maskeli bir saldırgan olduğumu düşünme. Ben hediyeleri verenim. Ben geri alan değilim.

Zaman zaman benim, etrafındaki sevdiğin insanları ve yaşadığın mutlu anları elinden alan bir varlık olduğumu düşünüyor olabilirsin. Onları sana ben verdim. Onları senden almıyorum. Sadece, onların zamanı doldu. O kadar… Kendi yaşamlarının eşiğine geldiler. O kadar… Sevdiklerinle birlikte bir parkta yürüyüşe çıktığını düşün. Yürüyüş sona erdi ve sen kendi yoluna devam ettin. Sevdiklerinle tanıştın, birlikte yürüdünüz, sonra beraber yemekler yediniz, danslar ettiniz. Tüm bunları zamanın akışı içinde yaptınız.

Sonbahar gelip yapraklar dökülmeye başladığında, yumruğunu büküp kızgın bir şekilde bana sallamıyorsun. Gerçi yaz mevsiminin bitmesinden dolayı bir hüzün duyuyor olabilirsin, ama yine de bilirsin ki tüm mevsimler yerli yerindedir. Hiç bir zaman sonları gelmez. Tekrar tekrar gelip giderler. Hayat denen kısacık bir yolculuğun başlangıcında bu dünyaya geldiğinde, mevsimler bu şekildeydi. Ve sen sevgi ülkesine geri döndüğünde, aynen bu şekilde olmaya devam edecekler. Sen alıştığın fiziksel şeklinle burada olsan da, olmasan da.

Her şeyin içinde iyilik vardır. Ağaçtan toplanan ve yenen elmanın içinde ‘iyi’lik vardır. Ağaçtan toplanmayan ve yere düşerek çürüyen elmanın da içinde ‘iyi’lik vardır.

Doğum dediğin şeyde ‘iyi’lik olduğu gibi, ölümde de vardır. Gerçi bazen ölümü büyük Ö harfi ile yazıyorsun: Ölüm. Doğum anına bir melek gibi bakarken, ölüm anına ise yokolma gibi bakıyor olabilirsin. Ancak, ölüm de benim size verdiğim bir hediyedir ve en nihayetinde ölümle bir araya geleceksiniz. Bedenin ölümü kötü bir şey değildir. Kesinlikle size karşı yapılmış bir hakaret değildir. Tam aksine, o da tıpkı diğerleri gibi, bir hediyedir.

Seni cennette yanıma aldığımda seni aslında dünyadan kapıdışarı ettiğimi düşünme.

Düdük çalınıp oyun sonra erdiğinde, bunun kötü bir şey olduğunu düşünme. Hemen ardından başka başka oyunlar başlayacaktır. İşte bu dünyadaki yaşamın döngüsü de bu şekilde devam ediyor.

Bir çocuk büyür ve önce genç, sonra yetişkin, en sonunda da yaşlı bir insan olur. İşte sana mevsimler. Bunda pişmanlık duyulacak bir şey yok. Bir mevsim diğerini takip ediyor, ve her biri ayrı bir amaca hizmet ediyor. Güneş ve yağmur, her ikisi de bir işe yarıyor. Kuraklıklar ve seller bile bir amaçla oluyor. Bu durumdan hoşnut olmaman onların bir amaca hizmet etmedikleri anlamına gelmiyor.

Bu dünyada yaşam, varolduğu gibidir. Başka bir şey değildir. Ancak yaşamın tam olarak ne olduğu, senin onu nasıl algıladığına bağlıdır. Algılar değişkendir. Dünyada her şey değişkendir. İşte sana dünya. Benzersiz ve tek. Daha fazlası yok. Aslına bakarsan bu dediğimi geri alıyorum. Dünya onu gördüğünden çok daha fazla çünkü. Senin gördüğün hikayenin sadece bir kısmı. Anlatılan büyük bir masalın sadece tek bir boyutu.

İşte bu yüzden gel bugün buluşalım. Parlayan güneşin, damlayan yağmurun tadını çıkartalım. Gel bu buluşmamızdan haz alalım. Yoldaş olarak bir araya gelelim ve aynı yerde, elele, kalp kalbe birlikte yürüyelim.

Kaynak: https://www.heavenletters.org/the-country-of-love.html

Share This