Sabah saat beş buçukta uyandık, Kaş’taki butik otelimizde. Hemen otelin aşağısında deniz üzerine kurulmuş ahşap platforma matlarımızı serip başladık yogamıza.
Platform altında kayalara çarpan dalga sesleri, nefesimize yarenlik eden yumuşak hava, ağaçların sabah kokusunda salınışından yayılan kokular ve sesler…
Yoga uygulamamızı tamamlayıp yol ve yoga arkadaşım Burcu ile denize atladık. Sabahın koynuna sere serpe yayılmış denizin kollarına kendimizi bıraktık. Bizden başka kimsecikler yoktu. Bikinilerimizi de çıkarıp tekrar daldık yumuşak, içini olduğu gibi gösteren denizin içine.
Özgürlük, cesaret, güven, hafiflik, kalbimden yayılan coşku. İki minik parçayı bile üzerimden çıkardığımda benden yayılanlara bir bakar mısınız lütfen. Sadece küçük iki parçayı kenara koyuverdim ve meğerse onların altında bir yunus balığı varmış. Neredeyse bir yunus balığı gibi neşeden çığırmaya başladım. İncecik, çocuksu sesler dudaklarımda koşturmaya öyle hevesliydi ki, tutana aşkolsun. Hem niye tutayım, tutmayana aşkolsun. Derinlere gitmeye korkan ben, sanki usta bir yüzücüymüşüm gibi artistik kulaçlarımla kıyıdan uzaklaştıkça uzaklaştım. Deniz, kendisine açıldım, savunmasızca kendimi ona sundum, çıplaklığımla içine girmeye niyet ettim diye sonsuzluğun kapılarını açıverdi bana.
Hoş bir sefadan damağımızda kalan bambaşka tatlarla kahvaltıya çıktık. Hanımelleri, yasemin, iyot kokuları içinde, yanı başımızdaki sandalyeye kurulmuş uyuklayan siyam kedisinin titreşen bıyıkları eşliğinde çaylarımızı yudumlarken katmanlarımız hakkında Burcu ile sohbet ettik. Bikinileri çıkarma karar anı, hafif bir görülme korkusu, boş verip harekete geçme saniyesi ve çıkarıvermek üzerimizdekileri. Ardından gelen hoşluk, hoşgelen rahatlık. Gülüşler arasında deneyimimizi daha bir taçlandırdık muzip bakışlarımızla.
Kabuklarımızı düşündüm. Biz korunmak için kabuklandıkça karşımızdakinin de kendini korumaya almasını. Aramızdaki mesafeleri, dokunulmazlığı, uzaklığı, yakınlaştıkça ortaya çıkacağını varsaydığımız tehlikeleri. Korunmak için kalınlaştırdığımız katmanların, yaşamın parmak uçları kalbimiz üzerinde dolaşırken, bu teması nasıl da hissetmekten bizi uzaklaştırdığını.
Sırlarımız, saklayıp gizlediklerimiz, karanlıklarımız, komplekslerimiz, tabularımız, yalanlarımız, tacizlerimiz, tacizcilerimiz, korkularımız, yaşamayı göze alamadığımız duygularımız, çekindiğimiz hislerimiz, düşüncelerimiz, arzularımız, hayallerimiz, aşklarımız, aşklardan kaçışlarımız… Hepsi belki bir kat daha giydiğimiz giysilerimiz. Dışarıdan saklanmak için pencerelerimize üst üste çektiğimiz ağır, kalın, koyu renk perdelerimiz. Yakınlaşmalarımıza koyduğumuz sınırlarımız ve sınırlarımızı koruyan telli, mayınlı, yüksek duvarlı askeri bölgelerimiz. Sırtımızda taşıdığımız ağır yüklerimiz.
Açtığımızda kendimizi her halimizle nasıl da yaklaşıveririz “öteki” sandığımıza bilir misiniz? Bilirsiniz elbet.
Bugün şimdi burada biraz daha yakınım denize, kendime, Burcu’ya, yaşama.
Tüm çıplaklığım ve sevgimle kucaklıyorum taaa buralardan, şimdi kim bilir taaaa nerelerde olan sizi.