Her kadının bir beyaz atlı şövalyesi vardır. O ilk aşkıdır. Geceler boyu yolunu gözler, iyi geceler öpücüğünü almadan yatmaz, onu her öpüşünde heyecanlanır. Sarılmak için her akşam sabırla pencerede gelişini bekler ve bir kez sarıldı mı dakikalarca bırakmaz. Göğsünde uyuyakalır kimi geceler. Kimi sabahlar onun minicik öpücüğüyle uyanır. Şövalyesi onu karanlıktan, kötülüklerden, hayal kırıklıklarından ve hatta kendisinden sonraki aşklarından bile korur. Beyaz atlı şövalyesi, kadının daha küçücük bir kızkenki gücü, cesareti ve güvenidir. O, onun ilk aşkıdır…

 

Benim de beyaz atlı bir şövalyem oldu. Ama ben ona hiç âşık olmadım; olduysam bile bunu bir şekilde kendime unutturdum.

 

Beyaz atlı şövalyem benim yanımda değildi uzun süredir; tam karşımdaydı. Her yerini kaplayan parlak metal zırhı, sipsivri kılıcı, en dayanıklı kalkanı ve bana buz gibi bakan gözleriyle her an taarruza ya da savunmaya geçmeye hazırdı.

 

Bense onun karşısında gittikçe küçülsem de koskocaman görünmeye çalışıyordum. Duygusuz gözlerinden kaçırdığım bakışlarım, bedenindeki ayna gibi zırha kaydığında kendimle yüzleşiyordum. Kendimi onda görmeyi kabul edemiyordum bir türlü. Ben de kuşanmıştım soğan gibi katmanlı en sağlam metal zırhımı. Kalkanım ve kılıcımla hazırdım; tıpkı onun gibi. Bir adım atsam kılıcını saplar diye korkuyordum. Adım atmasam, bu bekleyiş en keskin kılıç darbesinden bile daha çok acı veriyordu çünkü içten kemiriyordu beni. Hamlelerini kestirememekten korkuyordum; bedeni hareketsiz, gözleri soğuktu.

 

Dayanamadım; adımımı attım; kılıcını doğrulttu; kalkanımla ittim onu; kılıcımı onunkine kenetledim; kılıcıyla itti beni. Ben ağladım. O bağırdı. Gözyaşlarım sel olurken onun gözlerinden alevler fışkırdı. Gözyaşlarım ateşini söndüremiyordu çünkü ona göre bu son hamlem, en güçlü silahımdı. Oysa bilmiyordu ki onlar içimin şelalesiydi. Sadece duygularımdı. Çaresizliğimdi. Özlemimdi. Yorgunluğumdu. Hüznümdü.

 

SAYFA-BOLUMU

Sonra biran donduk kaldık. Önümüzde paramparça bir kalp vardı. Bizi birbirimizden korumak için kalkan olmaya çalışan, incecik bir duvar gibi engel olan bu kalp paramparça olup, yok olduğunda biz de donduk kaldık. Sonra fark ettik: Aramızda mesafe kalmamış. Aslında her taarruzda birbirimize biraz daha yaklaşmışız. Kalkanlar silahlar elimizde nefes nefese birbirimize bakarken ilk geri adımı hangimiz atacak diye merakla birbirimize bakmaya başladık.

Sonra merak yerini biranda gurura, gurur da yerini inada bırakıverdi. Yapamıyordum. Sımsıkı yapıştığım kılıcım gittikçe ağırlaşıyordu; omuzlarıma tonlarca yük bindiriyordu. Sonunda tutamadım kılıcımı; düşürüverdim.

Tam yere eğilip kılıcımı alacakken bir de baktım ki şövalyem de kılıcını bırakmış. Bakışları yumuşamış. Bir türlü bırakamadığımız kılıçlarımızdan özgürleşmenin verdiği huzuru daha derinden hissetmek istediğimiz için kalkanlarımızı ve zırhlarımızı teker teker çıkarıyorduk. Metal zırh parçalarının yere düşme sesi kulağımızda çınlıyordu. Hızımızı alamıyorduk. Miğferlerimizi, kalkanlarımızı sonsuzluğa fırlatıyorduk; çünkü biliyorduk ki bir daha ihtiyacımız olmayacaktı. Metal parçaları havada uçuşurken ben onu, geçmişini, şimdisini ve geleceğini anlıyordum ve daha önce dilimin onu çok iyi anladığını söylerken kalbimin kaskatı olduğunu fark ediyordum. Ondan beklediğim ama bir türlü ona veremediğim ilgiyi, şefkati, onayı ve sevgiyi ona veriyordum. Bana bir bakış atıyordu. Kahkahalarla gülüyordum. Sırtımı okşuyordu bütün yüklerimden kurtuluyordum.  Sözcükleri kalbimin duvarlarını bir bir kırıyordu. Şeffaflaşıyordum önce kendime, sonra ona, sonra herkese. Özgürleşiyordum. Rahatlıyordum. Sanki… Seviyordum. Evet. Ben onu çok seviyordum.

 

Şimdi elimi tutuyor şövalyem. Beyaz atlı şövalyem, babam, son bir kez elimi sımsıkı tutuyor. Ruhumda onun bana doğduğum andan beri verdiği güveni hissediyorum. O güven bana cesaret veriyor. Cesaretse güç veriyor. Bana bu güveni ve gücü kendisi verdiği için o da bana güveniyor. Kendi ellerimle inşa edeceğim geleceğime güveniyor. Üstelik bu sefer elimi bırakıyor daima yanımda yürümek için. Ama ben elimde hep hissediyorum onun elini. Aramızdaki koskoca yumuşacık kalp, annemse bize sıcacık gülümsüyor çünkü savaş bitti. BARIŞ BAŞLIYOR…

 

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/beyaz-atli-sovalyem/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/beyaz-atli-sovalyem/" data-text="Beyaz Atlı Şövalyem" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/beyaz-atli-sovalyem/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p><a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/58624_446912001590_4125200_n1.jpg"><img loading="lazy" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-5790" title="58624_446912001590_4125200_n" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/58624_446912001590_4125200_n1-300x232.jpg" alt="" width="300" height="232" /></a>Billur 1994 yılında hayata gözlerini açtı. Saint-Joseph lisesini severek bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümüne kendi tercihiyle geçiş yaptı. Kendi bölümü biyolojiye ve bilime duyduğu ilginin yanında psikoloji, biyoenerji, psiko-kinesyoloji, bireysel gelişim, felsefe, edebiyat ve resim sanatı gibi alanlarda kendisini merakla geliştiriyor. Bambaşka dünyalara ait gibi gözüken bu alanların özünde gösterdiği paralellikten etkilenerek profesyonel anlamda bilimle spritüelliği barıştırmak istiyor. İlkokul çağında teyzesinin aldığı yarı değerli taşların şifalarını keşfederek başlayan yolculuğunda izlediği fantastik filmlerdeki “sihir”in derinlerde hep gerçek olduğuna inanıyordu. Ortaokul çağında annesinin rehberliğinde hayatına giren Kuantum ve Çekim Yasası kavramlarıyla artık bu “sihir”in gerçek olduğunu biliyor. Bu bilinçle kendisini gelişime cesaretle açarak kendi dünyasını genişletirken Dünya’da fark yaratmak istiyor. “Umut içimizdeki potansiyelin göz kırpışıdır.” sözüyle Nil Gün’den aldığı ilhamla dünyada “bir şeylerin” değişiminin içimizdeki minik umut tohumlarının yeşermesiyle başlayacağına inanıyor. Karanlığın içinde yanan mumları herkese göstermek istiyor. İşte bu yüzden kendi yazılarında “Benim umudum var!” diyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This