“Seni seviyorum”, “Seni seviyorum” , “Seni seviyorum…” Ne kadar romantik, duygusal, anlamlı… Söylenmesi, yazılması, çizilmesi… Ya ağızdan çıkmasa, yazılmasa, çizilmese? Sevmekten vazgeçer miydiniz? Elbette vazgeçmezdiniz. Çünkü sevmek “içten” gelen bir şeydir.
Tomurcuk kırıldığında çiçeğe dönüşür. Kalp kırıldığında hislere. Çiçek kırılmaz. Kırılan tomurcuktur ve iyi bir amaç uğruna olur bu. Şimdiye dek sevmek olarak düşündüğünüz şey sevgi değildi. Gerçek sevgide kalp kırıklığı yaşanmaz. Kalp kırıklığı sadece ve sadece isteklerin, beklentilerin, umutların kırıklığıdır.
Çocuklar kendilerine en fazla “Seni seviyorum” diyenleri değil, bunu hiç telaffuz etmediği halde hal ve tavırlarıyla belli edenleri en çok severler.
Ah şu kelimeler… Kelimeler yetersizdir. Sabahtan akşama kadar kelimelerin içinde boğuluruz. Her şeyin bir amacı ve tanımı olmalıdır bizim için. Bu amaç arayışı içerisinde amaçlarımızı yitiririz. Kelimeler endişelerin kaynağıdır. Kelimeler olmadan endişelenmeniz mümkün değildir. Şimdi on dakika kadar hiçbir kelime kullanmadan endişelenmeyi deneyin. Yapamazsınız, endişelenmek için kelimelere mahkûmsunuz.
Gerçek dostluğun, gerçek sevginin kelimeleri yoktur. Sevdiğiniz biriyle beraberken sadece susmanız bile yeterlidir. Sevginizi kelimelerle ifadeye gereksinim yoktur.
Peki niye dostlarınızdan, sevdiğinizden hep kelimeler istersiniz? Size ne kadar değerli olduğunuzu, sizi ne kadar sevdiklerini söylesinler istersiniz. Sevdikleriniz size hiçbir şey söylemeden dahi sadece yanınızda olmaları yettiği an gerçek içtenliğe kavuşacaksınız, sessizlikte bile.
Güzel bir şey görürsün. Hemen onu satın alıp evin bir köşesine koyarsın. Ona her gün bakar mısın? Her gün aynı güzel hisleri besler misin? Güzel bir şey karşımıza çıktığında hemen ona sahip olmak isteriz. Sahip olma aşaması o güzelliğin içine eder. Güzel bir kız ya da oğlan gördüğünüzde onu o kadar çok sevmek istersiniz ki ona nefes alanı bırakmazsınız. Olan budur! İnsanlar sevgilerin altında boğulmaya başlar. İnsanlar aşk acısı çeker! Ama aşk yoksa acı da yoktur. Birine âşık olduğunuzda yüzünüze bakıp bir tebessüm alamazsanız dünyanız yıkılır. Sevmediğiniz biri ise acıtamaz. Acı sevginin bir parçasıdır. Bunu ise kabullenmek istemezsiniz. Her zaman güzel sözler duymak ve sevilmek istersiniz. Güzel olanı sahiplenmek yerine ona teslim olmak gerekir. Güzelliği seversen güzellik baki kalır.
Sevgi bütünlüktür. Akarsu gibidir. Her şeyi beraberinde sürükler. Bunun içinde suya düşen mis kokulu çiçekler de vardır, suya atılan moloz parçaları da. Su demez ki, “Sen çiçeksin gel, sen pisliksin gelme!”
Olan bitene çok takılırsanız geçmişe attığınız kancayla olduğunuz yerde ağırlaşır, taş gibi batarsınız. Bırakın gitsin!
Bizim sorunumuz sevgimizi çok fazla ifade etme ihtiyacı duymak. Sevginin kelimelerle tarifine çok fazla ihtiyaç duymak. “Ne kadar güzelsin, seni çok seviyorum” diyebilirsiniz. Bunlar sadece kelimelerden ve düşüncelerden ibarettir. İçerde olan biten bir şey yoktur çoğu zaman. Orada akan bir şey yoktur, içtenlik yoktur. Karşıdakine bir fikir verme çabasıdır. Kelimeler bir kere ağızdan çıktı mı düşünceler artık mazileşmeye başlar. Kimseyi sevgiden dolayı sorumlu tutamazsınız. Sevgimden sorumluyum, bugün çok sevgi doluyum, yarın bu kadar sevgi dolu olamam, dün daha çok sevgi doluydum diyemezsiniz. Peki içerde olup biten ne? Bu benim içimde olan bir şey, karşıdaki insan bundan sorumlu tutulamaz.
Kişinin sadece ve sadece kendine odaklanması bir evrim niteliğindedir. Kalpteki ve zihindeki gereksiz yükleri kaldırdığınızda sevgi kendiliğinden daha fazla akmaya başlar. Bu sevgi ilahi sevgi olur. İçtenliğinizi içten yaşarsınız. Bunu karşıdaki insana ispat etmeye kalkışmak problem yaratır.
“Seni seviyorum”un ispata ihtiyacı yoktur. Gerçek içtenlik kendi içinde zaten içten olduğunu hissetmektir. Bunu kanıtlamana ya da içten olmaya ihtiyacın yoktur. Olduğundan daha içten olmana da imkân yoktur.
Sevgiyi bir tohum gibi toprağın altında tutup sürekli sulamanız gerekir. Tohumun filizlenmesi için içerlerde bir yere gömülmesi gerekir.
Bilge biri her bakışta, her nefeste sevgiyi deneyimler. Mevcudiyeti bile sevgidir. Bu aydınlanmış sevgidir. Sevgi kelimelerden öteye geçerek cisimleşmiştir. Artık oturduğun yer bile senin sevginin titreşimleriyle doludur. Kanepe sevgiyi emer. Tüm canlılar tüm atmosfer sevgiyi çekmeye başlar.
Karşıdaki insanın sizi sevip sevmediği kaygısı sizin içtenliğinizi yok eder. Bu çok önemlidir. Peki ne yapmalıyız? Gülümseyip geçin. Onların kendi başlarına içten olmalarına izin verin.
“Üç aydır beraberiz, bana bir kere bile sevdiğini söylemedin, oyun mu oynuyorsun benimle!” Tanıdık bir replik mi, ne dersiniz? Karşısındakini kaçırtmak için söylenmiş sanki. Kendini gerçekleştiren kehanet gibi. Ya da dokuz takla atar karşıdaki, ne kadar içten olduğunu ve sevdiğini ispat etmek için. Dil üstüne dil döker. Halbuki buna ihtiyaç yoktur, onun yanında olması zaten yeteri kadar kanıttır. Fazlasını istemek, ispat istemek, ifade etmesini istemek nankörlüktür, bencilliktir, acizliktir. Onu olduğu gibi kabul etmemektir. Kendi içtenliğinizin yok olduğu andır.
Bazıları da ifade manyağı olurlar. O kadar çok kendini ve sevgisini ifade etme gereği duyar ki karşısındakini usandırır, kaçırtır. Sevgideki çekicilik yok olur.
Karşı tarafın içtenliği? Bundan en ufak bir şüpheniz dahi olmasın. Karşı tarafın içtenliğinden şüphe ettiğiniz; kaygılandığınız; meraklandığınız anda sizin içtenliğiniz yine yok olur. “Herkes beni seviyor” demeye başladığınız an, o anda orda sevginin S’si bile yoksa bir anda evrenden sevgi akmaya başlar. Sevginin sırrını ele geçirdiniz işte.
Biri gelip size kırıcı bir laf edebilir. Aslında kimse sizi incitemez. Sadece kendiniz yapabilir bunu. Gerçek içtenlik senden başka kimsenin var olmadığını görmektir. Yani karşındaki de senle BİR’dir. Senin bir parçandır aslında. Hepsi sensindir. Onunla senin aranda fark gözetmediğin an gerçek içtenliğe ulaşırsın. Gerçek içtenlik tepkisizliktir. Tepki olduğu zaman, o yapılması gereken bir işe dönüşür.