Nerde o eski bayramlar, serzenişi ile yaşadığımız her bayramda aklıma; çocukluğumun bayramları, Konya’da bayram gelir. Aslında, o günlerden günümüze bayramın, bayram olmaktan çıkarak tatil olarak algılanmasından başka değişikliğe uğramadı.

Yine, geleneklerimiz bağlamında arife gününe kadar hummalı bir şekilde bayram hazırlıkları yapılır, imkanlar ölçüsünde aile bireylerine hediyeler alınır, camiler mahyalarla süslenir, bayram namazını müteakip mezarlıklar ziyaret edilir, en büyük aile ferdinin evinde sabah kahvaltısı yapılır, ebeveynlerden başlayıp, akraba, yakın ve uzak komşuların bayramları tebrik edilir, büyüklerin elleri öpülerek hayır duaları ile harçlıklar alınır. Bütün bunlara rağmen insanların –nerde o eski bayramlar- iç geçirmesi değişmeyeceğe benziyor.

Çok kalabalık bir aile olmamıza rağmen babaanne ve amcalarımın dışında akrabamız yok gibiydi. Bayramlarda; hala, teyze, dayı, anneanne ve büyükbaba gibi birinci derecede akrabaları ziyaret şansımızın olmaması içimde kanayan bir yara olarak kaldı hep. Bu akrabalarımızın sonradan kaybedilmiş değil, hiç olmamaları durumun teselli edici bir yanıydı belki de.

O eski bayramların bende bıraktığı tat; bütün aile fertlerinin muhtelif kaygılardan uzak bir şekilde, bayramı bir arada kutlaması idi. Bir daha o günlerden sonra bayramı böyle ailece kutladığımızı hemen hemen hiç hatırlamıyorum. Baba ocağından, -diğer bir deyişle yuvadan- teker teker ayrıldıktan sonra bir araya gelmemize bayramların da vesile olamadığını gördüm.

Çocukluğumun bayramlarında en sevdiğim ziyaretlerden biri de bayram günü Mevlana Müzesi ile Alaaddin Tepesini gezmekti. Selçuklulardan geriye sadece camiyi koruma altına alınmış bir kale duvarı ve bu yığma tepe kalsa da Alaaddin Tepesi Konya için  önemli birer kültür mirası idi.  

Mevlana Müzenin kubbelerinde yankılanan biteviye ney sesi ve şadırvandaki su şırıltısı çocuksu yüreğimi huzurla doldurur, geçmişe yolculuğa çıkarırdı. İşte o an, meftun derviş, postniş ve semazenlerle çağlar öncesinden bir tanışıklığımız varmış hissine kapılır, ilanihaye sema gösterilerinin içinde bulurdum kendimi.

Bu halet-i ruhiye içinde binbir dilek dileyerek avludaki havuza güvercinler için para atardım. Bu ulvi çatı altında ham olanın yanıp pişmesinin doğal olduğunu anlıyor insan.

Belki geçmişten geleceğe başka bir fark da; eski bayramlarda, bizler her ne kadar bize alınan bayramlıklarımız ile sabahlasak, küçük şeylerle mutlu olsak da yeni kuşağın bu tür hediyelere alışkın olmaları. Çünkü; bizim kuşağın hediye alabileceği sadece bayramları vardı. Onun için bizler Ramazan ve Kurban Bayramını iple çekerdik. Şimdiki jenerasyon ise doğum günü, yılbaşı, mezuniyet balosu, sömestr ve yıl sonu gibi olgularla bu tür hediyelere alışkın olduğundan bayramlıkları ile yatağına girmiyor.

Yine de…

Güzeldir benim bayramım yıllar geçse de,
Güzeldir benim her  yaşım ömür geçse de.

Share This