“Saatin tik takları gibi… Hep ordadır. Yanı başında. Sadece dinlersen duyarsın.”
Mesela harıl harıl yürüyorsun bir sabah Taksim metrosuna gitmek üzere. Senin de başın öne eğik herkes gibi. Kimseyle temas kurmak istemiyorsun özellikle gözlerinle. Öyle ki duymak istediğin sesleri dahi sen seçiyorsun: Kulağında kulaklığın hep aynı müzikleri dinliyorsun. Her yer kalabalık ama sen kendi yalnızlığını yaratıyorsun. Şimdi başını kaldır ve bir bak etrafına. Annesinin elinden tutmuş küçük kızı fark et. Sanırım şu koskoca metroda bir o gülümsüyor, annesi de onun için gülüyor. Yavaşça kulaklıklarını çıkar. Tam o sırada küçük kız günün ilk kahkahasını atıyor. Güne bir kahkahayla başlayacak kadar şanslısın. Sen onu dinliyorsun ve duyuyorsun. Saatin tik takları gibi…Andasın.
Mesela Suadiye sahilde yürüyorsun hızlı adımlarla. Çünkü bir hedefin var. Zayıflamalısın geleceğin anlarında aynaya baktığında kendini iyi hissetmek için. Hızlandırılmış bir film gibi huzurlu deniz, karanlığında güneşin batışından izler taşıyan gök, martılar ve güzel bakışlı kediler sol gözünden geçip gidiyorlar. Başın ilerde sabit bir noktaya asılı, sadece daha hızlı yürümeye odaklı, nefes almayı bile unutuyorsun. Geri dönmeye karar verdiğinde bir an yavaşlayıp 180 derece dönüyorsun. Bir anlık o duruş nefesi tüm vücuduna dolduruyor. Hep orda yanı başında duran denizin dalgaları nazikçe kıyıya itişini dinliyorsun. Duyuyorsun. Bir anda tüm manzara görünüyor. Artık sen hem denizsin hem de gök. Bir şekilde birleşiyorlarmış gibi geliyor seninle. Andasın.
Mesela hep okula girdiğin o dış kapıdan yine içeri giriyorsun. Derse yetişmek için koşar adımlarla dışarda yürüyorsun. Bir şeyi unuttuğun hissi seni bir türlü bırakmıyor. Bir an bir saksağan yerden göğe havalanıyor. Onu takip ederken gökyüzünü fark ediyorsun. Ve inanamıyorsun kendine. Bir senedir gidip geldiğin bu okulda gökyüzüne bakmamışsın. Korkmuşsun sanki gökdelenlerin arasındaki basıklığına şahit olmaya. Oysa gök masmavi bembeyaz bulutlar özgür… Bu okula adım attığında hep hayallerinle içeri giriyorsun. Peki gökyüzünün sonsuzluğuna bakmak aklına gelmiyorsa hayallerini gerçekleştireceğin yoldaki sonsuz seçenekleri nasıl fark edeceksin? Farkındalık seni yine anın kendisine çekiyor.
Mesela bir ormandasın. Ağaçları, bitkileri, kelebekleri ve kuşları gözlemliyorsun koca bir ekiple. Bir kelebeği fark ediyorsun. Onun peşinden koşuyorsun. Türünü soruyorsun. Adını not alıyorsun. Nefesini tutup fotoğrafını çekmeye çalışıyorsun. Sonra bir başka kelebek, bir başka kuş, bir başka ağaç, bir başka kuş… Bu böyle sürüp giderken ağaç uzmanı rehberiniz herkesi durduruyor. Ormanın sakinliğindeki bizim akıl almaz koşuşturmacamız sonlanıyor. Ormanla eşzamanlı hale geliyoruz. Onun döngüsel hızına ve yaşamsal yavaşlığına şahit oluyoruz. Diyor ki rehber: “Saatin tik takları gibi… Hep oradadır. Yanı başında. Sadece dinlersen duyarsın. Şimdi ormanı dinleyeceğiz. Ormanın tik taklarını duymak için…” Gözlerin kapanıyor. Rüzgarın uğultusu, yaprakların çıtırtısı, toprağın nem kokusu… Ve bir sürpriz: Kızılgerdan kuşu bize en güzel şarkısını ötüyor.” Onun keyfine dalıyorsun. Artık sadece anda değilsin artık sen ormansın.