Bir zamanlar uzak ülkelerin birinde Çimdırella adında bir kadın ve Şakiron adında bir erkek yaşarmış. Gel zaman git zaman, yolları bir yerlerde kesişmiş. Birbirlerini çok sevmemişler ama herkes günün birinde evlendiği için onlar da evlenmişler.

Çimdırella, evlenmenin ne demek olduğunu henüz bilmiyormuş. Ona “yaşın geldi, geçiyor, artık evlenmelisin” demişler. O da, çaresiz razı olmuş. Şakiron’unsa, hayatını düzene sokacak, yemeğini pişirecek, yaşadığı evi temizleyecek, sesini çıkarmadan her istediğini yapacak bir kadına ihtiyacı varmış.

Çimdırella’nın, “benim” diyebileceği bir hayatı, bir evi, bir ailesi olmamış hiç. Hayatta hep yapayalnız kalmış. Küçük yaşta annesini kaybetmiş. Ardından çok sevdiği küçük kardeşini…

Babası hemen bir üvey anne getirmiş başına. Onu istemeyen ve bu konuda da babasını çok iyi ikna edebilen kötü kalpli bir üvey anne…

Babası, üvey annesiyle evlendikten bir süre sonra, yaşadıkları küçük köylerinden, büyük bir kente göç etmişler ailecek. Bu büyük kent Çimdırella’ya, yabancı ve korkutucu gelmiş. Üstelik taşınır taşınmaz, babası onu henüz yeni tanıştığı, varlıklı bir ailenin yanına hizmetçi olarak vermiş.

Küçük kızın artık sığınabileceği bir ailesi bile yokmuş. Evlenme zamanı gelinceye kadar bu ailenin yanında, çocukluğunu bilmeden, evin tüm sorumluluğunu üstlenerek yaşamış.

Çimdırella için evleninceye kadar hayat böyle geçmiş. Artık evlilik zamanı yaklaşmaya başlamış. Evleneceği erkek hakkında henüz hiçbir şey bilmiyormuş ve çok korkuyormuş Çimdırella.  Vazgeçmek istediği halde yapamıyormuş bir türlü. “Hayır” demeye cesaret edemiyormuş. Çünkü ona çok güçlü bir kara büyü yapılmış. Büyünün adı;  “başka seçeneğin yok” büyüsüymüş.

Başlangıçta evlendiği erkek hakkında bildiği birkaç şey varmış ama daha sonra öğrendiklerinin, öğrenmeyi bile asla istemeyeceği şeyler olduğunu iyice anlamış.

Şakiron, bir kara büyücüymüş aslında. Ailesi ve tüm sülalesi de kara büyücülerle doluymuş. O’na sorulsaymış, kara büyücü olmayı istemezmiş ama bu onların ailesinde bir gelenekmiş. Kara büyücülük nesilden nesile aktarılırmış.

Onlar; yaptıkları kara büyülerde, büyülerin en güçlüsünü; “sözleri” kullanıyorlarmış. Doğru zamanda, doğru yerde söylenen sözün, o zihne bir tohum gibi ekildiğini ve gittikçe büyüdüğünü çok iyi biliyorlarmış.

Aslında Şakiron, ailesinden daha farklıymış. Bazen beyaz büyücü yönü yüzeye çıkar, ama kara büyücüler bunu fark eder etmez, hemen etkisiz hale getirirlermiş.

Şakiron, başka bir mesleği olsun istermiş hep. Ama ailesi tarafından güçlü bir kara büyüyle cezalandırılmaktan korktuğu için mesleğine devam etmiş.

Evlendikten bir yıl sonra Çimdırella ve Şakiron’un bir kız çocukları dünyaya gelmiş. Doğumunun şerefine bir davet düzenlemişler. Tüm aile büyükleri davette hazırmış. Tüm hazırlıklar yapılmış ve davet başlamak üzereymiş. Unutulduğu için davete çağrılmayan bir tek kişi varmış. O da sülalenin en güçlü Baş Kara Büyücüsüymüş.

Unutulduğu için çok sinirlenen büyücü, tam o sırada lanetler yağdırarak gelmiş.  Çimdırella ve Şakiron’u cezalandırmak istemiş ve yeni doğmuş bebeklerine en güçlü kara büyüsünü yapmış:

“Hayatı mutsuzlukla geçsin, kafasında sürekli kendisini eleştiren cezalandıran, yargılayan bir sesi duyarak yaşamaya devam etsin. Yaptığı hiçbir şeyden mutlu olmasın, hep yanlış adımlar atsın, kendisine zarar verip, çok büyük pişmanlıklar yaşasın, utanç duygusu içini kemirsin” demiş ve ortadan kaybolmuş.

Göklerdeki Beyaz Büyücü, olan biteni izliyormuş. Olanlardan çok etkilenmiş ve onlara gerçekleri anlatmak için, yeryüzüne inmeye karar vermiş.

Tam o sırada her yer aydınlanmış. Mis gibi çiçek kokuları etrafı sarmış. Gökyüzü gökkuşağının yedi rengine boyanmış. Baş Beyaz Büyücü yeryüzüne inmiş. Sevgi dolu gülümsemesiyle, sözlerine başlamış:

Baş kara büyücünün yaptığı büyü, çok güçlü bir büyü ama çözümsüz değil. Kızınızın çocukluğu, gençliği, belki yetişkinliğinin bir dönemi bu büyünün etkisiyle geçecek. Bu süreler içinde hep uykuda olacak, gerçek potansiyelini görmeden, yaşayacak. Ama bir gün uyanmak isterse gerçekten uyanacak. Bir gün hepiniz uyanacaksınız, size verilen ve güçlü olmak için elinizde sıkı sıkı tuttuğunuz kara büyülerin sizi nasıl da güçsüz bıraktığını, aslında içinizde güçlü bir iyilik potansiyeli olduğunu, anlayacaksınız. Umarım çok geç olmadan anlar ve hayatın tadını iyiliklerle çıkarmanın ne harika olduğunu hissedebilirsiniz. Neye inanmayı seçersek gerçeğimiz o olur. Bu güçlü büyüyü bozmak, kişinin kendi bilinçli çabası ve sorumluluğu eline almasıyla mümkün…

Ama şimdilik şunları söyleyebilirim: Kızınız, gücü eline alabilirse, dirençlerini kırabilirse, içindeki olumsuz sesleri dinlememeyi, sadece izlemeyi başarabilirse, hayatını artık uykuda geçirmekten de kurtulacak. Defalarca ama defalarca uyanması için ona uyarılar gelecek, umarım bunlardan birini fark etmeyi başarır. Uyuyan Güzel olarak hayatına devam edip etmemek tamamen onun seçimi.” demiş.“Dilerim bu gün burada yaşananlar hepiniz için bir ders olur. Ama şunu unutmayın, yüzde yüz sorumluluk almayan kişi, tam olarak uyanmış sayılmaz.” diyerek, tekrar gökyüzüne yükselmiş.

Davet sırasında yaşananların, etkisiyle Çimdırella ve Şakiron, kızlarına, “Uyuyan Güzel” adını vermişler.

Şakiron, o gün Baş Beyaz Büyücünün sözlerinden çok etkilenmiş. Her şeyi göze alarak, kara büyücülük mesleğinden istifa etmiş. Böylece aradan birkaç yıl geçmiş.

Uyuyan Güzel üç-dört yaşlarına geldiğinde kalemi kağıdı eline alır almaz resim yapmaya başlamış. Annesi bunu fark ettiğinde, ona resim yapması için renk renk boya kalemleri almış. Uyuyan Güzel resim yapmayı o kadar çok seviyormuş ki, bıkmadan usanmadan rengârenk resimler yapar dururmuş.

Mutsuz bir çocukluk geçirmiş Uyuyan Güzel.

Sadece resim yaparken mutluymuş. Annesi onu hiç kucağına alıp, öpüp koklamazmış. Babası zaten hiç ilgilenmez, ilgilenmediği gibi zehir saçan ağzını açıp, hakaretlerine başlarmış. Hiçbir zaman onaylayıcı, destekleyici, sevecen sözcükler söylemez, artık kara büyücülükten istifa etmiş olmasına rağmen, eski mesleki alışkanlıklarıyla kötü sözlerin tohumunu zihnine ekmeye devam edermiş. “Yapamazsın” “beceriksizsin” “yakışıyor mu sana öyle davranmak! Ayıp!” “Aptal” “Geri zekalı seni” “Resim karın doyurmaz, fen kafasına sahip olmalı insan”

Uyuyan Güzel, “bende bir eksiklik var! ben diğer çocuklar gibi değilim, aptalım, beceriksizim” dermiş içinden. Resim yeteneği olduğunu bile kabul edemezmiş. Annesinden ve babasından resimleriyle ilgili hiç övgü almasa da resim yapmaya devam edermiş. Annesi, “kızım sessizce oturuyor, kendi kendine uğraşıyor, beni hiç üzmüyor” dermiş.

Okula başladığında her şeyi tüm arkadaşlarından daha geç öğrenmiş. Oysa daha okula gitmeden, tüm renklerin adını biliyor, güzel resimler yapıyor, renk uyumuna dikkat ediyor, kendi oyuncaklarını; kağıtlardan, kartonlardan, yapıştırıcı ve boyaları kullanarak tasarlayabiliyormuş. Ama okumayı-yazmayı, matematiği en geç Uyuyan Güzel öğrenmiş.

Ara sıra gösterdiği atak davranışları desteklenmemiş. “Sen sus! Otur yerine!” dermiş öğretmeni. “Geri zekalı” demeyi de hiç ihmal etmezmiş.

Okuma-yazmayı sökme dönemi tam bir işkence gibi geçmiş, Uyuyan Güzel için. Evde sürekli babasından azar işitirmiş. “Yine sökemedi, herkes söktü, bizimki hala heceliyor” “Hala mı heceliyorsun gerizekalı!”  benzeri cümlelerin ardından, sanki bu cümleler kafasına iyice yerleşsin, sağlamlaşsın diye, her cümlesini Uyuyan Güzel’in kafasına vurarak tekrarlarmış babası.

Yıllar böyle akıp geçmeye devam etmiş. Uyuyan Güzel on yaşına geldiğinde babası hastalanmış. O çok güvendiği ve inandığı kara büyücüler ve dönemin önemli hekimleri çare bulamamışlar hastalığına. Kara büyülerle taşlaşmış kalbi, artık daha fazla dayanamamış.
Şakiron iki yıl kadar hasta yatmış. Uyuyan Güzel, babasının hastalığına üzülmüyormuş. Onu asıl üzen; hiçbir zaman onun sevgisini hissedememesiymiş. Babası, hastalığının son zamanlarına kadar, sözleriyle zehir saçmaya devam etmiş. Ta ki öleceğini artık gerçekten anlayana kadar…

Bir gün babası, yatağında ölümü beklerken, Uyuyan Güzel’i yanına çağırmış ve ilk kez gerçekten sevgiyle kızının elini tutmuş. Avucunun içinde sımsıkı tuttuğu eli, öpmüş. Bir süre öyle durup, ağlamış Şakiron. Pişmanlık içinde… Sanki “beni affet kızım” der gibi bakıyormuş. Uyuyan Güzel, manzara karşısında neye uğradığını şaşırmış.

Ölüm zamanı yaklaşana kadar görmediği şefkati, sevgiyi o anda babasının gözlerinde görmüş. Hep başka çocukların babalarıyla olan ilişkilerine özenirmiş. Hiç de büyük bir kayıp gibi gelmiyormuş Uyuyan Güzel’e babasının ölümü. Başkaları, bir insanın babasını kaybetmesinin ne kadar acı verici olduğunu bildikleri için, Uyuyan Güzel’e şefkatle yaklaşıp, onu teselli etmeye çalışıyorlarmış. Ama bilmiyorlarmış, Uyuyan Güzel, aslında hiçbir zaman olmayan babası için ağlıyormuş.

Aradan yıllar geçmiş. Bilinçsizce yapılmış seçimlerden duyulan pişmanlık, suçluluk, utanç duygularıyla, kayıplarla… Hep bir şeylerin eksikliğini duyuyormuş ama tarif edemiyormuş. Mutlu olmak istiyormuş, huzurlu ve rahat olmak istiyormuş, kendisini neyin bu kadar mutsuz ettiğini de anlayamıyormuş. Başka insanlara verilip de ondan esirgenen neymiş?

Hep Güzel hayaller kurarak, kendisini gerçekten sevebilecek bir prens düşleyerek, bir sürü prensle, bir sürü ilişki yaşamış. Evlenip, mutlu bir yuva kurmayı, iyi bir anne olmayı hayal etmiş. Kendisini sevmeden, bir başkasının O’nu gerçekten sevemeyeceğini, o sevgiyi dışarıda bulamayacağını bilmiyormuş o zamanlarda…

Uyuyan Güzel için hayat, artık iyice çekilmez olmaya başlamış. Derin bir acı çekiyor ve bu acıdan kurtulmak için çabalayıp duruyormuş. Bir gün çektiği acıların içinde kaybolmuş. Mutlu olmak için her şeyi denediğini sanıyormuş. Artık yapabileceği başka ne kalmış ki? Her insanın mutlu olmak için denediği yolları denemiş. Çaresizlik içinde günlerce ağlamış. Artık yanında kimseyi istemiyormuş. Sadece yalnız kalmak ve ağlamak istiyormuş. “Bir çıkış yolu olmalı” diyormuş kendi kendine.

Kendi yalnızlığında, günler böyle geçip giderken ve Uyuyan Güzel, kendini tamamen yalnızlığa bırakmışken, uzak bir kentten, bir Beyaz Atlı Prens çıkıp gelmiş.

Bir başka uzak ülkeye yapacağı ziyaret öncesinde, uğraması gereken kentlerden biri, Uyuyan Güzel’in yaşadığı kentmiş. Tesadüfen karşılaşmışlar. İlk defa bu kadar sevgi dolu gözlerle bakan, huzur dolu bir insan görmüş Uyuyan Güzel. Ona yüreğini açmış. Mutsuzluğundan, yalnızlığından, hatalarından, pişmanlıklarından bahsetmiş. Şaşırtıcı bir şekilde, Prens’in O’nu gerçekten anladığını, hiç yargılamadığını fark etmiş. Kendini daha da fazla açmış. Her defasında sadece sevgiyi hissetmiş.

Ama Beyaz Atlı Prens’in artık gitmesi gerekiyormuş. Çantasından sihirli bir kitap çıkarmış. Uyuyan Güzel kitabı alırken, prensin sevgi dolu gözlerinin içine son bir kez bakmış… “Gitme!” demek istemiş. Ama söyleyememiş. Prens Uyuyan Güzel’in yaşlarla dolan gözlerine baktığında her şeyi anlamış. Onu son bir kez öpmüş. Sonra atına atlayıp, çok uzaklara gitmiş.

Uyuyan Güzel, sihirli kitabın kapağını açar açmaz, Prens’in ona yazdığı sözcüklerle karşılaşmış. Şöyle yazmış prens;

“Bana duyduğun bu güçlü sevgi, ben de gördüğün bu güzellikler senin kendi varlığındaki sevgiden, güzellikten başka bir şey değil. Sen doğduğu kaynağı arayan bir ırmaksın. O kaynağı bul ve onunla birlikte akmaya devam et.

İçinde tertemiz, pırıl pırıl güzel bir çocuk var… ve sen kabul etmemiş olsan da, yanlış, zararlı, kötü bir sey yapmış olduğuna inansan da… her ne ise… onlar sadece yaşamı zenginleştiren, seni sen yapan deneyimlerin.

Geçmişin yollarında yürüme, sadece yapmış olduğun seçimleri kabullen ve yoluna devam et…”

Uyuyan Güzel, prensin sözlerini okuduğunda, yavaş yavaş gözlerinin açılmaya başladığını fark etmiş. Dışarıda aradığı, satın alabileceğini sandığı mutluluğa, huzura, kalıcı olarak kendi içinde ulaşabileceğini anlamış.

Anlamış olmanın, sadece yolun başı olduğunu henüz bilmiyormuş. Artık her şeyi bildiğini, çözdüğünü sanmaya başlamış, bir süre Uyuyan Güzel.
İşin içine cesareti ve sabrı katmadan, bir adım bile yol alınamayacağını henüz bilmiyormuş.

Bir gün adından sıkça bahsedilen, dönemin ünlü beyaz büyücülerinden birinin kapısını çalmış. İçsel gelişim yolculuğunda, onun desteğini almak istemiş. “Ben de beyaz büyücü olmak istiyorum, bana bu yolda yardım et. Nedir beni böyle umutsuz, mutsuz, çaresiz, perişan yapan? Kendimi iyi hissetmiyorum, sanki ben, ben değilim” demiş.

Ünlü beyaz büyücü;“Cevaplar senin içinde, birazdan gerçek uykuyla tanışacaksın, aslında biz buna gerçek uyanma diyoruz, farkındalık diyoruz” demiş.

Sihirli değneğiyle dokunur dokunmaz, Uyuyan Güzel, daha derin… daha derin… bir uykuya dalmış.

Uykusunda, doğduğu ilk günlere gitmiş. O güne kadar hiç bu denli uyanık hissetmemiş kendisini. Her şey öyle parlak ve canlıymış ki, derinden hissediyor, sesleri tüm berraklığıyla duyabiliyormuş.

Geçmişte bir günün içindeymiş. Beşiğinde, gözlerini dünyaya yeni açmış bir bebek olmuş bir anda. Gökyüzünün, gökkuşağının yedi rengine boyandığını görmüş. Derin bir nefes almış, mis gibi çiçek kokularını içine çekmiş. Göklerden inen beyaz büyücünün sözlerindeki sevgiyi derinden hissediyormuş.

“Yaşama Evet!” demiş yürekten. “Şimdi sorumluluğu ele alma, zihnimi kara büyülerden temizleme ve kara büyücüleri affetme zamanı. Zihnimi kendi seçtiğim yeni ve güzel sözlerin, beyaz büyülerin ışığıyla aydınlatma zamanı”

İçinde hissettiği yeni, yepyeni bir yaşam gücünün enerjisiyle, bir gün, hep bildiği ama gitmeye cesaret edemediği bir mahalleyi ziyaret etmeye karar vermiş. Orada, kendileriyle yüzleşme cesaretini gösterip, gerçek potansiyellerini değerlendirerek, insanlığa yararlı olmayı amaç edinmiş, harika insanlar yaşarmış. “Ben de bu mahallede yaşamak istiyorum” demiş.

Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş ve nihayet ulaşmış, güzel insanların yaşadığı, bu küçük şirin mahalleye… Parlak bir ışık gözlerini kamaştırmış önce. Göğsünde tanıdık bir acıyı hissetmiş yeniden. Nefes almakta zorlanmış. Korkmuş, oradan bir an önce kaçmak istemiş. Ama kaçmamış. Onu orada tutan, uyanmak isteyen, değişime açık, içsel gücünü fark etmiş.

“Sorumluluk kimdeyse, güç ondadır. Yarattığım hayatın sorumlusu benim ve hayatımı istediğim yönde değiştirebilirim.” diyerek, çok sevdiği bu mahalleye taşınmış.

Ve hayatının sonuna kadar, bu mahallede, insanlığa yararlı olmanın huzurunu duyarak, sevecen ve aydınlık bir beyaz büyücü olarak yaşamış.  

Share This