Hümanistik psikolojinin babası Abraham Maslow’un ihtiyaç hiyerarşisi sıralamasında beslenme ve barınma, güvenlik, kimlik ve ait olma duygusu ve sevgi ilk dört basamağı oluşturuyor.
Teknolojinin hızla geliştiği günümüzde fiziksel ihtiyaçlarını bir şekilde karşılayan insan ait olma basamağında yani psikolojik ihtiyaçların ilk basamağında müthiş bir açlık çekiyor.
Bu açlığın diğer adı yalnızlık duygusu.
Psikolojik ihtiyaçlarımızı göz ardı ettiğimiz ölçüde yalnızlık duygumuz da artıyor.
Beslenme, barınma ve üreme ihtiyacı nasıl insanın fiziksel temel ihtiyaçları ise ait olma, yakınlık kurma, kimlik bulma ve sevgi ihtiyacı da insanın temel psikolojik ihtiyaçlarıdır.
Temel ihtiyaç, “olmazsa olmaz” ihtiyaç demektir.
Fiziksel ihtiyaçları karşılanmayan insan ölür.
Psikolojik ihtiyaçları karşılanmayan insan ise yaşayan ölüdür.
Günümüz insanı yarattığı ileri teknoloji gibi kendisini de robotlaştırıyor.
İnsan, canlı olduğunun ifadesi olan duygularından ya uzaklaşıyor ya da utanıyor. Duyguların ifadesi “zayıflık” olarak algılanıyor.
Bu çarpık düşüncenin ürünü olarak insan, psikolojik ihtiyaçlarını da fiziksel ve maddi yollardan karşılayabileceği zannına kapılıyor.
İnsan nasıl sevgisini ısıtıp karnını doyuramıyorsa sevgi ve yakınlaşma ihtiyacını da seks, para, iktidar, alkol, uyuşturucu vb. gibi fiziksel maddi kaçış yolları ile gideremiyor; yüzeysel ilişkilerle de!
Psikolojik ihtiyaçlar ancak duygusal ve ruhsal boyutumuzun ifadesi ile karşılanabilir.
Çoğu evlilik beslenme, barınma, güven, ait olma ve sevgi ihtiyaçlarını karşılama umuduyla yapılıyor. Ama aynı çatı altında yaşamı ve aynı yatağı paylaşmanın insanları birbirine yakınlaştırmadığı da acı bir gerçek.
Dünya, evlilik kontratıyla birbirine bağlanmış “iki kişilik yalnızlık” çeken insanlarla dolu.
Ait olma ihtiyacını karşılamak için birebir ilişkilerde başarılı olamayan insan yüklü bir aidat ödeyerek bir takım derneklere, kulüplere üye olarak prestij ve kimlik satın almaya çalışıyor. O kulübün bir üyesi olarak “ait” olduğu grubun üyeleriyle birlikte aynı havuzda yüzebiliyor aynı salonda yemek yiyebiliyor.
Ait olma ihtiyacı kimlik bulma ihtiyacı ile el ele gider.
Herkesin yüklü bir “ait olma” bedeli ödemeye ekonomik gücü yetmez. O zaman da aynı futbol takımının taraftarı, aynı dinin mensubu, aynı çetenin üyesi olarak “ortak kimlik” edinir. Böylece ait olma ihtiyacını tatmin etmeye ve yalnızlığını gidermeye çalışır.
Toplumsal kimlik, ortak kimlik ya da sürü kimliği bireysel kimliğin yerini tutamaz elbette.
Bireysel kimliği gelişmemiş ve egosunu eğitememiş bir insanın da bir başka insanla gerçek anlamda yakınlaşması mümkün olamaz.
Teknoloji zengini ruh fakiri günümüz toplumunun insanı içindeki kocaman boşluğu sahte yakınlaştırıcılarla doldurmaya çalışıyor: seks, alkol, uyuşturucu vb. sahte yakınlaştırıcılarla.
İleri teknoloji ve maddi başarılarımız bize çok daha rahat bir yaşam sunuyor.
Ama bu başarılarımızın psikolojik bedeli çok ağır.
Gerçek yakınlaşmanın sevgi dolu bir dokunuş olduğunu unutturuyor bize.
Sevgiyle dokunuş seri üretimle fabrikalardan şişelere doldurulup pazarlanamadığı için insanlar sahte yakınlaştırıcılara akıl almaz paralar harcıyorlar. İlaç endüstrisi her gün değişik isimler altında mucize(!) ilaçları piyasaya sürüyor.
Son dönemin mucize(!) ilaçlarından biri olan Prozac şimdi çocuklar için de üretiliyor. Ne hazin! Yalnızlık duygusunun yaşı gittikçe küçülüyor.
Mutluluğun satın alınabileceğine inanmak ne garip!
Fareler üzerinde deney yapan bilim insanları labirentin üçüncü tüneline peynir koyuyorlar. Fareler peynirin üçüncü tünelde olduğunu öğreniyor. Bir süre sonra peynirin yeri değiştirilerek bir başka tünele konuluyor. Birkaç kez üçüncü tünele girip çıkan fareler peynirin orada olmadığını anlayınca diğer tünellerde peynir aramaya başlıyorlar ve doğru tüneli bularak peynirlerine kavuşuyorlar. Yani olmayan bir şeyin peşinden koşmayacak kadar akıllılar.
Oysa insan peyniri üçüncü tünelde bulamadığı halde ömür boyu “belki bu kez bulurum” umuduyla aynı tünele girip çıkmayı sürdürüyor. Başka tünellere girmekten, risk almaktan korkuyor.
Aynı yanlışı tekrarlamak ona bildik geldiği için doyum vermese de hiç değilse acı tanıdık diyerek ömrünü üçüncü tünelde geçiriyor!
Aynı şeyleri yinelediği halde bu kez farklı sonuca ulaşacağını sanan tek canlı türü insan olsa gerek.
Mutluluk ve yakınlaşma yeteneği insanın içindeki tünelde. Oysa insan onu hep dışarıda arıyor: sahte ilişkiler tünelinde, iktidar, para, pul, şöhret tünelinde, seks, alkol, işkolizm tünelinde.
Kendini tanımaya, kendisiyle yakınlaşmaya, gerçek yakınlaşmalara ise ne zaman ayırıyor ne çaba gösteriyor. Kendini tanıdığında içinden öcü çıkacağından öylesine korkuyor ki.
Korkunun olduğu yerde sevginin ve yakınlaşmanın olması ne mümkün?
Oysa sevebilmek de yakınlaşabilmek de çok kolay.
Gerçekten kolay.
Yalnızca risk alma cesareti gerekiyor.
Beklemenin yalnızlığınıza faydası yok. Risk alın. İlk adımı atın. Kendinize de başkasına da bir şans tanıyın.
Yakınlaşma ihtiyacı temel bir ihtiyaçtır. Herkes bu ihtiyacı duyar. Ancak bu ihtiyaçlarının farkına varıp ilk adımı atma cesareti gösterenler hem birbirlerine yakınlaşırlar hem de yakınlık duygusunun harikulade ödüllerine hak kazanırlar.
Risk tüneline girdiğinizde ne çeşit peynir sizi bekliyor biliyor musunuz?
Yaşam sevinciyle dolu pırıl pırıl parlayan gözler, dokunmaktan ve dokunulmaktan haz duyan eller, sevecen bir yürek, sıcacık gerçek bir ilişki ve dostluklar.
Gerçek yakınlaşmanın tadını ve mutluluğunu bilen insanların gözlerindeki ışığı neyle satın alabilirsiniz?
Hayatınızın gerçek amacı mutlu olmak değil mi?
Sevgi, güven ve saygıya dayalı gerçek bir yakın ilişkinin yerini ne ile doldurmaya çalışıyorsunuz?
Peki doldurabildiniz mi?
Mutlu musunuz? Mutluluk oyunu mu oynuyorsunuz?
Tek başına yalnızlık ya da çoğu evliliklerde olduğu gibi iki kişilik yalnızlık bir kader değildir. Sizin de mutlu olmaya hakkınız olduğunu düşünüyor musunuz?
Öyleyse kimi ya da neyi bekliyorsunuz?
Kaynak: Yaşam Cesurları Sever / Nil Gün