Guru B.K.S Iyengar Hoca’nın çok kıymetli anısına
Bu ay yoga hakkında yazmazsam olmayacaktı. Pek çok sebepten dolayı… Ama hayır, ülkemizde geçen aylarda patlak veren yoga hocası-öğrencisi skandalı bu sebeplerden biri değil. Doğrusunu isterseniz o konu benim ilgimi pek çekmedi. Türkiye’nin yoga cemiyetinde bir ilk olmasına rağmen Hindistan’dan ABD’ye kadar dünyanın her yerinde örneklerine rastlanan bir skandal olduğu için. Erkek hocanın mistik yoldan şaşıp da etrafındaki kadın öğrencileri baştan çıkarması veya kudreti aracılığıyla onları kendi emellerine alet etmesi durumu hem tarih kadar eski, hem de sadece yoga değil pek çok manevi odaklı cemiyetin çürük dişlerinden biri. Benim lisansüstü tezim de –tesadüfe bakınız ki- Aczmendi tarikatları içinde yaşanan seks skandalları etrafında örülmüştü. Toplumumuzun bu tip skandallardan çıkardığı sonuçlara ve ürettikleri kimlik politikalarına bakmak isterseniz Boğaziçi Üniversitesi’nin kütüphanesinin bir rafında benim tezi bulup okuyabilirsiniz.
Hayır, bu ay yogadan bahsetmek istememin başka iki sebebi var. Birincisi ben kendim hocamın yanında tamamladığım yıllık eğitimimden döndüm; onun heyecanı içeresindeyim. Hocamız ihtişamı, tantanayı sevmeyen ve binlerce yıllık bu pek kıymetli öğretiyi mümkün olan en sade biçimiyle bize aktarma arzusunda olan 66 yaşında, tatlı sert bir adam. Bir hafta boyunca vücudun kendi ateşini kullanarak, bizi alışkanlıklarımız ve kör noktalarımızla yüzleştirdi. Tembellere acımadı ama çabanın başarı takıntısına ya da gösterişe dönüşmesine de izin vermedi. Ben bir kaç defa pes etmek üzereyken – “Tamam bitti; artık ben yoga moga yapmayacağım; artık yazar olarak hayatımı ikame ettirmenin bir yolunu arayacağım. Bu iş bana göre değil” diye haykıran iç sesin egemenliğine girdiğim anlarda bir bakışı ile bana güvendiği mesajını vermesini bildi.
Bu sabah İstanbul’a dönerken bitkin ama tatminkar hissediyorum kendimi. Hayata bakışım incelmiş sanki, hırslarım törpülenmiş, Küçük Şeylerin Tanrısı yolumu aydınlatmış.
Yoga hakkında yazmak istememin bir diğer sebebi de çok büyük bir ustanın ölümü. B.K.S Iyengar, bugün dünyada yoga yapan milyonların babası sayılacak, hocaların hocası, başöğretmeni. 20 Ağustos 2014 günü Hindistan’ın Puna kentinde -bu seferki- hayatına gözlerini kapattı. Benim hocamın da hocası olan Iyengar, “Frenklere” ve kadınlara yoga öğretmeyi ilk defa kabul eden –zamanında skandal olarak algılanan bir hareket- Sri T. Krişnamaçarya’nın çelimsiz ve hasta öğrencisi (ve yeğeni) yoga sayesinde hayatla yeniden buluşan, kendi hocasından devraldığı meşaleyi yirminci yüzyıl boyunca vakarla taşımış bu büyük usta gözlerini yumduğunda doksan beş yaşındaydı. Bugün dünyada milyonlarca insan yoga yapıyorsa bu Iyengar’ın yetiştirdiği olgun ve geleneğe sadık hocaların sayesindedir.
Evet, bugün dünyada milyonlarca insan yoga yapıyor. Kimisi beli ağrıyor diye, kimisi de aydınlanma umuduyla kimisi sakinleşmek, kimisi yaratıcılığını arttırsın diye ama hemen hepsi yoga esnasında girip çıktıkları hallerde “bir şeyler” buldukları için bu tarih kadar eski, nefes, vücut, zihin üçlüsünün ortak çalışmasına gönül veriyorlar.
İnsanlığın manevi anlama ve mistik dünyaya duydukları açlığının zirve yaptığı çağımızda, milyonların neden kendi kültürlerine ait dinlerde değil de hatha yoga gibi uzak bir diyarın karmaşık bir mistik öğretisinde açlıklarını dindirmeye çalıştıklarını pek çok sosyolojik ve psikolojik faktörle açıklayabiliriz. Hatha Yoga, vücudu kullanarak yapılan yoga çalışmalarının tamamına verilen genel isim. Bu yazıda bedeni kullanarak yaptığımızı bütün yoga sistemleri için -evet hepsi- Shadow, Aştanga, Anusara, Yin, Kundalini, hepsi, hepsi- Hatha Yoga terimini kullanacağım.
efes, beden ve zihin (konsantrasyon) üçlüsünü çalışarak kişinin kendine ve evrene dair keşiflerde bulunması, diğer varlıklar (ve tanrı) ile arasındaki bağı birebir tecrübe etmesi ve bu sayede mistik öğretiye dair açlığını biraz olsun bastırması amacını güden Hatha Yoga, bize epey karmaşık bir enerji anatomisi sunuyor. Bu anatomiyi bilmeden hareketleri yapmanın kişiye faydası olsa da, yoganın özüne inmek ancak beden-zihin-nefes üçlüsünün hatha yoga çalışması sırasında ne yollardan geçtiğini anlamakla mümkün olabilir.
Peki ne oluyor bize yoga yaparken? Bana sorarsanız yogayı diğer bedensel faaliyetten ayıran başlıca özelliği, harekete nefes ve zihni dâhil etmesidir. Sekiz ayaklı yoganın dördüncü ayağı olan pranayama ve beşinci ayağı pratyahara yogayı yoga yapan iki önemli faktördür. Pranayama, yoga eğitiminin ileriki aşamalarında dallanıp budaklanarak son derece karmaşık bir çalışmaya dönüşse de aslında daha en baştan beri bizimle olan bir uygulama. Hareket-nefes ortaklığını sağladığımızda, yani nefes alış süresince bir hareketi, nefes veriş süresince de diğer bir hareketi yapmaya başladığımızda bedeni ve nefesi akort etmeye başlıyoruz. Bu en basitinden bir pranayama. Tıpkı bir balerinin adımlarını, kollarını müziğin sayısı ile hareket ettirmesi gibi yogada da bütün hareketlerimizi nefesin ritmine göre ayarlarız. Nefes-beden ikilisinin yanı sıra, yoganın beşinci adımı olan pratyahara yani beş duyu organının sesini kısmak yogayı diğer fiziksel etkililiklerden ayırıyor. Hatha Yoga zihin-nefes-beden üçlüsünün birden kullanıldığı tek mistik sistem değil elbette. Chi-Qong, Tai Chi ve Uzakdoğu dövüş sanatlarının çoğunda bu üçlü beraber çalışıyor.
Nefes-hareket ikilisinin uyumu başlangıç derslerinde genelde öğretiliyor. Beş duyu organının seslerinin kısılması olarak tarif ettiğim pratyahara’ya ise bence gerekli önem verilmiyor. Pratyahara zihnin bir süreliğine beş duyu organının gördüğü, duyduğu, hissettiği, kokladığı, tattığı şeylere tepki vermeden izlemesini öngören bir uygulama. Mesela tam kaptırdınız nefes alırken kollar kalkıyor, nefes verirken kollar iniyor. Koordinasyon tamam, konsantrasyon yerinde… Derken tak kapı açılıyor stüdyodan içeri soluk soluğa bir öğrenci girip matını pat sizin yanına seriyor, oflaya poflaya yerleşiyor. İşte onu görmemiş, duymamış gibi yapıp çalışmaya devam etmek pratyahara! Aynı şey yüzümüzü gıdıklayan saç telini yüzümüzden çekeceğimiz ya da yakası kayan tişörtümüzü düzelteceğimiz yerde oldukları yerde bırakmayı da içeriyor. Öğrencilerime sık sık hatırlattığım üzere, yoga serisine başladığımız andan itibaren ellerin ve ayakların yeri her saniye için tasarlanmış durumdadır. Hiçbir şey yapmıyor gibi de dursa o anda eller, asıl yerleri olan bedenin iki yanında sarkıyorlar. Onları oradan çekip saçınıza götürdüğünüz anda o serinin büyüsü kaçar.
Yoga dersi vermeye başladığım ilk yıllarda bana öğrencilerim «asker» derlerdi. Sınıfa su şişesi ile girmelerini, akıllarına esince çıkıp tuvalete gidip gelmelerini ve seri sırasında saçlarını başlarını düzeltmelerini istemiyorum diye. Ayrıca o zamanlar kullandığımız matlarını yamuk sermişler ya da battaniyeleri yanlış katlamışlarsa da uyarı alırlardı. O öğrencilerin bir kısmı askerliğe dayanamayıp gittiler. Diğerleri ise bugün hala benim derslerime geliyorlar ve bütün bu dirlik düzenin sadece ve sadece yoga çalışmasının derinliğini arttırmak, büyüsüne kapılmak için gerekli olduğunu biliyorlar.
Yoga yaparken ne oluyor da alışkanlıklarımızdan inançlarımıza, günlük ilişkilerimizden damak tadımıza kadar pek çok şey değişiyor diye soracak olursanız Hatha Yoga anatomisine bir göz atmanızı öneririm. Beden, zihin ve nefes çalışmaları vasıtası ile bütünleşmeyi amaçlayan Hatha Yoga’nın bize sunduğu anatomi sadece fiziksel beden ile sınırlı bir anatomi değildir. Tıpkı Çin tıbbında olduğu gibi Hatha Yoga‘da beden, beş duyu organı ile algılanan fiziksel bedenden daha geniş bir alana yayılır. Evet, beden iç organlar, sinir, solunum, dolaşım, sindirim sistemi ve beş duyu organı ile donatılmıştır ama bu yapıyı birbirine bağlayan ve ölü bedeni canlısından ayıran çok önemli bir parçası daha vardır: CAN.
İlk nefes ile bedene dolduğu ve son nefes ile bedenden çıktığı farz edilen bu yaşam enerjisi (can) Hatha Yoga‘da Prana adını alır ve iç rüzgarlardan biri olan diğer (küçük p ile yazılan) prana ile karıştırılmaması için cümle ortasında bile kullanılsa özel isim gibi büyük harfle başlayarak yazılır. Prana’yı nefes ve besinlerden alırız. Kimi Hatha Yoga ekollleri Prana‘nın zihnimizi dolduran verilerden de etkilendiğini öne sürer. Dinlediğimiz ve seyrettiğimiz her şey, beynimizin filtresinden geçirdiğimiz bütün malumat Prana‘nın dokusunu şekillendirir. Kalitesiz gıda ya da hava gibi kalitesiz veri de (bilgisayar ya da televizyon karşısında boş boş geçirilen bir saat içinde beynimize dolanlar) canımızın hem yapısını hem de akışını olumsuz yönde etkiler.
Yani sizin anlayacağınız bu Prana, Hatha Yoga anatomisinde akan bir şey olarak anlatılır. “Nasıl yani su gibi mi?”, diye metinlerin satır aralarını kurcalamaya, hocaları canından bezdiren sorular sormaya başlarsanız Prana‘nın sudan çok rüzgar gibi tanımlandığını öğrenirsiniz. Aynı Ayurveda gibi Hatha Yoga da Samkya felsefesinden türemiş bir disiplin olduğu için, bedeni ve parçalarını betimlemek için sık sık Samkya‘nın elementlerine başvurur. Alemin beş elementi olan toprak, su, ateş, hava ve boşluk bedenin farklı noktalarının niteliğini belirlerler.

Hatha Yoga’da Prana yani can, hava elementinin bir parçası olarak tarif edilir. Sudan çok hava, havanın da hareketlisi olduğu için rüzgara benzetilir Prana. Biz yoga hocalarının Prana için “iç nefes” tabirini kullanmamız da onun bu havai özelliğinden gelir. Prana, can ya da iç nefes nadi adı verilen kanallar içinde eser. Nadileri çok gelişmiş ve çok ince bir sinir sistemi olarak düşünebiliriz. Bedenin, hücrenin, hücre çekirdeğinin her bir noktasına ulaşan muazzam bir iletişim ağı oluşturur nadiler. Kimi metinlere göre sayısı 72.000′i bulan nadilerin neyse ki sadece on üç tanesi biz yoga öğrencileri için önemlidir. Bu on üç içinde ise üç tanesi esaslıdır ki ilk yıllarda bu üçünün farkına varmak bize Hatha Yoga anatomisini hissetmek için bol bol imkân sağlar.
Hatha Yoga sisteminde fiziksel, duygusal ve zihinsel sağlık Prana’nın nadiler içinde muntazam akışına bağlanır. Prana bir yerde tıkanıyorsa eğer, orası çığ yüzünden iletişimi kesilmiş uzak bir köy gibi karanlığa gömülür ve sonunda -eğer yollar açılmazsa- ölüme mahkum olur. Prana‘nın nadi içindeki akışını tıkayan şeyler duruş ve beslenme bozuklukları gibi fiziksel bedene has sorunlar olabileceği gibi takıntı, nefret, kin, inat, karamsarlık gibi zihinsel/duygusal durumlar da canın kanalları içinde akışını tıkayabilir.
Kollar, bacaklar ve omurga nefes ve zihin eşliğindeki hareketi Prana‘nın nadiler içindeki akışı düzenliyor. Bunun iç organlar ve kaslar üzerindeki etkisinin hissedilmesi bir kaç ayı alabilse de, Prana‘nın zihin üzerindeki etkisi pek çok öğrenci tarafından daha ilk yoga derslerinin sonunda yattıkları gevşeme sırasında ya da rahatça oturdukları bir bağdaş içinde hissedilebiliyor. Zihinde sükunet, netlik, hafiflik ve hatta özgürlük hissi yoga dersine bir defa giren öğrencinin stüdyo kapısını bir defa ve sonra bir defa daha aşındırmasının arkasında yatan başlıca sırdır!
Can damarda özgürce akarken biz de bir tatlı huzur ve belki de nicedir çözemediğimiz dertlerimize aniden derman buluyoruz ama bu iş orada bitmiyor. Prana‘nın nadi içinde esmesinin incelikleri var. Yaz yaz bitmez. Zaten Hatha Yoga Matruşka bebekleri gibi bir katmanı açınca, diğer katmanı merak ettiren, böylece bizi daha derine sürükleyen bir bilgi deryası. Onca teknik teferruata rağmen yaşamın, insanın ve varlığın gizemini içinde taşıyor olması da cabası…

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/birazcik-yoga/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/birazcik-yoga/" data-text="Birazcık Yoga" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/birazcik-yoga/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>İstanbul doğumlu yazar, Hatha Yoga öğrencisi ve eğitmeni, sosyolog, Prof. Macit Gökberk’in ilk torunu ve tanıdığı veya tanımadığı pek çok kişi için ilham kaynağı olan, kendini belli bir coğrafyaya ait hissetmeyen bir dünya vatandaşı. Defne Suman&#8217;ın, insan doğasına olan ilgisi ve insanın derinliklerini keşfetme ihtiyacı, onu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü&#8217;nde yüksek lisans eğitimini tamamlamaya kadar getirdi. Bir adım ötede Amerika&#8217;nın prestijli bir üniversitesinde doktora yapmak yatarken, o yeni bir yol seçerek akademisyenliği bırakıp yola çıktı. </p> <p>2003 yılından beri dört kıtada seyahat ederek Zhander Remete’nin rehberliğinde yoga öğreniyor ve öğretiyor. Atina, İstanbul ve Oregon’da soluklanıyor. Çocukluk yıllarından beri okuma ve yazma ile haşır neşir olan Defne on üç yaşından sonra yazılarını gözlerden uzak tutmaya karar verdi. Okur ile buluşması ise maneviyatın izinde iç dünyasını keşfettiği yıllarına denk gelir. Kendi deyimiyle “üzerine sinmiş tecrübelerin merceğinden bakıp da gördüğü insana, topluma, yaşama dair” yazıyor. En büyük ilham kaynağı sahici olana karşı duyduğu merak ve başlıca tatmin alanı da hakikati ifade etmenin insanları birbirine bağlayan eşsiz tabiatı.</p> <p>İlk kitabı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/mavi-orman/" target="_blank">Mavi Orman</a> Şubat 2011’de Kuraldışı yayınevinden çıktı. Mavi Orman&#8217;ı, 2013&#8217;te ilk romanı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/saklambac/" target="_blank">Saklambaç</a> izledi ve Yunanistan’da ve Türkiye’de aynı anda çıkacak olan yeni romanı Emanet Zaman ise tarihin bambaşka bir penceresinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki İzmir’inden yine insana bakıyor, bütün sevinçleri, kederleri ve çaresizliği içinde insanı anlamaya çalışıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This