Bu aralar fiziksel olarak pek karşılaşamasak da duygusal âlemde beraberlikler yaşıyoruz seninle; sen farkında olsan da, olmasan da. Bu aralar seni sürekli PiKi’liyorum ne hikmetse. Duygusal İnanç Kalıplarımız, başka bir değişle Şema’larımızın çakışması ve meydan muharebeleri var gündemde. Senin maddi manevi istismarların, benim sana kendimi feda edişlerim hoplatıyor sinirlerimi gergin bir trambolin misali. Derinlere, her gün daha da derinlerine iniyoruz ruhumun beraberce.
Biliyor musun ne fark ettim? Aslında doğurmak istediğinin “Ben” olmadığını… Doğurmak istediğin sadece bir bebekti. Böylece kısır olmadığını ele güne ispat edecek, onların gözüne girecektin. Altı yıl uğraştın ve başardın. Tebrikler. Sonunda Allah sana bir çocuk verdi.
Gebe kalmadan önce ettiğin, “Allahım bana bir çocuk ver, yüzünü göreyim, sonra istersen al.” duan yüzünden neredeyse daha kırkım dolmadan ölecektim. Fıtık ameliyatı olup hayata yeniden tutununca iş işten geçmiş anne sütünün tadı sadece bir damla olarak damağımda kalmıştı. Bir yaşına dek sadece hafta sonları görüşebilmiştik, çünkü çalışman gerekiyordu. Daha bir buçuk yaşındayken sınır ötesine sürülüşüm tüm bu ayrılıklara tuz biber ekmişti. Sen kendi tabirinle yüreğine taş basmıştın; bense sana en çok ihtiyacım olduğu çağda sensizlik zindanlarına mahkûm olmuştum.
Sonra bu tuz biber kâfi gelmemiş olsa gerek, kardeşimin doğumuyla beni de yanınıza almıştınız; bu sefer de anaokuluna sürülmek pahasına. İlkokul öğretmenimin “beni keşfi” yeni bir ayrılığın, yine Türkiye’ye sürülüşümün sertifikası olmuş. Seçim hakkım, yalvarmalarım göz ardı edilerek istikbalimin kurtarılması adına puzzle çocuk haline gelişimin kısa hikâyesi bu. Nasıl farkındalıklar ama? Eminim Nil ve Saim’i eline geçirsen affetmezsin artık.