Elimi açtım. Elime açıldım.
Yasemin kokulu zarif beyaz yapraklar içinde
havaya karıştım.
– Görüyor musun şu beyaz güvercini?
– Evet.
– Hepsinden farklı, farklı olduğu için hemen dikkat çekiyor.
– Evet.
– Farklılığı onu diğerlerinden ayırıyor hatta bazıları için daha özel ve kıymetli kılıyor.
– Eveeeeet. Ama bundan dolayı da onu yakalayıp, sahip olmak istiyorlar; belki de bu yüzden vuruluyor. Tıpkı benim sol elimin farklılığının yıllarca beni yaralaması gibi.
– ….
– Sustun?
– Sol elin mi seni yaralıyor, sen mi sol elini? Elin mi seni dışlatıyor, sen mi elini, bedeninin bir parçasını, kendini dışlıyorsun? Sadece bunu anlayamadım.
– ….
– Sustun?
Sol elimi ilgiyle inceleyerek sustum.
Siz hiç girdiğiniz ortamlarda gözlerin size çevrilip, acayip bir varlıkmışsınız gibi izlendiğinizi hissettiniz mi? Kısa sürüyor belki ilgileri ama anlık da olsa sizi bir göz hapsine aldıklarında, elinizi nereye saklayacağınızı bilemediğiniz anlar yaşadınız mı? Kimi korkuyla, kimi garipseyerek, kimi merakla, kimi dokunmak isteyerek… Hiç de tercih etmediğiniz bir ilginin odağı oldunuz mu utana sıkıla. Çocukluktan beri hem de.
Sizi bilmem ama ben bu hayaletlerin içinde yıllarca savruldum. Çok garip bir his. Garip dediğime bakmayın şimdi, o zamanlar bana acı veriyordu.
Siz hiç kendinizi defolu hissettiniz mi? Ben mi? Evet hissettim. Kimselere benzemeyen bir sol elim vardı. Var hâlâ. Onun garip olduğunu önce çevremdeki insanların tepkilerinden öğrendim. Sonra ben onu daha da garip bulmaya başladım. Ben onu saklamaya çalıştıkça o büyüdü büyüdü, koskocaman bir el oldu. Ben onu gizlemeye çalıştıkça, o yeni karşılaştığım insanlara hemen kendini tanıştırıverdi.
– Anne, neden elimin üzerinde bu kadar çok damar var?
– O senin nakışın yavrum.
– Ama bu damarlar korkunç.
– Kim demiş?
– Arkadaşlarım. Kimsenin eli böyle değil, ben de normal bir el istiyorum. İnsanlar bakmasın elime istiyorum. İstemiyoruuuum yaaaaaa onu!
Ve tahmin ettiğiniz gibi gözyaşlarım…
Yoga yapıyorum, bir el dengesi çalışması. İlk günlerim. Yalnızken çok rahat yaptığım asanayı, insanların içinde ve hoca karşısında yapmak beni panikletiyor. Bedenim ısınıyor, avuç içlerim terliyor, yüzüme ateş basıyor, nefesim kesiliyor, odaklanamıyorum. ‘Elimdeki damarlar çok mu çıktı acaba? Fark ettiler mi onu? Ya benim onlara benzemediğimi anlarlarsa. Ya beni farklılığımdan dolayı sevmezlerse…’ Tanrım! Bütün bu konuşmalar o kadar yüksek sesle içimden yükseliyor ki. Kan ter içinde başımı kaldırıyorum, etrafıma bakıyorum, herkes kendi kendine yogasını yapıyor.
Onların umurunda bile değildi benim sol elim. Ve sanırım elimi gören hocam, hiç de benim kadar onu ciddiye almıyordu bol damarlı olduğu için. Sonra elime baktım. Beni havaya kaldırmış, kendi halinde kendince yere yayılmış. Üzerindeki damarlar hafifçe belirginleşmiş. Garip… o an gözüme hiç de çirkin, korkunç, ayıp, eeekakaka gelmedi. Ha, sanmayın canım-cicim oldum hemen onunla. “Ah, ne de güzelsin!” dedim. Hiçbir his yoktu, iyi-kötü diyebileceğim. Orada, benim dışımda kimsecikler sol elime, benim ona baktığım gibi bakmıyordu. Garipti bu. Bunu fark ettim.
Benim sevgili sol elim. Senden kurtulmayı çok düşündüm. Senin yerine herkeslere benzeyen bir elim olsun diye çok hayaller kurdum. Sen beni bırakmadın, tüm cinayet planlarıma, kabulden uzak yargılarıma rağmen. Nasıl dayandın bilmem ama benimle hep olduğun gibi kaldın. Bense seni değiştirmeye çalıştım, hatta bir dövme ile seni saklamayı…
Sol elim, sen kimsin?
Ben senin, kendine yaptığın kendi yorumunum. Kendine bakışınım. Kabul etmediğin her şeyinim. Ben de senim.
Suçluluk mu duymalıyım, sana hissettiklerim ve sana yaptıklarım için?
Yoooo, hiç de değil. Hislerinle tanış sadece. Benimle tanış sadece. Bak bana yeniden yargısızca. Ne görüyorsan gör ama bakmaktan vazgeçme bana.
Baktım elime ilgiyle. Üzerinde ağaç dalları gibi damarlarım. Şimdiden sonra ona karşı hislerim nasıl olur bilmem ama nasıl olursa olsun açıkça bakmayı deniyor olacağım.
En azından şunu biliyorum, o benim sol elim. O kadar.