İnsan yaş aldıkça zaman daha hızlı geçer derlerdi de inanmazdım. Bu yıl fırtına gibi geçti adeta. Ne çok şey oldu; hem kişisel hem ortak tarihlerimizde. Dünyaya bakıyorum da zıvanadan çıkmış gibi geliyor. O kadar fazla olumsuz şey oldu ki daha kötüye gidemez artık diyorum; bundan sonra muhakkak iyi bir şeyler olacak. Her şeyin kökten değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Değişim devinim demek, kolay olmayacak elbet.
Yoganın ilk kolunun ilk ilkesi Ahimsa yani şiddetsizlik. Var olan hiçbir şeye karşı şiddet kullanmama durumu. Öyle geniş bir tanımı var ki nasıl açıklanır bilmiyorum. Yoga felsefesi öğretmenimin söylediği, bu prensiple çelişir gibi görünen bir cümle çok hoşuma gitmişti; şiddet olmasaydı dünya olmazdı. En basitinden; bir ağacın oluşabilmesi için tohumun ölmesi gerek. Öyle basit bir ölüm de değil üstelik tamamen parçalanması, tüm potansiyelinin, özünün toprağa karışması gerek ki bundan ağaç gibi yeni bir şey ortaya çıksın. Dalları göğe uzanan, milyonlarca yapraktan oluşan heybetli bir ağaç düşünün, tohumdan kat be kat büyük. Tüm bu büyüklük işte o küçücük tohumun içinde saklı ve tohum ölmediği sürece hiçbir işe yaramayacak, ne ağaç olacak, ne çiçek açacak ne meyve verecek.
2012 yılında Marduk dünyaya çarpacak ve kıyamet kopacak diye ortalık birbirine girmişti. Marduk dünyaya çarpmadı ama benim kıyametim o yıl koptu kesinlikle. Başıma gelmesinden korktuğum her şey üst üste başıma gelince gerçeklik algımı yitirdim tamamen. Ben dediğim kişinin bir yabancı, hayatım dediğim şeyin kurmaca olduğunu fark ettim; bir de hayatlarımız üzerinde hiçbir kontrolümüz olmadığını. Böyle büyük bir değişimle karşı karşıya kaldığınızda eskisi gibi yaşamaya devam etmenize olanak yok. Araştırdım, okudum, yardım aldım, anlamaya çalıştım neden böyle olduğunu; öyle ya, sebepsiz kuş uçmuyor. Başıma gelenler uyandırma çağrısıymış meğer.
2013 kendimi tanıma ve yeniden yapılanmayla geçti. Etrafımızda sevdiklerimiz, ailemiz, eşimiz, arkadaşlarımız olsa da hayatta yalnız olduğumuzu derinden kavradım. Mevlana’nın dediği gibi: “Bu yol senin, sadece senin yolun. Başkaları seninle yürüyebilir ancak senin için yürüyemez.” Ben de yalnız yürümeye başladım yolumu. Kolay olmadı hiç yıllarca beraber yapmaya alıştığım şeyleri yalnız yapmak. Canım o kadar yanıyordu ki ölüyordum sanki. Sonra fark ettim ki ölmüyordum, küllerimden yeniden doğuyordum Anka kuşu gibi, doğum sancılı geçiyordu sadece. Bebektim yeniden ve tüm dünya yabancıydı bana, ağlıyordum ben de. Elime ne geçerse ağzıma götürüyor tadına bakıyordum ne olduğunu anlamak için. El yordamıyla ilerlemeye çalışıyordum. Sonra emeklemeye başladım ve adım atmaya. Bir yıl sürdü yeniden ayağa kalkmam.
2014 yılında büyülü şeyler oldu; coştum, taştım kendimden, çiçek açtım adeta. Tüm duyularım keskinleşti; renkler daha parlak, yemekler daha lezzetliydi. Ortak bir dil keşfettim var olan her şeyle, ağaçların, hayvanların sesini duyuyordum sanki. BİR idim tüm yaradılışla. Yoganın anlamını kavradım.
2015 geldiğinde yerimde duramıyordum. Gitmem gerekiyordu bir yerlere ama korku elimi kolumu bağlıyordu, hareket edemiyordum. Bir gayret topladım tüm cesaretimi ve çıktım yola, ne iyi etmişim! Daha önce hiç hissetmediğim bir duyguyu deneyimledim o yolculukta: Özgürlük. Korkunun gözünün içine bakmayı becerebildiğimizde ne muhteşem hediyeler bekliyormuş bizi yolda. Sistemin kölesi olmayı reddeden, başka hayatlar yaşayan insanlar gördüm. Evleri, arabaları, paraları yoktu ama özgürdüler. Hayatları müzikle, dansla, şiirle, yaratarak, yardım ederek, paylaşarak geçiyordu. Derinde bildiğim bir gerçeği yaşam tarzlarıyla yüzüme vuruyorlardı, hayatımı para karşılığı satmak zorunda değildim. Hayat sevmediğim şeyleri yaparak harcayamayacak kadar kısaydı.
2016 da ne yapmam gerektiğini biliyordum, sadece nasıl yapmam gerektiğine karar vermem gerekiyordu. İlk yarı denemelerle geçti. Ben ille de şöyle olsun dedikçe, sabırsızlandıkça olmuyordu bir türlü, nerden tutsam elimde kalıyordu. Hayat diretmeye gelmiyor. Çaresiz, bıraktım ben de… Bırakır bırakmaz neye uğradığımı şaşırdım. Çorap söküğü gibi her şey öyle hızlı gelişti ki! Nasıl olduğu önemsizdi, istediğim olmuştu sonuçta.
Amerika’ya ayak bastığımda öğrendim ki Türkiye’de ben uçağa bindikten 1 saat sonra darbe girişimi olmuş. Yani uçağım 1 saat geç kalksa orda olamayacakmışım! Bir kere daha anladım ki hayat planlanabilir bir şey değil. Demek belli yerlerde olmam, belli insanlarla tanışmam gerekiyormuş, tüm işleyiş buna göre programlanmış.
İnsanız ve ölümlüyüz, sınırlı zamanımız var dünya denen bu gezegende. Her birimiz öyle ya da böyle bir anlam arıyoruz hayatlarımızda. Bu boşuna bir arayış değil elbette, her bir ruhun belli bir sebepten burada olduğuna inanıyorum ben. Bazılarımız şanslı, içgüdüsel olarak biliyor neden burada olduğunu. Bazılarımızın da benim gibi araştırması gerekiyor bu anlamı bulması için. Geçen yıl bu zamanlar bir yazı yazmıştım Işığını Parlat diye, o zaman biraz malum olmuş gibi sanki bana ama bu yıl Ganj nehri kıyısında bir sabah geçirdim ki derinden anladım neden burada olduğumu. Dilerim tüm ruhlar bulsun hayatlarının anlamını ki acı çekmesinler daha fazla…
Şu anda Hindistan’dayım. Mardin’e inanılmaz benzeyen, kendimi evimde gibi hissettiğim bu güzel şehirde (Jaisalmer) ışıklarla aydınlatılmış kaleye bakarak yazıyorum bu satırları, fonda Ayten Alpman çalıyor. Hafiften bir esinti var ama tişörtümle üşümeden oturabiliyorum dışarıda.
Yeni yıla bu çöl şehrinde, uzun zamandır hayal ettiğim yoga eğitmenliği sertifikamı almış olmanın huzuruyla gireceğim için mutluyum. Yarın ne getirecek hiç birimiz bilmiyoruz, elimizde sadece şu an var. O zaman şu an burada olalım hepimiz.
Mutlu yıllar…
Serap Tütüncü