Olağanüstü liderler çalışanlarının Özsaygısını yükseltmek için her şeyi yaparlar. İnsanların kendilerine inandıklarında neleri yapabileceklerine şaşarsınız.
Sam Walton
- 1. ÖZSEVGİ
Olduğumuz gibi kabul görmemizle kazandığımız bir duygudur.
Anne babamız ya da anne baba yerine geçen kişiler tarafından doğduğumuz andan itibaren kabul görüp sevildiğimizi hissetmemiz, bizim de kendimizi sevmemizi, böylece özsevgimizin gelişmesini sağlar.
Örneğin; erkek çocuk beklediği halde kız çocuk doğuran bir annenin çocuğunu olduğu gibi kabullenmesi zordur. Annenin (ve tabii babanın) yaşadığı hayal kırıklığını çocuk hisseder. Hatta bazen endazeyi kaçıran ve kız çocuğunu erkek, erkek çocuğunu kız gibi yetiştiren ebeveynler vardır.
Kimi çocuk istenmeyen bir hamileliğin ürünüdür. Kimisi evliliği kurtarma “nesnesi” olarak dünyaya gelmiştir. Kimi çocuk, annesinin evliliği içindeki yalnızlığını gidermek için dünyaya gelir; sahibinin (annesinin) sevgisi garantili oyuncak bebeğidir adeta. Kimisi ise anne ve babasının yaşlılık günlerinin garantisi olmak üzere dünyaya gelmiştir. Anne babalarına ebediyen borçlu ve minnettar olma telkinleriyle büyür bu çocuklar. “Senin için saçımı süpürge ettim” annelerinin çocuklarıdır bunlar.
Bu çocuklarda onaylanma ihtiyacı çok daha fazladır. Yetişkinliğinde bilinçli bir çabayla özsevgisini geliştiremediyse yaşamını onay dilenciliğiyle sürdürür.
Burada kastettiğimiz onay, pratik onay değil, sosyal onaydır. Pratik onay, en gelişkin kişilerin bile ihtiyaç duydukları onaydır. Yaptığımız şeyleri bizden daha iyi yapan birileri her zaman vardır ve biz onların onayına ihtiyaç duyarız. Daha iyisini yapabilmemiz için bu gereklidir. Ama sosyal onay, varlığımıza istenen bir onaydır.
Özsevgimiz yeterince gelişmemişse, onay almayan davranışlarımız karşısında varlığımızın reddedildiği hissine kapılırız.
Yanlış davranışlarımız eleştirildiğinde varlığımızın eleştirildiğini düşünür, kendimizi kötü hissederiz. Bize yönelen her eleştiri sevilmediğimizin bir kanıtı olur.
Ebeveynlerimiz, sevilmemiz için koşullar öne sürer. Uslu çocuk olursak, söz dinlersek, onların istediği gibi davranırsak sevileceğimizi zannederiz. Sevilmemiz için bir şeyler yapmamız gerekiyorsa, bir şeyler yapmadığımız durumda sevilmemiz için bir neden de yoktur.
Peki, nasıl bir yaklaşım çocuğun özsevgisini geliştirir? Çok basit: Onu olduğu gibi kabul ettiğimizi, sevgimizi hak etmek için fazladan bir şeyler yapması gerekmediğini hissettirmek çocuğun özsevgisini artırır.
Bunun için, davranışlara yönelen olumlu ya da olumsuz her sözün, gerçekten sadece davranışlara dönük olduğunu çocuk hissetmelidir.
Çocuğa kabul görmediğini hissettiren ve onun özsevgisini düşüren birkaç örnek:
Sen yaramaz bir çocuksun.
Sen kötü bir çocuksun.
Sen arsız bir çocuksun.
Beni üzüyorsun.
Siz örnekleri çoğaltabilirsiniz. Sanırım neredeyse hepimiz benzer sözleri işiterek büyüdük. Özsevgimiz yeterince gelişemedi. Kendimizi yeterince sevemediğimiz için başkalarını da yeterince sevemedik. Kimseyi kendimizden fazla sevme yetimiz yok. En fazla, olduğu kadarını verebiliriz. En fazla kendimize verdiğimiz kadar sevgiyi başkalarına verebiliriz.
Bizim başımıza gelenin çocuklarımızın başına gelmesini istemiyorsak, birtakım koşullar ileri sürmeden onları oldukları gibi kabul etmeli ve sevgimizi hissettirmeliyiz.
Yukarıdaki örnek cümleleri biraz farklı kullanarak çocuğumuzun özsevgisini geliştirebiliriz:
Yaramazlık yapmandan hoşlanmıyorum ama seni seviyorum.
Bu davranışını onaylamıyorum, bu davranışın hiç de hoş değildi ama seni seviyorum.
Arsızca davranışlarını sevmiyorum ama seni seviyorum.
Böyle davrandığında üzülüyorum ama seni seviyorum.
Dikkat ederseniz “Beni üzüyorsun” derken ebeveyn kendi duygusunun (üzüntüsünün) sorumluluğunu çocuğa yüklüyor; “Böyle davrandığında üzülüyorum” dediğinde duygularının sorumluluğunu üzerine alıyor.
Bu tarz hitaplar, çocuğun bir birey olarak gelişiminde inanılmaz katkılar sağlar. Kendi duygularının sorumluluğunu alamayan kişi kendi hayatını dilediği gibi yaşama şansına sahip olamaz.
Diğer örnek cümlelerde ise, ebeveyn hem çocuğun doğru bulmadığı davranışını eleştirir, hem ona karşı sevgisinde bu davranışına rağmen bir azalma olmadığı mesajını verir.
Aynı yaklaşım yetişkinler arası ilişkiler için de geçerlidir.
Çocukluğumuzda yeterince sevildiğimizi hissetmemişsek, ki büyük olasılıkla böyledir, yetişkinliğimizde bunun sıkıntılarını çekeriz. Her anne baba çocuğunu sevdiğini söyler. Ama önemli olan çocuğun sevildiğini hissedebilmesidir.
Ebeveynlerimizden, bizi en çok sevmesi gereken kişilerden alamadığımız sevgiyi bize kim verebilir? Bizim yeterince sevemediğimiz kişiyi kim sevebilir? Özsevgimizin düşük oluşu bize yönelen sevgiyi hissetmemizi engeller. Algılarımız körelir, duyarsızlaşırız. Kimsenin bizim gibi sevilmeye layık olmayan (olsaydık anne babamız tarafından sevilirdik) birisini sevebileceğine inanamayız.
Sadece sevildiğimize inanmamakla kalmaz sevmekte de zorlanırız. Kendimize veremediğimiz sevgiyi başkalarına gösteremeyiz. Ama bu durum bir kader değildir. Çocukluğumuzda bizden esirgenen sevgiyi yetişkinliğimizde biz kendimize verebiliriz. Nasıl mı? Önce kendimize olan sevgimizi geliştirmeye odaklanarak. Çünkü ne yaparsak yapalım, kimseyi kendimizden daha fazla sevme yetimiz yoktur. Özsevgi bir şeyler yaparak ya da bir şeylere sahip olarak geliştirilemez. Sevgiye layık biri olarak geliştirilebilir. Yani sahip olmak değil, olmak gerekir.
Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için size, sevdiğiniz insanları, onlardaki özellikleri gözlemlemenizi öneririm. Onların nesini seviyorsunuz? Hangi tür özellikleri sizi çekiyor? Alçakgönüllü oluşları mı? ,içtenlikleri mi? Dürüstlükleri mi? Hangi özellikleri?
Bu özellikler sizde olsa aynı sevgiyi kendinize duymaz mısınız? Kimseyi kaşı gözü güzel olduğu için sevmiyoruz. Fiziksel güzellikten hoşlanabiliriz ama sevme duygusu içsel özelliklere yöneliktir. ,iyi ki de böyle, yoksa sevme ve sevilme sadece güzel görünümlü insanlara has bir şey olur, fiziksel güzellikten nasibini alamamış insanlar bundan mahrum kalırdı.
Evet birçok açıdan ne yazık ki hayat adil değil; ama duygular açısından tam bir adaletten bahsedebiliriz. Sevgi içsel özelliklere bakar; sevilecek bir şeyler varsa kendini esirgemez; çekileceği yeterince bir şey yoksa kapımıza bile uğramaz.
Kendimiz kendimize ne kadar çekiliyoruz? Anne babamızdan yeterince alamadığımız sevgiyi kendimize vermeden başkalarına verme şansımız da yok. Başkalarının sevgisi de kendimizi sevmemiz için yeterli değil. Geriye kalan, kendimizi, kendimizin gözünde sevilecek bir insan haline getirmek.
Sevgiyi hak eden özellikleri içselleştirerek kendimize karşı sevgimizi artırırız. Böylece sevgi enerjisine karşı yalıtkan olan kendimizi iletken hale getirebiliriz. Sevgiye karşı iletkenliğimiz arttığı oranda özsevgimiz artar. Varlığımız kendimize ve sevdiklerimize doyum verir. Yaşam, zoraki tüketilen bir süreç olmaktan çıkar, her saniyesinin tadı çıkarılan bir lezzet haline dönüşür.
- ÖZSAYGI
Burada anlatılan özsaygıyı (self-respect), kitabın temel konusunu oluşturan Özsaygıdan (self-esteem) ayırt etmek kavramı anlamak açısından önemlidir.
Özsaygı (self-respect), duygu doğamıza saygı göstermektir. Duygularımızın değerini bilmektir. Duygularımızın dilini ve mesajını anlamaktır. Hazzı, acıları, incinmeleri, sevgiyi hissedebilmek ve ifade edebilmektir. Temelleri çocuklukta atılır.
Çocuk sıfır-altı yaşları arasında tamamen duygu dünyasında yaşar; her şeyi duygularıyla algılar. Bir anlamda duygularıyla özdeşleşmiştir. Dolayısıyla duygu dünyasına gösterilen saygıyı ya da saygısızlığı kendisine gösterilen saygı ya da saygısızlık olarak algılar. Duygularına gösterilen saygı ölçüsünde kendisine saygı duyar.
Çocuğun duygularına özensiz yaklaşımlar özsaygısının gelişimini engeller. Bu yaşlarda dolaylı ilişkiler kurabilen mantık henüz gelişmemiştir. Bu yüzden çocuklar bazen yetişkinleri zor durumlara düşürürler.
Örneğin, çocuğunuzun yanında bir arkadaşınız için, “Ne sıkıcı şey!” dediyseniz, bir gün çocuğunuz, arkadaşınıza “Sen sıkıcıymışsın, annem öyle diyo!” diyebilir. Bir yetişkin bunu yaptığında ispiyoncu deriz; çünkü yetişkin, davranışının nasıl bir sonuç yaratacağını bilir. Oysa çocuk bu sonucu göremez. “Ne sıkıcı şey” sözünün neden söylendiğini, farklı ortamlarda söylendiğinde ne tür sonuçlar doğuracağını kestiremez.