Yaş 24, yıl 2005, soluğu Amerika’da alıyorum. Amacım farklı bir ülkede yaşama deneyimi edinmek, lisanımı ilerletmek, bir de şu kimselere, kendime dahi itiraf edemediğim kadınlara olan hislerimle ilgili kör noktamı aydınlatmaya çalışmak için yollar aramak.
Miami’deyim, müthiş bir doğa, her daim pasparlak güneş tepemde, sokakta Latin müzikleri, neşeli Latin kökenli insanlar, her yer cıvıl cıvıl… Tam on altı ay yaşıyorum bu ilginç, rengârenk yerde.
Çok bakımlı, yakışıklı erkekler görüyorum sürekli etrafımda. Miami’de inanılmaz güzel kadınların olduğu düşünülür. Fonda doğanın birbirinden güzel renkleriyle beraber capcanlı güneş ışığı sunduğu için birçok markanın birbirinden güzel modelleriyle yaptığı mayo katalog çekimlerinin altında Miami yazısını görürüz. Hâlbuki o birbirinden güzel modeller Miami’de yaşamaz, sadece çekim için orada bulunur ve sonra yaşadıkları yerlere dönerler. Velhasıl Miami’de yaşayan kadınların güzellikleri ve bakımlılıkları ortalama denilebilecek düzeydedir. Erkekleriyse hiç beklemediğim kadar estetik. Manken olmasına gerek yok; inşaatta çalışan, otobüs şoförlüğü yapan, esnafı, bodyguardı… Birçok erkeği inceliyorum, bir çoğu vücut çalışmış, tertemiz, bakımlı ve havalı. Okyanus kenarında sörf yapanlara değinmeye ise hiç gerek görmüyorum.
Sanki Türkiye’de yakışıklı, karizmatik hiç erkek yok, -evet bu kadar sık rastlanmasa da yine de var, haklarını yemeyelim- tamam diyorum aradığım erkeği Türkiye’de bulamadım, burada bulurum artık diye kandırmaya çalışıyorum kendimi. Ufak tefek flört deneyimlerime başlıyorum.
O aralar ortak bir arkadaşımızın tanıştırdığı Venezüella kökenli Maria ile çok samimiyiz. Beraber yiyoruz, içiyoruz, geziyoruz, eğleniyoruz, dertleşiyoruz. Çok keyifli, derin şeyler paylaşıyoruz. Doğup büyüdüğümüzden farklı bir ülkede yaşamanın yarattığı zorluklarla mücadele etmeye çalışırken birbirimize sıkıca tutunuyoruz. Maria çok duyarlı, hassas, oldukça iyi kalpli biri. Zevkli bir sanatçı ve çok güzel. Bazı günler evine gidiyorum, sonrasında evime dönüş zor olduğu için onun evinde kalıyorum. Bana erkeklerle ilişkilerine dair hikâyelerini, hayal kırıklıklarını, ailesini, okulunu anlatıyor; ben de ona kendi hayatıma dair hikâyelerimi anlatıyorum… Ve ben ona gitgide âşık oluyorum.
Maria, o aralar üniversitede tanıştığı bir çocuktan hoşlanmaya başlıyor, adı Carlos. Ben mahvoluyorum tabii. Yine klasik, daha önce yaşadıklarıma benzer bir hikâye sil baştan başlıyor; sevdiğim kadına sevdiğimi itiraf edemeyeceğim ve bir erkekle paylaşmak zorunda kalacağım… Biz gel zaman git zaman üçlü takılmaya başlıyoruz; amaç Maria’ya yakın olmak; yanımızda Carlos varsa da katlanmaktan başka çare yok. Ben her Maria’dan uzaklaşarak, bir erkekle yakınlaşmaya çalışma deneyimimde, kendimi Maria’yı düşünürken buluyorum. Bir erkeği öpmek için gözümü her kapattığımda kafamda Maria imajını görüyorum ve elimde olmadan onu öptüğümü hayal ediyorum.
Artık yıllardır bastırdığım duygularıma daha fazla dayanamayacağım diyorum ve şehir merkezindeki kütüphanedeki eşcinselliğe dair ilgimi çeken ne kadar kitap varsa toplayıp okumaya başlıyorum. Ne şanslıyım ki eşcinsel kaynak cennetine düşmüşüm. Okudukça, benim gibi hisler içinde olan pek çok insan olduğunu fark ediyorum. Eşcinsellerin kendi aralarında lamda*, gökkuşağı* gibi semboller kullandıklarını, eşcinselliğin hastalık veya sapkınlık değil, heteroseksüellik gibi seçmediğimiz, doğal bir yönelim, bir çeşitlilik olduğunu, doğada yaşayan hayvanlarda da gözlemlendiğini öğreniyorum. Hâlbuki Türkiye’de okuduğum eski bilgilere dayanan, güncellenmemiş kitaplarda eşcinsellik hastalık olarak geçiyordu. Amerika’da bu konuda birçok inceleme araştırma yapılmışken, kitap yazılmışken, Türkiye’de neden bilgi alabileceğimiz, güncel araştırmaları öğrenebileceğimiz kitap yok ve ben neden bu kadar geç bilgilendim, sıkıntı çektim diye üzülüyorum.
Tamamdır diyorum, artık tecrübe etme, kendimle yüzleşme zamanı. Yan komşum, Meksika kökenli eşcinsel arkadaşım Salvador beni ne zamandır kadınlarla erkeklerin takıldığı eşcinsel bar Laundry’e bir şeyler içmeye davet ediyordu. “Bu sefer geliyorum Salvador, var bende de sendeki gibi bir şeyler” diyorum. Gülüyor ve kol kola Laundry’e giriyoruz. Girer girmez kumral, mavi gözlü, simsiyah giyinmiş, benim yaşlarımda, oldukça alımlı bir kız gözüme çarpıyor. Salvador ilgimi fark etmiş olmalı, kızla çat diye tanışıp, beni de tanıştırıyor ve kendisi başka yerlerde gezinmeye başlıyor.
Oldukça güzel, karizmatik ve bir o kadar da mahcup kızın adının Corinna olduğunu öğreniyorum. Sohbet etmeye başlıyoruz, ressam olduğunu, ailesine eşcinsel olduğunu açıkladığında Şili’den Amerika’ya kaçmak durumunda kaldığını anlatıyor, üzülüyorum. Tanıştığımız ilk andan itibaren elektrik yüklüyüz, birbirimizi oldukça beğendiğimiz çok açık. Kıpır kıpırım, yerimde duramıyorum; ona dokunmak, onunla bir an önce kucaklaşmak istiyorum. Kendime hâkim oluyorum bir şekilde. Birbirimize “Çok tatlısın”, “Çok güzelsin” diyoruz sürekli ve birbirimizin gözlerine bakarken kendimizi ağzımız yırtılırcasına gülmekten alıkoyamıyoruz. Corinna, bu aralar sıkıntılı da olsa bir ilişki içinde olduğunu itiraf ediyor, dolayısıyla herhangi bir şey yaşamamızın mümkün olmadığını hatırlatıyor. Üzülüyorum ama “Olsun” diyorum, “Benim gibi insanların olduğunu görmek, senin gibi bir eşcinseli tanımak büyük zevkti.” Sohbetimiz çok da fazla ilerleyemeden arkadaşlarıyla ayrılmak zorunda kalıyor. Bana hoşça kal derken minicik, masum bir öpücük konduruyor dudağıma… Bütün vücudum ürperiyor ve “İşte bu!” diyorum, “Yıllardır yaşamak istediğim ama bir türlü itiraf edemediğim his buydu!” Titremekten ve heyecandan sabaha kadar uyuyamıyorum…
*Lamda:
Toplumda dengenin kurulduğu,
eşcinsellerin güvenli bir şekilde yaşayıp,
heteroseksüellerle eşit haklara sahip oldukları
aydınlanma ve özgürleşme hareketinin sembolü.
*Gökkuşağı Bayrağı:
Tüm dünyada kullanılan, eşcinsel topluluğu temsil eden bayrak.
Bayraktaki renklerden kırmızı yaşamı, turuncu iyileşmeyi, sarı Güneş’i,
yeşil doğayı, lacivert uyumu, mor spiritüelliği simgeliyor.