Sevgili Uzaktaki Dost,

Şimdi sen sadece uzakta değil, başka da bir zamandasın. Ben hâlâ eski yıldayım, sen yenisinde! Senin olduğun yer buradan bir hayal gibi görünüyor, inanır mısın? Evet bu yaşımda bile çocuksu bir kaygı içinde 31 Aralık geceki o eşiği atlayıp atlayamayacağımızı merak ediyorum. Sahiden yeni yıla girecek miyiz? Sen biliyorsun, ben ise cam gibi bir Noel sabahı mahallenin tek açık kahvesinde eski yılın son demlerini geçirirken belki de yarın yoktur fantezileri ile oyalanıyorum.

Vakit ne zaman senenin sonuna yaklaşsa, aklıma televizyonlarımızın tek kanallı olduğu günler geliyor. Hani sadece akşam 5’de İstiklal Marşı eşliğinde başlayıp da gece yarısı yine göklere bayrak, “Kıta dur” ve “Korkma sönmez” ile biten TRT yılları…. Büyük bir paşanın kızı olan Saadet Hala, Ilgaz ile beni televizyonun karşısında hazır ola (hazrol!) geçirirdi. Sağ el şakağımızda, ayakta hareketsiz beklerdik grili askerler Anıtkabir’in yollarında marş marş yürür, ipek bayrağı özenle elden elden geçirip göndere çekerlerken.

Şimdi düşünüyorum da kısacık süreliğine üstelik de siyah beyaz yayın yapan o tek kanal değil miydi bizi birbirimize bağlayan? Ben mini mini bir “tek çocuk”ken onun karşısına geçtiğimde kendimi dünyalarla buluşmuş, bir olmuş gibi hissederdim.

“Defneciğim gözün bozulacak, televizyona o kadar yaklaşma.”

Nasıl yaklaşmayayım? O kutunun içinde, elle tutulacak kadar yakında, bir yaşlı adam, beyaz sakallı ve hafif kambur, sırtında bohçası ile bizleri terk etmeye hazırlanırken duyduğum kederi benimle beraber hisseden kalplere bağlanmanın tek yolu idi o çok yaklaşırsam gözlerimi bozacak ve hatta Allah muhafaza belki de patlayacak olan ahşap çerçeveli Grundig. Yaşlı adam sırtında bitirdiğimiz yılın rakamları, ekrandan çıkarken pek yakında göreceğimiz yılın ilk ve tek dansözlü dakikasını müjdeleyen bir dümtek dümtek dümteke eşliğinde koşturarak bir ufaklık dalardı sahneye ki işin doğrusunu istersen sevgili dostum, ben o çocuktan pek haz etmez, bohçasını ve günlüğüme yazmaya alıştığım eski yılın rakamlarını sırtında taşıyıp götüren sakallı dedenin geri dönmesini dilerdim.

İşte şimdi yine öyle tatlı ekşi duygular içindeyim. Benim hâlâ içinde bulunduğum, senin ise çoktan ardında bıraktığın eski yılımız bitmesin istiyorum bir yandan. Sanki bitirmem gereken bir işler vardı… Öte yandan insan evladının her yeni icadına duyduğu güvenle, senin şimdi içinde olduğun, benim için ise hâlâ sisli bir hayal ülkesi hissine sahip yeni yılın taze başlangıçlarla dolu olduğuna inanıyorum. Ayağında rugan pabuçları, altında kadife etekliği, kucağında bir çanak dolusu şamfıstığı ile televizyonun karşısında oturan küçük kızın kıpır kıpır heyecanı da hâlâ yüreğimin köhne bir köşesinde duruyor. Yetişkinliğin tahammülü zor ciddiyeti ve hakikatle pek de örtüşmeyen realizmi o kıpırtıyı erişmesi güç bir yere itmiş olsa da, hâlâ orada neyse ki. Biraz dalıp, karıştırsam bulacağım, biliyorum.

Yaş 35 yolun yarısı etmiyorsa da artık günümüzde, yaş 40’dan sonrasında hayatın ikinci yarısı olmadığını yadsımak da pek yakışık almıyor. Eğer şanslı isek ve sahiden 90lı yaşlarımıza uzanan bir hayat bekliyorsa bizi, o tek kanallı, siyah beyazlı günleri bilen bizler filmin ikinci yarısına başlamış bulunuyoruz. Elimiz bir yılın sayılarını tarih olarak atmaya alışmadan diğerine geçiyor oluşumuzu başka nasıl açıklamalı? Çocukken asırlar kadar uzun gelen o on iki ay, şimdi uçarcasına geçiyor. Ben hâlâ eski yılda oturduğum bu kahve köşesinden senin içinde bulunduğun yeni yılın Aralık ayına kadarki hayatımı güya planlamış durumdayım.

Biz insanlar planlar yaparken Tanrı gülermiş ya… Öyle işte.
Her halükarda bu ikinci yarıda, o yetişkin ciddiyeti ile hakikat ile pek örtüşmeyen yetişkin realizminin yumuşayıp, tekrar çocuksu hayalperestliğe doğru bir viraj alacağına dair bir umudum var. Yaşlı insanlara çocuk muamelesi yapmamızı başka nasıl açıklamalı? Bu ikinci yarıda yetişkinliğin o daracık avlusunda yaşaya yaşaya varlıklarını unuttuğumuz merak, tazelik ve hiç akla hayale gelmez ihtimallerin varlığına karşı duyduğumuz inanç yeninden yeşerecek olabilir mi?
Benim içimde öyle bir his var!

Bu yıl on iki yeni şey yapmaya karar verdim. Her ay bir yenilik girecek hayatıma. Ocak ayında mandolin çalmaya başlıyorum. Şubatta hiç kendime yakıştıramadığım pilatesi denemeyi düşünüyorum. Martta belki peynir yerim… Nisanda her yere toplu taşıma aracı ile gideceğim. Böyle bir planım var. Hadi sen de bana katıl sevgili okur, her ay yeni bir şey katalım hayatımıza, ve birbirimizi haberdar edelim bu yeniliklerin hayatımıza kattıklarını… Ne dersin?
İnsanlık bizi de peşine katmış karanlık bir deliğe doğru sürükleniyor diyorsan, itiraz etmeyeceğim ama umudum ve neşenin her daim ve her yerde yeşerebileceğini sana hatırlayacağım. Payımıza düşen hayatları da bu ikiliyi yeşertmek üzere yaşamak da fena bir fikirmiş gibi gelmiyor, ne dersin?

Sevgili uzaktaki dost, eski bir yıldan sana selam olsun… Yeni yıla girerken yüreğinin belki uzak, belki yakın bir köşesinde uyanan o eski, o aşina minik kıpırtıyı çek ucundan çıkar gün yüzüne…
Az biraz bekle, ben de sana katılmaya geliyorum birazdan..!

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/asina-kipirti/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/asina-kipirti/" data-text="Aşina Kıpırtı" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/asina-kipirti/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>İstanbul doğumlu yazar, Hatha Yoga öğrencisi ve eğitmeni, sosyolog, Prof. Macit Gökberk’in ilk torunu ve tanıdığı veya tanımadığı pek çok kişi için ilham kaynağı olan, kendini belli bir coğrafyaya ait hissetmeyen bir dünya vatandaşı. Defne Suman&#8217;ın, insan doğasına olan ilgisi ve insanın derinliklerini keşfetme ihtiyacı, onu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü&#8217;nde yüksek lisans eğitimini tamamlamaya kadar getirdi. Bir adım ötede Amerika&#8217;nın prestijli bir üniversitesinde doktora yapmak yatarken, o yeni bir yol seçerek akademisyenliği bırakıp yola çıktı. </p> <p>2003 yılından beri dört kıtada seyahat ederek Zhander Remete’nin rehberliğinde yoga öğreniyor ve öğretiyor. Atina, İstanbul ve Oregon’da soluklanıyor. Çocukluk yıllarından beri okuma ve yazma ile haşır neşir olan Defne on üç yaşından sonra yazılarını gözlerden uzak tutmaya karar verdi. Okur ile buluşması ise maneviyatın izinde iç dünyasını keşfettiği yıllarına denk gelir. Kendi deyimiyle “üzerine sinmiş tecrübelerin merceğinden bakıp da gördüğü insana, topluma, yaşama dair” yazıyor. En büyük ilham kaynağı sahici olana karşı duyduğu merak ve başlıca tatmin alanı da hakikati ifade etmenin insanları birbirine bağlayan eşsiz tabiatı.</p> <p>İlk kitabı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/mavi-orman/" target="_blank">Mavi Orman</a> Şubat 2011’de Kuraldışı yayınevinden çıktı. Mavi Orman&#8217;ı, 2013&#8217;te ilk romanı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/saklambac/" target="_blank">Saklambaç</a> izledi ve Yunanistan’da ve Türkiye’de aynı anda çıkacak olan yeni romanı Emanet Zaman ise tarihin bambaşka bir penceresinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki İzmir’inden yine insana bakıyor, bütün sevinçleri, kederleri ve çaresizliği içinde insanı anlamaya çalışıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This