Uçağımız ağır ağır kanatlanan bir kuş sürüsü gibi gri göklerde yükselirken benim içim sıkılıyor. İtalya’dan dönüyorum. Bulutların içinden geçtikçe grilik dağılıyor, maviye doğru tırmanıyoruz. İçimdeki sıkıntı olduğu gibi duruyor.
Bu sıkıntı, lise ikideyken bütün sene çalışıp, sonunda sadece iki defa (gündüz öğrencilere, akşam anne babalara) sahnelediğimiz oyunun gala gecesinin ertesi sabahında hissettiğim sıkıntıya benziyor. Çok beklediğim bir şeyin bittiğini anladığım andaki boşluk, şaşkınlık, en heyecanla beklenen şeyin elimden gitmiş olmasının kederi…
İtalya’dan dönüyorum. Umbria’nın yeşil dağlarında, trafikten, telefondan, internetten, eş, dost, akrabadan uzak geçen son on günde Shadow Yoga hocalık eğitimi mezuniyet kursunu tamamladım; bu sistemin dünyadaki sayılı hocalarından biri olmaya hak kazandım, memlekete dönüyorum. İçim sıkılıyor ama bir yandan da çok mutluyum. Bulutların üzerine çıkınca kavuştuğumuz güneş gibi, benim iç sıkıtımın altında da tatmin, memnuniyet ve şükran hisleri parlıyor. Böylesine iyi, böylesine kaliteli bir yoga eğitimi alabildiğim için.
Dört buçuk yıl önce Shadow Yoga hocalık eğitimine başvurduğumda, hocalarımız bana şöyle bir bakıp, “Daha değil, sen çalışmaya devam et, seneye bakarız” cevabını vermişlerdi. Otuz üç yaşındaydım. Güçlü, enerjik, heyecanlıydım. Son dört yıldır, bir gün bile aksatmadan yogamı yapıyor, metinleri çalışıyor, gelenekleri birbirine karıştırmadan farklı sistemleri deniyordum. Yine de bozulmadım, güvendiğim bir hoca bana bir şeyi yap derse, ona hay hay demenin en hayırlı şey olduğunu neyse ki o vakte kadar keşfetmiştim. Çalıştım.
Bir yıl sonra hocalarımın karşına geçtiğimde, “Tamam” dediler. “Bizimle çalışmaya başlayabilirsin ama artık başka hocaya gitmek yok, anlaştık mı?” Anlaştık. Sadece ben değil, benim gibi otuz iki öğrenciyle daha anlaştılar. Böylece 2009 yılının Ocak ayında, üç buçuk yıl sürecek Shadow Yoga hocalık eğitimimiz başladı.
Geçen yıllar içinde bu otuz iki kişiyle dünyanın çeşitli köşelerinde bir araya gelip artık ustamız olmuş olan hocamızın karşısına dizildik. O anlattı, biz dinledik; güldük, ağladık, itiraz edecek gibi olduk, vazgeçip söz dinledik. Bacaklarımız uyuştu, kıpırdamadık; kalçalarımız yandı, minicik hareketlerle yanmayı dindirmeyi, kendi irademizle rahatsızlığımızı yenmeyi öğrendik.
Uzatmayayım… İşte insan iyi bir yoga eğitimi alırken neler olursa, hepsi bize de oldu. Üçüncü yılımızın sonunda katılmaya hak kazandığımız bu mezuniyet kursunda otuz ikimiz değilse de, yirmi dördümüz hazırdık.
Peki, hocamızın bize verdiği en değerli bilgi ne oldu biliyor musunuz?
“Bildiklerinizi kendinize saklayın!”
Bir hocalık eğitiminde hocanızdan duymayı en son bekleyeceğiniz söz belki de, ha?
Neden bildiklerimizi kendimize saklayalım? Çünkü bütün tılsım bilgileri gibi yoga da sadece hak edene verilmesi icap eden bir bilgi. Hocalar ne öğretecekler o halde? Hocalar her bireyin kendisinin bu tılsımı keşfetmesi için yol gösterecek, o kadar. Ne kadar az bilgi, o kadar çok keşif.
Bu eğitime gitmeden bir iki hafta önce, öğrencilerimle sohbet ederken televizyonda yoga gösterilmesinden, herkeslerin “yoga hocasıyım” diye ortalıkta dolaşmasından, parklarda bahçelerde, herkesin göreceği yerlerde yoga yapılmasından ne kadar rahatsız olduğumu anlatıyordum. Bir öğrencim benim rahatsızlığımı anlamadığını söyledi. Yoga herkese ulaşsa, yaygınlaşsa daha iyi olmaz mıydı?
Bundan sonra söyleyeceklerim sadece yoga hocaları için değil, içinde âlemin sırlarını taşıyan bir disiplini öğreten herkes için geçerli. Bir şaman düşünün ya da sihirbaz ya da iyi bir falcı, medyum veya otların, bitkilerin, gezegenlerin sırrını bilen bir şifacı, bir sanatçı… Televizyona çıkmış, işinin sırlarını kitlelere gösteriyor. Hatta onlar da yapsın diye alkış tutuyor. Her köşe başına bir dükkân açmış, ha babam bu bilgiyi satacak insan yetiştiriyor.
Şimdi siz böyle bir durumda fal baktırmaya, şifa bulmaya, yoga öğrenmeye kime gidersiniz? Televizyona çıkıp kitlelere âlemin esrarını açana mı, yoksa gözlerden uzak, sadece hak edene gizlerini sunan bilge kişiye mi? (Televizyonda gördüğünüze gidenlerdenseniz, bu yazının devamını okumanıza gerek yok.)
Hayatlarımızı yöneten kapitalist sistem, her şeyi olduğu gibi elbette yogayı da tüketilebilir ve pazarlanabilir bir mal olarak karşımıza çıkarıyor. Sadece eğitimi, dersleri değil; yoganın kıyafetleri, araçları, dergileri ve kitapları da kitlelerin tüketimi için üretiliyor. Bu sürecin sonucu olarak yoga da özünden çok başka bir şeymiş gibi sunuluyor. (Sistemin eline geçirdiğini pazarlayıp, mutluluğa aç, tatminsiz insanların tüketimine şifa niyetine sunması felaketinden sadece yoga değil, sanat, edebiyat, tıp ve bilim, hüner, disiplin, ustalık, çok çalışma gerektiren bütün disiplinler nasibini alıyor tabii.)
Benim üzüldüğüm ve görünen o ki hayatımın esas mücadelesi halini almaya başlayan şey şu: Yoga yanılsaması, geçim derdinde olan yoga hocaları ile ay sonunda kira ödemek zorunda olan stüdyo sahipleri tarafından yeniden yeniden üretiliyor. Nedir bu yanılsama? Yoganın bir eğlence, hep beraber yapılan bir rahatlama etkinliği, fizyolojik ve psikolojik sorunlara karşı etkili bir ilaç, zevk nesnesi olarak görülmesi. Sanki herkesin anlayabileceği, sanki herkesin yapabileceği bir şeymiş gibi sunulması. (Hadi canım!)
Hediyesi kişisel bağımsızlık olan yoga disiplini, bugün, insanların mevcut zaaflarıyla bağımlılıklarını iyice pekiştiren -bir de kafalarını karıştıran- bir cins grup-zevk ve kendini tatmin aracına dönüştü.
Hocamız bu eğitim boyunca bir de şunu tekrarladı: Yoga öğretmenliği geçim kapınız olmasın. Kendisinin akşamları bir kahvede çalıştığı ilk yıllarını anlatırken, hayat kazanma derdinin yoga öğretisinin kalitesini nasıl düşürebileceğini uzun uzun açıkladı. Çünkü geçim derdi yoga hocasının en değerli hakkı olan, doğru kafadaki öğrenciyi seçme şansını elinden alan bir şey.
Hoca ile öğrenci arasında kurulacak çok samimi bir ilişkiyi ön gören bu disipline göre, her hocanın kendi öğrencisini seçme hakkı olmalı. Günümüzde bu denge tam tersine dönmüş gibi. Hoca, bu değerli bilgiyi aktaracağı öğrenciyi seçeceğine, öğrenci hoca seçiyor!
Eski yoga metinleri çok net bir şekilde şunu dile getirmişler: Hocalar! Bu değerli bilgiyi sadece hak edene verin. En basitinden başlayın. Öğrenci sebatlı çalışması ile daha derinlere inmeyi hak ettiyse, onu yavaş yavaş oraya götürün; acele etmeyin, kendi bildiğinizi kendinize saklayın. O bilgiyi aktarmanın tek yolu, onu yaşamaktır. Boşa konuşmayın.
Bana sorarsanız, bugün ciddi olarak yoga çalışan insanların öncelikli çabası, yoganın yaygınlaşması yolunda değil, onun gizemli tabiatının korunması yolunda olmalı. Hatha Yoga Pradipika’da da belirtildiği gibi: Soylu bir kadının mahremiyetini koruması gibi, öğrenci de yoganın esrarını kendine saklamalıdır.