Bazı Uzakdoğu öğretilerinde dünyadaki yaşamımız karanlık bir odaya benzetilir. Odada birçok kişi toplanmıştır ve herkes çıkışı aramaktadır. Birbirlerini görmedikleri içinde çarpışmalar yani üzüntüler, saldırılar, hastalıklar olur. Karanlık odada ışığa giden yolu bulmak için bütün insanların el ele tutuşarak ilerlemesinin gerekliliği anlatılır. Birlik ve beraberliğin önemi ile ilgili buna benzer birçok yazı okuduğum halde bunun nasıl olabileceğini hep merak ederdim.
Japonya’da felaketler karşısında, insanların nasıl saygıyla birbirlerine yardım ettiklerini, sakince yemek kuyruğuna girdiklerini ve ellerinde ne varsa, tanıdık tanımadık, birbirleriyle paylaştıklarını televizyonlardan saygıyla ve hayretle izlerdim. Kendimi koçluğa hazırladığım dönemde edindiğim bilgilerle bunun altındaki sebebin eğitimin çok küçük yaşta başlaması olduğunu öğrendim. Japonların ilkokula başlayan çocuklar için müfredata koydukları aşağıdaki hikâyeyi okuyunca tüm bunların ancak çocukluktan başlayan eğitimle mümkün olabileceğini anladım.
Hikâye şöyle:
Allah bir grup kötü adamı cehenneme göndermiş ve onlar orada ıstırap çekerken, içlerinde bulunan ve oraya yanlışlıkla düşmüş bir kişi için ince bir örümcek ağı sarkıtıp, tutunarak çıkmasını ve kendini kurtarmasını istemiş. Bu iyi kişi örümcek ağına tutunmuş, tırmanmaya başlamış ve tam ortalara geldiğinde diğer kötü kişiler de ağı fark etmiş ve onlar da ağa tırmanmaya başlamışlar. İyi adam, ağın çok ince olduğunu ancak onu taşıyabileceğini, onun için gönderildiğini, diğer kişilerin gelmemesini istemiş; aşağıya bağırmaya başlamış. Ancak diğerleri dinlememiş ve cehennemden kurtulmak için can havliyle tırmanmaya devam etmişler. Az sonra da ağ kopmuş ve hepsi beraber aşağıya düşmüşler. İyi adam bunun üzerine diğerlerine sitem etmeye başlamış, “Sizin yüzünüzden bende buraya geri düştüm” demiş. Bu ara yukarıdan Yaratan’ın sesi duyulmuş ve eğer o iyi kişi yalnız kendini düşünüp bencillik yapmasa o ağın kopmayacağını, hepsini taşıyabilecek güçte olduğunu ama iyi kişinin yalnız kendini düşünmesinin ağın kopmasına neden olduğunu haykırmış. Bu hikâyenin verdiği ders tek tek kurtuluşun olmayacağı, hepimizin el ele tutuşarak, beraberce kurtulabileceğimiz, ışığı bulabileceğimizdir. Birlikte, kendi kalbimizden başlayarak, her seferinde bir kalple dünyayı değiştirebiliriz.
Japon deneyimi gösteriyor ki böyle bir bilgeliğin küçük yaşta çocuklara anlatılması, onların gelecekteki davranışlarını son derece olumlu etkiliyor.
Dünyamıza kalıcı barış ve huzuru getirebilmenin yolu “ben değil, biz varız” diyebilmenin önemini kavramak ve odağımızı buraya kaydırabilmekten geçiyor. Bu bilincin etrafımıza bir an evvel yayılması dileğiyle…
Banu Uzkut Onuk