Bu yazı 23 Mayıs 2014 tarihinde yayınlanan Radikal Kitap ekinden alıntılanmıştır.
Sürgün edebiyatı ya da sürgün yazar denince akla memleket hikâyeleri gelir. Kolay değildir insanın ülkesini, ailesini, birlikte mücadele ettiği yoldaşlarının mezarlarını bırakıp, sadece anılarını alıp gitmek. Kayda değer bir literatürü barındıran sürgün edebiyatı, hem yazara hem de okura zengin bir dünyanın kapılarını aralar. Yazarın karşısında zengin bir dünya vardır; çünkü terk etmek zorunda kaldığı kültüründen farklı bir kültürde barınmak durumundadır. Yeni insanlar, deneyimler ve elbette yeni bir dil. Okur içinse bu zengin dünyanın sınırları daha kolay tahmin edilemez. Sıradışı bir yaşam ve var olma deneyimini aktaran bir yazarın sunacağı dünyanın sınırları kadardır okurun karşılaşacağı şey. Hele bir de yazar kendi anadili dışında, sürgünde öğrendiği o dilde yazmaya başladıysa…
Kader Abdolah, sürgün edebiyatı denilince akla ilk gelen isimlerden değil, en azından Türkiye’de. Ama Hollanda’da Abdolah’ın kitap satışları 1,7 milyonu bulmuş durumda. Yazarın her kitabı çok satan listesine giriyor orada. İran doğumlu Abdolah, 1977 yılında Tahran Üniversitesi’nden fizik diplomasıyla mezun oluyor. Öğrencilik hayatının bitmesiyle Şah’a karşı mücadele etmek üzere örgütlenmesi aynı döneme denk geliyor. Amerikan emperyalizmine karşı yılları bulan mücadelelerinde İranlı devrimciler, İslamcı örgütlerle de işbirliğine giriyor. İran’ın anti-emperyalist ve ilerici mücadele geleneği işte bu uğrakta Hizbullah’ın oyununa geliyor ve bozulan işbirliğiyle İran’da kapılar İran İslam Devrimi’ne açılıyor. Sonrasında da sol örgütler için tutuklanmalar, işkenceler, infazlar, Hizbullah’ın mahkemelerinde ölüm cezasına çarptırıldığı, kardeşin kardeşi ele verdiği zorlu bir dönemeç… Kader ve Abdolah isimleri de o dönemde kıyıma uğrayan devrimciler olarak bir sürgün yazarın yazarlık hayatına isim verdi; Hollandaca yazan İranlı Kader Abdolah arkadaşlarını kalemiyle yaşattı.
Refik ve Kader’in kader ortaklığı
Asıl adı Hüseyin olan Kader, 1988 yılında Hollanda’ya iltica etti. Henüz Farsça diline ve edebiyatına çok da fazla katkı sunamadan, ama içinde biriktirdiği dünyayı her an patlatmaya hazır bir dil ustasıyken yollara düştü. Neredeyse tüm yazdıklarında yaşadığı göçün izlerine rastlamak mümkün. Cami Evi’nde,Boş Şişelerin Yolcuğu’nda, Gizli Yazı’da… Fakat, yazarın Türkçede yayımlanan son kitabı Karga, bu anlamda tam bir günce gibi. Hollanda’da kendine en uygun meslek olarak kahve simsarlığını seçen Refik Fuad (kendini elinde döner bıçağıyla düşündüğünde, atalarına karşı büyük bir utanç duyacağını düşünüyordu çünkü), kahve dükkânındaki tezgâhının arkasında geçmişe dönerek bugününü anlamlandırıyor. Otobiyografik pek çok unsur barındıran bu kısa hikâyede Fuad’ın çocukluğunu, gençliğini, ilk aşkını, mücadelesini, kaçak olarak geldiği İstanbul’da geçirdiği günleri tadımlık anekdotlarla okuyoruz. İlk gençlik yıllarından beri dil, tasvir ve tahayyülle bir derdi olan Fuad, Hollanda’ya iltica ettiğinde yazıyla olan mesaisine dikkat çeker en çok. Hollanda kraliçesinin televizyonda yaptığı konuşmasından etkilenen Fuad, bu dilde yazmanın müthiş bir deneyim olacağına karar verir ve yazmaya başlar. Yazdıkça açılır, yazdıkça dökülür. İlk yazısını yazarken amcasından aldığı telkindir onu yazıya bağlayan: “… tasvir et bir şey ve gerçekleştirmeye çalış onu. Allah da aynısını yaptı. Bir insan düşündü, insanı yarattı. Bir güneş düşündü, Güneş’i yarattı. Sır budur.’ … ‘Peki, ben ne düşüneceğim,’ diye sordum. ‘İlk kitabının ilk örneğini eline aldığını ve mutluluktan yüzünü sayfalara gömüp kokusunu içine çektiğini canlandır gözünün önünde. Anlıyor musun ne demek istediğimi?’”
Yoğun duygunun minimalist anlatımı
Refik, amcasının ne dediğini anlamıştı. O günden sonra yazmış ve yazdığı metinle birlikte gazete, dergi ne varsa kapısına dikilmişti. Hollandaca yazdığı ilk metni alıp, şehir gazetesinin kapısına dayanmasıyla, İran’da ilk hikâyesini yazdığındaki toy haliyle mahalle gazetesinin kapısında dikilişi birdir ve hiç değişmez. Refik Fuad’ın Kader Abdolah’la kader ortaklığının en ortak kümesidir yazı. Sürgün hayatının hüzünlü ve zorlu hikâyesini izlerken Karga’da, Refik’in mi Kader’i yoksa Kader’in mi Refik’i kaleme aldığını birbirinden ayırt etmekte zorlanırız.
Kader Abdolah’ın şimdiye kadar Türkçede yayımlanmış kitaplarında, en çok ilgi çeken özellik minimalist dili olmuştur. Uzun uzun anlatmaz Abdolah, insanı alıp götüren o uzun betimleme paragraflarına yer vermez yazılarında. O İran’daki ve Hollanda’daki gazete kapılarında bekleyen hallerindeki fotoğrafta saklıdır anlatmak istediği şeyler. Ya da Türkiye’deyken Rus büyükelçiliği binasına gelip, özel olarak elçiyle görüşmek için ısrarla kapının önünden ayrılmaması ve elçinin odasına girdiğinde kendini Lenin’in odasındaymış gibi hissetmesindeki naiflikte. Sovyet dayanışması üzerinden Moskova’ya gitmenin hayallerini kurarak geçirdiği bir haftadan sonra yaşadığı yıkımı çok basit anlatır:
Evine sığındığı ailenin kapısında yığıldığında anlarsınız aslında o bir haftanın sonunda aldığı olumsuz haberin onu ne hale getirdiğini. Cami Evi, Gizli Yazı ve Boş Şişelerin Yolculuğu’nda da aynı sade bakışa rastlarız. Minareye tırmananların duvara yansıyan gölgeleri, imamın odasındaki televizyonun dışarıya sızan ışığı, şehirde açılan ilk sinemanın kapısına hücum eden dinciler, cami evinin avlusundaki kambur, sürüngen bir garip çocuk, Cami Evi’ndeki sinematografik sahnelerden sadece birkaçıdır. Karga’da aynı fotoğraflara çok sık rastlamayız hatta kitabın hacmi nedeniyle öyle bir beklenti içine girmeyiz. Ve fakat bu kitap için önemli sayılabilecek bir ayrıntıyı atlamamak gerekir: Kader Abdolah, kitabın başından sonuna kadar kendisini anlatır. Kâh İran’da çocukluğu, kâh İstanbul’daki kaçak günleri ve en sonunda da Hollanda’daki yeni kurduğu yaşamı. Kendini anlatırken yazarın en ufak bir izine, gölgesine dahi rastlamayız. Sanki Kader’i ya da Refik’i yazan bir üçüncü kişi vardır. Abdolah nesnel anlatım dilini o kadar iyi kavramıştır ki; kitabın sonunda yine de kafamızda bir Refik (ya da Kader) portresi oluşur.
Kader Abdolah’ın dünyası, ülkemizde giderek daha bilinir hale geliyor, ne güzel! Umarız ki yazarın çevrilmeyi bekleyen diğer kitapları da Hitkitap’ın yayın listesine girmiş olsun.