Asırlardır gizli kalmış öğretiler ve evrensel yasalar, enerjilerin her geçen gün daha da hızlı aktığı bu yeni çağ döneminde, dünyanın dört bir köşesinde bir bir açıklanıyor. Bilgi ve haberleşme ağı o kadar hızlı ki ona doğru çekilmemek mümkün değil.

Yaşanan uzun bir durgunluk döneminden sonra, karşımıza öyle bir deneyim çıkıyor ki kendini ve O’na (Tanrı’ya) dair her şeyi sorgulamaya başlıyoruz.

Ve böylece gelişim yolculuğunun ilk adımını da atmış oluyoruz..

İnsan kapılarını bir kere gelişime açtığında, yıllardır bizi yavaş yavaş öldüren o durağanlık bir anda kendini harekete teslim ediyor.

Önce karanlık artıyor gibi gözükse de, aslında aydınlığı haber veriyor. Karanlığın en yoğun olduğu yer, ışığa en yakın olan yerdir çünkü. Okunan her kitapla, gidilen her seminerle gelişim de hızlanıyor.

Enerjinin gerçekte ne olduğunu ve onunla birlikte akarsan neleri başarabileceğini görünce bu bilgilerden herkesin faydalanması için engellenemez bir dürtü hissetmeye başlıyorsun. Kendin için faydalı bir şey yaptığının bilinci ile aynı faydayı etrafına da yansıtmaya çalışıyorsun. 

Tam da bu noktada bazen önemli yanlışlar yapıyoruz.

Öncelik sıralamamızı şaşırıyoruz…

Her derde çare olmak istercesine, kendimizi parçalara bölüyoruz….

Peki kendinden başkasına çare olmak gerçekten doğru mudur?

Onların problemlerini çözmek üzere üstlenmek, onların yükünü gerçekten de hafifletiyor mu ?

Verilen destek onların gelişimine katkı mı yoksa engel mi?

Sınır nerede?

Hepimiz kendi tekamül yolculuğumuzdayız ve aynı zamanda birbirimizi tamamlamak ve desteklemek için buradayız.

Peki etrafımızdaki insanlara yardım etmek nereye kadar doğrudur?

Nereden sonrası, o insanların tekamülüne müdahale etmektir?

Bu ”çok” hassas sınırı çok iyi bilmemiz gerekiyor.

Çünkü herkes kendi içsel yolculuğunda ve herkes kendine ait dibe vuruşlarını yaşamak zorunda, aksi halde çaba göstermeyi ve kendini kurtarmayı öğrenemez.

İnsanların dibe vurmasına engel olursak, yeniden yukarı çıkmasına da engel oluruz.

Herkes kendi yaşadığı olaylardan derslerini çıkarmalı.

Bizim yapmamız gereken, onlara destek olmaktır, zorlu deneyimlerinde onlara güç vermektir.

Aynı şey kendi deneyimlerimiz için de geçerli.

Bazen birilerinden yardım isterken, aslında yaşamakta olduğumuz deneyimden bizi kurtarsın isteriz. 

Oysa aldığımız yardım ile o deneyimi daha az zorlanarak yaşamaktır asıl olan.

Birbirimize yol gösterebiliriz ama birbirimizin derslerini üstlenmemeliyiz.

Bu hassas sınırı, her yardım eli uzattığımızda ya da her yardım talep ettiğimizde, hatırlamamızda fayda var.

Çünkü bu, herkesin kendi yükseliş serüvenidir ve herkes kendi serüveninden sorumludur.

Kimse kimsenin yerine ölemeyeceği gibi, kimse kimsenin yerine yaşayamaz da.

Birbirimizin deneyimlerine müdahale edersek, birbirimizin yükselişini de geciktirmiş oluruz.

Yapılan ‘iyilik’ bir anda kötülüğe dönüşür. 

Biz sadece kendi deneyimlerimizden ve bilgi birikimimizden yola çıkarak karşımızdakine çeşitli yollar sunabiliriz.

Hangi yöne gideceği ise kişinin kendi kararı olmalıdır.

Özgür irade, tekamülün en önemli yapı taşlarındandır.

Ben bu günlerde kendime soruyorum, hayatımda yer alan hangi insanların sorumluluklarını, ‘yardım’ adı altında, kendi üzerime alıp, onların tekamülüne engel oldum, diye.

Ya da, bana ait hangi sorumluluğu bir başkasına devrederek, kendi takmülüme engel oldum, diye.

Dünya bir deneyim alanı ve karşımıza her zaman mutlu edici deneyimler çıkmıyor. Ama her deneyimin içinde, ‘bize özel’ bir armağan saklı.

O armağanı görebilme şansı, deneyimi yaşamaktan geçiyor. Başka yolu yok !

İşte bu yüzden hepimiz kendi sorumluluğumuzu alıp, evrenin bize özel hazırladığı deneyimleri bizzat yaşamalıyız.

Alacağımız yardım da, vereceğimiz yardım da, bu farkındalık sınırını aşmamalıdır.

Share This