Yeri göğü yıkardı okul servisi onu apartman önüne, dedesine bıraktıktan sonra. Her seferinde nasıl bir çığlık, sanki etinden et koparıyorlar. Hırçın mı hırçın. Yaşlı, iki büklüm adamın kucağına tırmanmaya çalışır; adam titreye titreye kızı sırtına; kızın okul çantasını omzuna alır. Yavaş ve sanki bir üflemede düşecek sallantılı, zar zor adımlarıyla merdivenleri çıkar, bir yandan da tatlı yumuşak çocuksu bir sesle kızla konuşur, onu susturmaya çalışır. Yok ki yok. Beriki bağır bağır ağlamaya, tepinmeye devam eder. Kamburu çıkmış ihtiyar amca; elleri titrek, kupkuru; kemikleri ve damarları iyice ortaya çıkmış; derisi incelmiş, kırışmış, saydamlaşmış. Sesi de bedeni gibi zayıf, kırılgan; tatlı, ince, iç titreten bir iniltiyle kızın gönlünü yapmaya çalışır. “Deden kurban olsun sana, ağlama iki gözüm. Annen akşam gelip alacak seni.”

Hafta sonları hariç her gün aynı terane, aynı saatlerde.

Yoga dersimden çıkıp eve öğlen gibi geldiğim bir gün, binanın önü kalabalık. Sessiz, durgun, kara bir kalabalık. İçim cızlıyor. Titrek amca ölmüş. Benim iki üst katımda oturuyordu, bastonlu ama sesi, bakışı, duruşu güçlü karısıyla. Karısının saçı kınalı -belki de boyaydı-, kendi saçları bıyıkları bembeyaz, cılız. Ölmüş dün gece. İçime hüzün gelip oturuyor, genişçe yayılıyor. Çok tanımazdım aslında onu, sohbetimiz de azdı.: “Faturanızı aldınız mı elektrik saatinin kenarına sıkıştırdım, kaybolmasın?” “Dış bahçe kapısını kapalı tutalım, toz toprak olmasın binamızın önü. Yuvamızdır ne de olsa.” “Ev sahibinize söyleyin binamızın dış cephesini yaptıracağız.”

Sesi elleri gibi titrek. Gözleri yeşil, sulu, solgun, sevecen; omuzları göçük, sırt yuvarlak, bacaklar incecik. Bu bedende, seste, bakışta, dizlerini bükerek ve öne doğru başını uzatarak, kısa kısa adımlar atarak yürümesinde bana dokunan bir o kadar da beni kendine çeken ve her nasılsa bu binada güvende olduğumu hissettiren bir şeyler vardı.

“Osman gel oğlum, acıktın mı? Sessiz ol Osman, duymasınlar” diye sokaktaki siyah beyaz bir kediye seslenişini; apartman sakinlerinden gizlice binaya alıp merdivenleri onunla fısır fısır konuşarak çıkışını; kapısının önünde ona yemek verişini, kedi içli içli miyavlarsa “Ne oldu oğlum, ha, ha yavrum, ne oldu?” deyişindeki şefkati duyardım. Ve bir kere daha kendimi güvende, sıcak-korunaklı bir apartmanda hissederdim.

Ölmüş. Dün gece. Hastanede. Bu binada bana tek yakınlık gösteren, benim de kendimi tek yakın hissettiğim Beyaz Amca ölmüş.

Cenazeden birkaç hafta sonraydı. Dersten eve gelmiştim. Bahçe kapısını sonuna kadar açık buldum. Amca görmesin diye hemen içeri girip kapattım. Bahçeye, apartman önüne sokağın ıvır zıvırı, geceden kalmış; kedilerin parçaladığı ve açık kapıdan bahçeye sürüklenen ağır kokulu çöp torbaları, poşetler, boş yoğurt kâseleri birikmiş. Çer çöp. Hafif rüzgârda beyaz plastik bir poşet havalanıp ayaklarımın dibine düştü ve bir süre hışırtılı seslerle hareket etmeye devam etti. Ayakkabımın üzerine, sonra tekrar yere… ve durdu. Hatırladım. Beyaz Amca öldü.

Bir yıl geçti. Kapıyı kimse kapatmıyor artık. Apartmanın dış yüzüne kimsenin baktığı, boyatmayı düşündüğü, bunu önemsediği de yok. Bina eskisinden de gri, eski, yorgun döküle saçıla yaşamaya devam ediyor. Beyaz Amca öldü; nazını çeken bir oydu ya, bina sanki kederlenip içine kapanıp biraz daha yaşlandı. Eksildi ve o eksilmeyi sessizliğiyle doldurdu. O öldü, toplayamadan döküntüleri, renklendiremeden duvarları, ayaza, sıcağa bir set çekemeden öldü.

Tatlı bir kız çocuğu sesi merdivenlerde. Şımarıkça, bilmiş bir edayla konuşuyor, bazı kelimeleri uzatarak, yayarak, bazılarına daha bir ballı tonlama vererek anlatıyor da anlatıyor. Neşeli bir cıvıltıyı andırıyor sesi. Yaşlı bir kadın durmadan “Evet, tabii ya, aferin…” deyip duruyor. Kapı dürbününe tek gözümü yerleştirip bakıyorum. Beyaz Amcanın kınalı -ya da boyalı- saçlı karısı. Bir elinde bastonu, bir eliyle kızın ufacık elini tutmuş, kolunda renk renk çiçek desenli okul çantası. Gördüğüm kız o her gün dedesini bin bir nazla hırpalayan, ağlayışlarıyla iç çekmeleriyle adamcağızın elini ayağını birbirine dolaştıran, adamın güçsüzlüğüne aldırmadan hırçın ve hoyrat haykırışlarla dedesinin sırtına binmeye çabalayan kız. Bir gün bile yaşlı adamla bu merdivenleri çıkarken böyle konuştuğunu duymadım. Her akşamüzeri yaşlı adam sokak kenarında okul servisini bekler, kız somurtkan iner ve başlardı bağırmaya-ağlamaya-nazlanmaya. Sesi sadece, akşamları annesi onu almaya geldiğinde aşağıdan yukarı akardı çiçek çiçek. “Anneeeeee, dedem beni bugün sırtına aldı.” Bu seste dedesine sevgisi, dedesinin şefkatini çok iyi hissedişi; çocuk olabilmenin, bazen bencilce çocuk olabilmenin hafifliği, rahatlığı, mutluluğu olurdu.

Aynı kız ninesine hiç nazlanmıyor, tam tersi sanki sesinin tınısında anlayışlı olgun bir akış var.

Haykırışlarının en büyüğünü Beyaz Amcanın öldüğünü öğrendiğim günün akşamında, okul servisi gelip de dedesi kızı almayınca duymuştum. Daha öncekiler hiçbir şeymiş, öyle anlatayım size. Kapıya koştum. Tepiniyor, saçını başını yoluyor, hıçkırıyor. İlk defa onu bu gün servisten dedesi almadı, evde de olmadığını söylüyor babası. Bahçede kalabalık durgun, suskun. Neyi hissettiğini bilmeden hissediyor ve basıyor son nazlı haykırışlarını. Bir daha kim alır onu sırtına, nazını dize dize? Tam böyle düşünmese de biliyor ömründe bir anın tamamlanıp kapandığını. Dedesi giderken, çocukluğunun bir bölümünün de uçup gittiğini; bilmese de bir eksiklik, yalnızlık, öfke, isyan, korku… ağlıyor.

Merdivenlerden çıkan minik bir kız, topallayan yaşlı bir kadın, tatlı tatlı anlatılan okul hikâyeleri. Bahçe kapısı açık kalmış, soğuk esinti bahçeyi köpük, yırtık koli, tortop gazete parçaları, renkli plastik poşetler, boş süt kutuları ile doldurmuş. Demir kapı güçlü rüzgârla çarpıp duruyor, her çarptığında kapı üzerinde kilit görevini gören sürgünün çıkardığı ses evime doluyor. Dışarısı gri, soğuklar -benim için- uyanmaya başladı mağarasında. İncir ağacından ara ara olgunlaşmış, çürümüş incirler yere düşüyor; toprağa çarpınca ortadan yarılıyor, kıpkırmızı içi açılıyor. Camın önündeki bitkilerim artık çiçek açmıyor. Yaprakları sararmaya başladı. Ağaçlar yakında çıplaklaşır. Gül ağacı kurudu, bina önündeki okulun bayrağı sertçe dalgalanıyor ve o sertlikten ürkütücü bir ses dalgası boş sokağa yayılıyor. Osman kapı önünde acı acı miyavlıyor.

Beyaz Amca öldü. Bir gece. Hastanede. Yapayalnız. Binanın dış çehresi solgun, yorgun, ümitsiz.

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/beyaz-amca-oldu/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/beyaz-amca-oldu/" data-text="Beyaz Amca Öldü" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/beyaz-amca-oldu/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>Temel ve orta seviye yoga hocalık eğitimini Cihangir Yoga’da  tamamladı.<a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2.jpg"><img fetchpriority="high" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-3444" title="bade2" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2-236x300.jpg" alt="" width="236" height="300" /></a><br /> Öğrencilerinden öğrenmeye ve içsel araştırmalarıyla eğitimine devam ediyor.</p> <p>Hissetmek, doğasını fark etmek, kabul etmek ve özgürce ifade edebilmek onun uygulaması. Nefes farkındalığı, meditasyon ve his araştırması derslerinin özü. Katılımcıların, güçlendiği, esnediği, köklendiği, yumuşadığı serilerden oluşuyor dersleri. Öğrencilerin, asanalara (yoga pozlarına) hem güvenli hem sınırlarını araştırarak girmelerine, kendilerine en uygun hal içinde kalmalarına ve çıkmalarına destek olurken kendilerine samimice yaklaşmalarına aracı oluyor.</p> <p>Godfrey Devereux, Svagito Liebermeister, Wayne Liquorman, Erich Schiffmann gibi isimler hem yoga anlayışını hem hayat anlayışını etkiledi, genişletti.</p> <p>Yazıyor, yazmaktan besleniyor. Yazmak onun için hem bir süreç hem sonuç. Çokça aslında kendine yazıyor. Kendine yazdıklarından, etrafına veriyor.</p> <p>Hayat onun için; araştırmak, keşfetmek, içinde olanı vermek, vermekten öğrenmek, sevmek.</p> <p>Diyor ki:</p> <p>Kuraldışı’nda katıldığım Yaşam Okulu eğitimleri hayatımı derinden etkiledi. Merdivenlerinde oturup kaldığım ve bir türlü gidemediğim o günden sonra hayatım; her an değişen, dönüşen, gelişen, kendimi arayışımla zenginleşen canlı bir organizmaya evrildi. Potansiyellerim bir bir ortaya çıkmaya başladı. Yaşamım yepyeni bir boyut kazandı.</p> <p>Bundan sonra ne olacağı meçhul. Yol nereye gider, beni nereye götürür bilinmez. Ve her şeyiyle yeniyi, geleni, olanı hevesle kucaklamayı deniyorum, mümkün olabildiğince, elimden geldiğince. Yaşamın ve kendi doğamın her haline EVET’i araştırıyorum.</p> <p>İçimdeki öz sizin içinizdeki özü selamlıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This