Hapishanede ayakkabı bağçığı taşımak yasak olduğundan, Nelson Mandela hapisten çıkınca önce bağcıklı ayakkabı istemiş.

Tutukluların hapiste kapı açmak ve kapı kapatmak gibi bir özgürlükleri olmadığından, kapılar ya onların üstüne kapatıldığından ya da onlara açıldığından, Mahatma Gandhi’nin hapisten çıktıktan sonra en keyifle yaptığı şey kapıları açmak ve kapamak olmuş.

Hapishanede cam eşyaya izin olmadığından, Fidel Castro her durumda, plastik bardak yerine cam bardağı tercih ediyormuş.

Ayakkabı bağcığı, kapı, cam bardak; çok basit, önemsiz, günlük yaşamlarımız içinde hiç dikkat etmeden kullandığımız nesneler.

The Guitar filminde, Melody Wilder, aynı gün içinde hem işinden atılır hem de sevgilisi tarafından terk edilir. Üçüncü darbe ise doktorunun verdiği haberle gelir; ameliyat edilemeyen türden bir gırtlak kanseridir ve iki ay ömrü kalmıştır. Melody bunun üzerine ömür boyu biriktirdiği parayı çeker, çok güzel bir daire kiralar, almayı çok istediği eşyaları alır, çocukluğundan beri hayalini kurduğu kırmızı gitarı ile yaşamak isteyip de ertelediklerini yaşamaya başlar.

Geçen haftaki Salı toplantımızda, Bir Dilek Tut organizasyonu içinde yer alan arkadaşımız, kanser olan altı yaşındaki bir çocuğun dileğini gerçekleştirme çalışmaları yaparken çocuğun ölüm haberini aldıklarını, bunun kendisini çok etkilediğini paylaştı bizlerle.

Kendi kendimize söylediğimizin farkında bile olmadığımız yalanlarla yaşayabiliyoruz bu hayatı; “ben suç işlemem”, “ben hapse girmem”, “ben hep sağlıklı ve tam olacağım”, “ben hep yaşayacağım”,…

Nevrotik egolarımızın yalanları birbirimize hırs kılıçlarımızı çektirebiliyor, kibir salvolarıyla boyun eğişlerin gelgitlerini gerçeklere tercih eder hale gelebiliyoruz.  

Yalanlarla kurduğumuz yalan dünyalarımız içinde gerçek değerleri, gerçek mutlulukları, gerçeklerin hazzını es geçebiliyoruz.

Ellerimizle ayakkabı bağlayabilmenin, bağlayacak bir ayakkabımız olmasının, ayakkabı giyecek ayaklara sahip olmamızın, cam bardaktan su içebilme özgürlüğünün, açıp kapatabileceğimiz kapıları olan evlerimizin, işlerimizin,.. keyfini çıkarmayı unutabiliyoruz.

“Bugün ofiste olmak yerine iznimden bir gün kullanmayı tercih ediyorum”, “Şu anda evimde tek başıma keyif yapmak istiyorum”, “Evet, kilo almışsın” denmesi yerine “Bugün hastayım, işe gelemiyorum”, “Hiç uygun değilim, başım çok ağrıyor, yarın görüşelim”, “Yoo hayır kilon çok iyi” denmesini tercih edebiliyoruz.  

Zincirlikuyu mezarlığının girişinde yer alan “her canlı bir gün ölümü tadacaktır” sözünü görmezden gelmeyi seçebiliriz. Ya da, şu an hayatımızda olan herkesin, her şeyin ve kendimizin keyfini maksimum çıkarmamız için, anlamlı bir uyarı olarak algılamayı seçmemiz de mümkün olabilir.

Evren, yaşamın ve doğanın her parçasında, gerçekleri bize sevgiyle sunuyor. Kendimize ve yaşama ait gerçekleri huzurla kabul ettiğimizde, şükran duygusunun gücü tüm “ben”liğimizi sarıyor. Sonrası, dinginlik ve Can Yücel’in mısraları:

Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yasayacaksın,
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat…

Share This